İlk başkanlık döneminde ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan çeken ve 125’ten fazla çevre koruma mevzuatını zayıflatan Donald Trump, ocak ayında yeniden başkanlık koltuğuna oturacak. İklim değişikliğini bir ‘‘aldatmaca’’ olarak tanımlayan Trump, hem temiz enerji devrimini hızlandıran 390 milyar dolarlık yasayı geri çekmeyi hem de petrol ve gaz üretimini artırmayı hedefliyor. Oysa şiddetlenen iklim değişikliği, bu sene yalnızca ABD’de, her biri en az bir milyar dolarlık zarara sebep olan 24 afet yaşanmasına neden oldu.
YAZI: Dr. Okşan BAYÜLGEN
İklim değişikliğini bir zamanlar “aldatmaca” olarak nitelendiren ve “sıvı altın” olarak tarif ettiği petrol ile gazı savunan Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturacak olması, iklim eyleminin geleceğini tehdit ediyor. Trump’ın dönüşüyle birlikte ABD’nin çevre politikalarına yaklaşımı temelden ve olumsuz yönde değişebilir.
Trump’ın önceki başkanlık döneminde, Obama yönetiminin iklim değişikliği ile mücadele için attığı adımlar ortadan kaldırılmış ve çevre koruma mevzuatı zayıflatılmıştı. Son seçim kampanyası süresince benimsediği söylem ise aynı yaklaşımı daha da kuvvetlendirmeye hazır olduğunu gösteriyor.
Trump’ın önerdiği politikalar, iklim konusunda son yıllarda kaydedilen ilerlemenin kaybedilmesine sebep olabilir. Böyle bir durum hem Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) hem de dünyayı, küresel ısınmanın kötüleşen etkilerine karşı savunmasız bırakabilir.
390 Milyar Dolarlık İklim Yasasının Geleceği Tehlikede
Biden yönetimi, Enflasyonu Azaltma Yasası (IRA) gibi politikalar ile sera gazı emisyonlarının azaltılması ve temiz enerjinin teşvik edilmesi konusunda önemli adımlar attı. Bir dönüm noktası sayılabilecek bu mevzuat ile yenilenebilir enerji projelerine ve elektrikli araçların geliştirilmesine 10 yıl boyunca 390 milyar dolar tahsis edildi.
Fakat Trump, fosil yakıtların yaygınlaşmasının önünde bir engel olarak gördüğü IRA’yı yürürlükten kaldırma sözü verdi. Elektrikli araçlar, çatı üstü güneş panelleri ve ısı pompaları için sağlanan vergi kredileri büyük olasılıkla kesilecek.
Bu geri adım, tam da ABD’nin temiz enerji yatırımlarının meyvelerini görmeye başlayacağı bir zamanda atılacak. Üstelik bu mevzuat nedeniyle kaydedilen ekonomik büyümenin yalnızca Demokrat Parti’nin yönettiği eyaletlerde değil, Cumhuriyetçi Parti’nin güçlü olduğu eyaletlerde de gözlenmesine rağmen.
Trump Daha Az Çevre Koruma, Daha Fazla Fosil Yakıt Vaat Ediyor
Trump’ın Biden yönetiminin iklim politikalarını hor gördüğü sır değil. Hatta şaka yollu olarak selefinin yaptığı her şeyi tersine çevireceğine dair sözler de verdi. Seçim kampanyasında Trump, özellikle ABD’in batısındaki koruma alanlarını daraltacağını, daha fazla alanı madenciliğe açacağını, kamu arazilerinde ve sularında sondaj yapmayı kolaylaştıracağını söyledi. Biden yönetimi, yeni doğalgaz ihracat terminallerine onay vermeyi durdurmuştu. Trump’ın bu uygulamayı da yeniden başlatabileceği düşünülüyor. Üretimi artırmaya hevesli petrol yöneticileri, bu adımı heyecanla bekliyor.
Cumhuriyetçilerin fosil yakıtlara yönelik coşkusu, piyasaların aynı yöndeki net tercihi ile de destekleniyor. Trump’ın seçim zaferinin ertesi gününde yerli petrol ve gaz hisseleri yükseldi; sektörün önde gelenleri, fosil yakıtları destekleyen bir yönetimin Beyaz Saray’a dönüşünü kutladılar. Haberlere göre Trump’ın seçim kampanyası, fosil yakıt lobilerinden onlarca milyon dolarlık bağış aldı. Dolayısıyla bu çıkar gruplarının, Trump’ın yeni yönetimindeki enerji politikaları üzerinde önemli etkisi olacağı söylenebilir.
