İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı, 2008 Krizi’nin salt ekonomik değil, sosyal ve ekolojik boyutları olan küresel bir kriz olduğunu ve halen bu krizden çıkılamadığını söyleyerek, bir çözüm olarak ekonomik, sosyal ve ekolojik bakış açısına sahip Yeşil Yeni Düzen’in popüler hale gelmesinin şaşırtıcı olmadığını belirtiyor.
YAZI: Nevra YARAÇ*
-ABD’de Alexandria Ocasio-Cortez’in önderliğinde gündeme gelen “Yeşil Yeni Düzen” sadece iklim değişikliğiyle mücadeleyi öngörmüyor, ekonomik, sosyal ve çevresel bir düzen de tasavvur ediyor. Böylesi bir düzenin sadece ABD’de değil tüm dünyada benimsenmesi gerekliliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünya ekonomik sisteminin krize girdiği dönemlerde bu tartışmaların ortaya çıkması kaçınılmaz. Bunun en yakın örneği 1929 Büyük Buhran sonrası dönem. 1930’ların başlarında ABD’de Yeni Düzen (New Deal) programlarıyla başlayan süreç 1944 yılında Bretton Woods kasabasında küresel sistemin modeli haline geldi ve 1980’lerde tıkanana kadar devam etti. 1980 sonrası dönemde çözüm olarak sunulan “Sınırsız küreselleşme”, “Büyü de nasıl olursa olsun” mantığı ise 2008 Küresel Krizi’nde yerle bir oldu. Dünya daha adaletsiz, daha mutsuz, daha kirli bir yer haline geldi. 2008 Küresel Krizi de bunun tesciliydi aslında. Şunu akılda tutmak gerekiyor: 1929 Buhranı salt bir ekonomik kriz değildi, sosyal boyutları vardı. Üstesinden gelmek, ancak mevcut yapıyı reforme etmekten geçiyordu. Öyle de oldu. ABD gibi kapitalist (yani her koyunun kendi bacağından asıldığı) refleksin çok yaygın kabul gördüğü bir toplumda, asgari ücret, kamunun çiftliklere elektrik götürme, yollar, barajlar yapma yükümlülüğü, yani sosyal devlet üzerinde uzlaşı sağlanabildi. Başarılı da oldu, öyle ki 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde küresel sistemin elitleri de bunu kabul etmek durumunda kaldılar.
2008 Krizi de salt ekonomik değil, sosyal ve ekolojik boyutları olan küresel bir krizdir. Ve halen bu krizden çıkılamamıştır. İlk varta atlatılmış gibi dursa da, çelişkiler ağırlaşarak devam ederken aklı başında kimse mevcut anlayışla bu krizden temelli bir çıkışın mümkün olduğuna inanamaz. Bu noktadan bakınca, ekonomik, sosyal ve ekolojik bakış açısına sahip Yeşil Yeni Düzen gibi bir kavramın popüler hale gelmesi şaşırtıcı değil. İnsanlık sorun çıkarmakta mahir olduğu kadar çözüm bulmakta da oldukça yaratıcı. Bu “iyimserliği”, ekolojik yıkıma çare olarak teknolojiyi gösterenlerin iyimserliği ile karıştırmamak gerekiyor. Fikirler kadar onları son karar mercii olan halka iyi anlatmak da önemli. Halkların sağduyusuna güvenerek, onları bu fikirlerin gönüllü takipçisi yapabilmek için bu tutum gerekli kanımca.
Soruya tekrar dönersek, sorunun ne olduğu belli. Çözüm için ortaya atılan planlar içinde Yeşil Yeni Düzen kapsamı ve gerçekçiliği ile en iyi plan gibi duruyor. Bunun küresel bir hareket haline gelmesi için büyük ekonomik güçlerin de belli bir olgunluğa erişmesi gerek. ABD’de olmasa da 2009 yılından beri büyük Avrupa Birliği ülkelerinde Yeşil Yeni Düzen’in kimi unsurlarının (örneğin enerji alanında) yaşama başarıyla geçirilebildiğini gördük. ABD’de bir sonraki seçim sonrası bu dönüşüm gerçekleşir mi? Gerçekleşmese de bir sonraki seçimde çok daha acil ele alınacağını tahmin etmek zor değil.
-Bu yeni düzenin önde gelen aktörleri, liderleri de mevcut düzene göre farklılaşacak gibi görünüyor. Kimler bu düzenin yürütücüleri olabilir? Bunun için nasıl örgütlenme biçimlerine ihtiyaç var?
Küresel ekonomik sistemin her krizinde o güne kadar esamisi okunmayan kitlelerin aktör olarak ortaya çıkmış olması normaldir. 1929 Krizi’ne kadar, savaşlarda ölüp (1. Dünya Savaşı ve öncesi) bedel ödedikleri halde, ekonomi yönetimine ya da siyasal karar alma süreçlerine dahil edilmemiş işçiler, Yeni Düzen ve Bretton Woods döneminde belli bir ağırlığa kavuştular. Orta sınıf ekonomik ve siyasal olarak güçlendi. Bu kabaca 1980’e kadar devam etti, sonra geriye dönüş başladı. 2008 Küresel Krizi orta sınıfın en yakıcı şekilde hissettiği bir krizdi. Son 20 yılda radikal bir değişim daha oldu. Bilişim sektöründeki gelişmeler, nasıl haberleştiğimizi değil siyaseti de değiştirdi, dönüştürmeye de devam ediyor.