Nitekim Trump’ın kabinesi de bu yaklaşımını yansıtır nitelikte: Kuzey Dakota Valisi Doug Burgum hem içişleri bakanı hem de yeni oluşturulacak Ulusal Enerji Konseyi’nin başkanı olacak. Fosil yakıt şirketi Liberty Energy CEO’su Chris Wright ise enerji bakanı olarak atandı.
Çevre Koruma ve Çevresel Adalet Gerileyebilir
Trump’ın enerji politikaları arasında, çevre koruma alanında çalışan kurumların zayıflatılması da var. Örneğin çevre koruma misyonuna karşıt olduğu bilinen kişileri yönetime getirerek (Lee Zeldin gibi) Çevre Koruma Ajansı’nı (Environmental Protection Agency, EPA) yeniden şekillendirmek, planları arasında.
Trump ayrıca EPA gibi önemli federal kurumları Washington, D.C. dışına taşıyabileceğini ima etti. Trump ilk başkanlık döneminde de benzer bir strateji izlemiş ve çalışanların topluca istifa etmelerine yol açmıştı.
Dahası, Trump, Biden yönetiminin çevresel adalet girişimlerini ‘woke’ politikalar olarak tanımlayarak alay ediyor. (‘Woke’ kelimesi başlangıçta toplumsal konulara duyarlı kişileri tarif etmek için kullanılıyordu fakat zaman içinde, merkez sağ tarafından sol görüşlü kişileri küçümsemek için kullanılır hale geldi.) Ayrıca Justice40 programı gibi girişimleri de ortadan kaldıracağı sözü veriyor.
Çevresel adaleti sağlamayı amaçlayan Justice40 programı; temiz enerji, uygun fiyatlı konut veya altyapı gibi çeşitli yatırımların en az yüzde 40’ını dezavantajlı topluluklara aktarmayı hedefliyor. Bunun gerçekleşmesi, temiz hava ve suya eşit erişim sağlama çabalarında önemli bir geri adım anlamına geleceği gibi, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine daha fazla maruz kalan dezavantajlı toplulukların kalıcı olarak kirlilikle karşı karşıya kalması anlamına da gelebilir.
Emisyonları Azaltmak için Zaman Hızla Daralıyor
Bu gelişmeler için zamanlama daha kötü olamazdı. ABD yalnızca bu yıl, her biri bir milyar doların üzerinde zarara yol açan 24 doğal afet yaşadı. Bu afetler, şiddetlenen iklim krizinin çarpıcı sonuçları. Nitekim bilim insanları, insanlık için felaket anlamına gelecek bir ısınma seviyesini engelleyebilmenin, küresel emisyonları 2030 yılına kadar yarı yarıya düşürmeyi gerektirdiği uyarısında bulunuyor. Biden döneminde ABD, emisyonlarını 2030’a kadar yaklaşık yüzde 40 oranında azaltma yolunda ilerliyordu. Ne var ki Trump’ın fosil yakıt üretimini artırmaya yönelik politikaları, atmosferdeki sera gazlarını dört milyar ton artırabilir. Bu miktar, Avrupa Birliği ile Japonya’nın bir yıllık toplam emisyonlarına eşdeğer.
Bununla birlikte Trump’ın ilk hamlelerinden biri, ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan çekmek olabilir. Trump bunu önceki başkanlık döneminde de yapmıştı, fakat ardından başkan seçilen Biden, 2021’de ilk icraatı olarak ABD’yi Paris Anlaşması’na yeniden dahil edecek imzayı attı. Aynı adımın tekrarlanması dünyaya, sera gazı emisyonlarında tarihi sorumluluğu en yüksek olan ülkenin iklim değişikliği ile mücadelede liderlik rolü üstlenmekten vazgeçtiği sinyalini verecektir. Bu anlamda Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, iklim konusunda ABD’nin güvenilirliğini zedeleyecek, Çin gibi ulusların liderlik rolü üstlenmesine neden olacak ve temiz enerjiye geçiş yönündeki küresel çabaları da tehlikeye atacaktır.
Temiz Enerji Devrimi Trump’a Direnebilir
Beklenen bu olumsuz gelişmelere rağmen ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olmak için de nedenler var. Her şeyden önce temiz enerji dönüşümünün tamamen raydan çıkarılması büyük ihtimalle çok zor olacak. Kaliforniya ve New York gibi eyaletler güçlü iklim politikaları geliştirmeye devam ediyorlar. Bu durum, federal devletin eylemsizliğini dengeleyebilir.
Biden’ın kilometre taşı sayılabilecek iklim yasasının (Enflasyonu Azaltma Yasası, IRA) dayanıklılığı da umut verici bir diğer unsur. Yasa kapsamında ilk yapılan yatırımların yüzde 80’i, Cumhuriyetçi bölgelere fayda sağlıyor. Bu nedenle yasanın geri çekilmesi, Trump’ın müttefikleri için bile siyaseten zor olacağa benziyor. Anketler, yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasının, ABD’nin her iki büyük partisinin seçmenleri tarafından – son yıllarda azalan şekilde olsa da – desteklendiğini gösteriyor. Kendi araştırmalarım da, Amerika’daki rüzgar santrali projelerinin, aday hangi partiden olursa olsun, seçimlerde oy oranını artırmasına yardımcı olduğunu gösteriyor.
Artık ekonomik ve toplumsal olarak kabul gören temiz enerjinin küresel olarak ivmelendiği inkar edilemez. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları, dünyanın pek çok yerinde artık fosil yakıtlardan daha ucuz. Birçok ülke, ABD’nin liderliğinden bağımsız olarak, iklim hedeflerini yerine getirebilmek için uğraşmaya devam ediyor. Exxon gibi petrol devleri bile enerji piyasalarındaki değişimi görerek daha temiz teknolojilere yatırım yapıyor. Temiz enerji devrimi, Trump’ın bile tamamen tersine çeviremeyeceği kadar güçlü olacağa benziyor.
ABD Liderlik Rolünden Vazgeçebilir mi?
Her halükarda ikinci bir Trump dönemi, iklim değişikliğiyle mücadelede büyük bir gerileme anlamına gelecek. Nitekim Trump’ın politikaları uzun vadeli sürdürülebilirlik yerine kısa vadede fosil yakıtlardan kazanç sağlamayı önceliklendiriyor. Temiz enerjiye geçişin bilimsel ve ekonomik olarak bir zorunluluk haline gelmiş olması ise göz ardı ediliyor. Bu tabloda umut verici olan ise yerel yönetimlerin, özel sektörün ve küresel iklim hareketinin direnci.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde alınacak kararlar, dünyanın iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınıp kaçınamayacağını belirleyecek. Trump’ın geçmiş politikalarına bakarak bir değerlendirme yapacak olursak, yeni dönemde de çevre üzerindeki yasal korumaları inatla ortadan kaldırmasını bekleyebiliriz.
Sık sık “gerçekten temiz hava ve su” arzusundan dem vuran Trump, kendini bir çevreci olarak tanımlıyor. Ancak sicili, bu iddialarını desteklemiyor: Trump’ın başkanlığı süresince 125’in üzerinde çevre koruma mevzuatı zayıflatıldı veya iptal edildi; milyonlarca dönüm kamu arazisi madenciliğe açıldı ve nesli tükenmekte olan türler için korumalar ortadan kaldırıldı.
Dünya, iklim değişikliği ile mücadelede belirleyici olacak bir 10 yıl ile karşı karşıya. Bu şartlarda ikinci bir Trump başkanlığı, iklim eylemi için yalnızca bir gerileme olmayacak, aynı zamanda gezegenin en az kaldırabileceği bir dönemde fosil yakıt bağımlılığını daha da artıracak bir sıçrama ifade edecek. Biden döneminin iklim kazanımlarının kaybedilip kaybedilmeyeceği önemli bir soru. Ancak ABD’nin, iklim değişikliği ile mücadelede küresel bir lider olma konumunu kaybetmeyi göze alıp alamayacağı üzerine de düşünmesi gerekiyor.