Aktörler aynı olsa da, aktörlerle halkın arasındaki kanallar çeşitleniyor. Bunun olumlu bir dönüşüm olduğunu düşünüyorum. Tehlikeler de artıyor tabii. Bu teknolojiler ile insanların kararlarını manipüle etmeye çalışan, Cambridge Analytics gibi girişimler de not edilmeli. Ancak, her şeye rağmen, bugün siyaset yapmak için belli bir merkezde ofisinizin olması gerekmiyor. İnsanlar ağ üzerinden birbirlerini görmeden başı sonu, hedefi belli konular üzerinden bir araya gelip güzel sonuçlar üretebiliyor. Temsiliyet hakkı demokratikleşiyor diyebiliriz. Tabii bunlar normal demokrasilerde geçerli bir durum. Türkiye için benzer şeyleri söylemek zor. Aslında dünya çapında yükselen bu otoriter eğilimlerin de küresel krize karşı verilmiş bir cevap olduğunu unutmamakta fayda var. 1929 Krizi sonrası büyük iktisatçı Karl Polanyi, Buhran’a karşı geliştirilmiş üç seçenekten faşizm ve bolşevizmin toplumların sorunlarına çare olamadıklarını, sadece sosyal devlet projesinin toplumlara mutluluk getirebildiğini not etmişti. Bu gözlem günümüz için de geçerli. Politikacılar, kanaat önderleri akıllarını başlarına toplamaz ise, toplumlar yeni bir faşist ya da gerici bir başka dalgaya kendini kaptırabilir. Mevcut durumda bunun bedeli çok daha büyük olacaktır. ABD ve AB gibi süper ekonomik güçlerin içinde bu fikrin yaygınlık kazanıp kısmen uygulanmaya başlamasını doğru yönde atılmış bir adım olarak görüyorum.
-Özellikle ekonomik krizin, gıda krizinin etkisini giderek daha fazla hissetmeye başlayan Türkiye bu açılardan hangi noktada duruyor? Öncelikli olarak neler yapılması gerekir?
Yeşil Yeni Düzen tartışması 2009 sonrası Türkiye’de de yapıldı. Bu tartışmayı yürütenlerin eksikliği olsa da yaygınlaşması için ortam da açıkçası müsait değildi. Toplumsal sınıfların ekonomik ve siyasal anlamda mücadelesinin en yüksek olduğu bir zaman dilimine denk geldi. Ve o mücadele içinde arada kaynadı gitti. Siyasi ve ekonomik alanı/payı genişletme mücadelesi giderek adaletsiz bir hal almaya başlayınca da ortaya bugün çöküntü görünümü verecek ekonomik yapı çıktı. Türkiye ekonomisinin bugünkü kriz koşullarından çıkması için çok kapsamlı/maliyetli/teknik programlara ihtiyacı yok. Kamunun ekonomik sisteme uzun süredir giderek artan boyutta müdahale etmekten vazgeçmesiyle kriz şartları daha hafifleyecek, çıkış yolu kısalacaktır. Bunu, toplumun ve ülkeyi yönetenlerin amaç fonksiyonlarının aynı olduğunu varsayarak söylüyorum. Oysa önceliklerin farklı olduğunu hissettiren birçok emare var. Bu farklılık, durumun objektif olarak tespit edilip ona uygun doğru reçetelerin yazılmasını engelliyor. Böyle giderse kriz, bir gün dolar, bir gün soğan, bir gün bulunmayan ilaç gibi değişik veçheleriyle karşımıza çıkmaya devam edecek.
–Böyle bir dönüşümün hem dünya hem de Türkiye için maliyeti ne olabilir?
Türkiye’ye ilişkin dönüşüm maliyetinden başlamak daha kolay, çünkü bunun maliyeti neredeyse sıfıra yakın. Bugün Türkiye’de üretim yapacak mecali kalmamış (zombileşmiş) çoğu kirletici olan sektörleri sırf hayatta tutmak için akıtılan paranın haddi hesabı yok. Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, bu kaynakların ekonomik/toplumsal/ekolojik sürdürülebilirlik hedeflerini gözeten sektör ve firmalara akıtılması yeterli olabilirdi. Ama amaç fonksiyonları farklı ise bunun pek bir anlamı yok. Dünyaya gelirsek, Yeşil Yeni Düzen’in öngördüğü bir dönüşüm için gerekli kaynakların bir kısmı aynen Türkiye’de olduğu gibi kirli sektörlerden çekilip bulunabilir. Tam sayı vermek mümkün değil, zira kapsam burada önemli. AB ve ABD’nin Yeşil Yeni Düzen’den anladıklarının kapsam açısında farklı olduğunu görüyoruz. AB’nin planı küresel olarak daha maliyetli olacaktır, çünkü çok kapsamlı. ABD ise daha çok temiz enerji dönüşümünü nasıl finanse ederim diye düşünüyor. Dar ya da geniş, Yeşil Yeni Düzen’in en önemli avantajlarından biri mevcut paydaşların (eski jargonla kapitalist ve emekçi sınıflar) bugünden yarına harekete geçirebilecek bir çerçeveye sahip olması. Politika yapıcıların en önemli görevi bu yöndeki gelişimin önündeki mali ve yasal kısıtları ortadan kaldırmak olacaktır. Suyun oraya akması, daha temiz daha adil bir dünyayı yeşertmesi için her koşul var, birkaç kayanın tıkadığı kanalın açılması gerekiyor sadece.
*Bu yazı EKOIQ dergisinin 82. sayısından alınmıştır.