TÜSİAD tarafından Doğa Koruma Merkezi’nin içerik paydaşlığında hazırlanan “Türkiye’de İklim Krizi ile Mücadelede Orman Ekosistemleri ve Yutak Alan Yönetimi” raporu, Dünya Biyoçeşitlilik Günü olan 22 Mayıs’ta kamuoyu ile paylaşıldı. Etkinlik, TÜSİAD kurucu kuşağından Ali Nihat Gökyiğit’in anısına düzenlendi.
Alanında uzman akademisyen ve araştırmacılar tarafından hazırlanan raporda iklim krizi, biyoçeşitlilik krizi ve orman ekosistemleri arasındaki ilişki ele alındı. Aynı zamanda orman ekosistem hizmetleri ve arazi yönetimi uygulamalarının yutak alan işlevi çok boyutlu bir perspektifle analiz edildi. Raporda, yutak alanların korunması, geliştirilmesi ve artırılmasının yanı sıra bu alanların karbon emisyonlarını dengelemedeki rolüne de yer verildi.
Raporun sunumunu Doğa Koruma Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Uğur Zeydanlı yaptı. Rapora katkı sağlayan akademisyen ve araştırmacılar ise “İklim Krizine Yutak Alan ve Orman Ekosistemi Perspektifinden Bakış” paneline konuşmacı olarak katıldı.
Panele katılan akademisyen ve araştırmacılar aşağıda yer alan isimlerden oluştu:
Doğal ekosistemleri ve sağladıkları hizmetleri korumanın ve geliştirmenin tüm paydaşların kritik sorumlulukları arasında yer aldığını belirten TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan “İklim değişikliğine bağlı olarak orman ekosistem dinamiklerinin ve işleyişinin değiştiği göz önüne alınmalı, orman yönetimi anlayışımız da bu doğrultuda dönüştürülmelidir” dedi.
Orhan Turan şunları söyledi: “Sürdürülebilir arazi ve iyileştirilmiş orman yönetimi uygulamaları karbon tutma çalışmalarında öncelikli yaklaşımlar olarak değerlendirilmelidir. Ekolojik, sosyal ve ekonomik faydaları artıracak bir karbon denkleştirme modeli hedeflenmelidir. Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık (AKAKDO) sektörüne yönelik olarak global standartlarla uyumlu ve uluslararası sistemlere entegre olabilecek sertifikasyon ve ticaret mekanizmalarına yönelik düzenlemelerin yapılması önemli bir adım olacaktır. Özel sektörün yutak alanların korunması, artırılması ve karbon denkleştirme çalışmalarına katkısını artıracak; karbon tutumu amaçlı yatırımları teşvik edecek sistem ve mekanizmaların katalizör rol oynayacağına inanıyoruz.”
TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi, Enerji, Çevre ve İklim Değişikliği Yuvarlak Masa Başkanı Cevdet Alemdar ise “Orman ve yutak alan ekosistemleri herhangi bir altyapı istemeyen, büyük işletme masrafları olmayan hizmetler sunuyor. Bu hizmetlerle beraber iklim krizinin yıkıcı etkilerini azaltmak mümkün” dedi.
Doğa Koruma Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Uğur Zeydanlı, net sıfır hedefi ve özel sektörün buradaki rolünün ve katılımının önemine değindi. “Hem sosyokültürel hem de sosyoekolojik sistemleri açısından Akdeniz Havzası çok özel bir havza. Ekonomik değil, ekolojik kelimesinin altını çizmemiz lazım. İnsanın ve doğanın uyum içerisinde yaşamayı başardığı güzel örneklerin küresel ölçekte bulunduğu bir havzadan bahsediyoruz ama aynı zamanda da iklim değişikliği açısından en kırılgan, en büyük zorluklarla karşı karşıya olan havzalardan biri” diye konuşan Dr. Zeydanlı, aşırı iklim olayları ile birlikte kuraklığın ülkemizde önemli bir sorun olarak karşımıza çıktığını belirtti.
Ormanları birer odun deposu veya karbon deposu olarak görmememiz gerektiğini ifade eden Dr. Zeydanlı, iklim krizi ile biyolojik çeşitlilik krizinin iki kök sorun olduğunu ve birçok şeyi birlikte tetiklediğini dile getirdi. Dr. Zeydanlı, özellikle Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde bu iki krizin birlikte ele alındığını belirterek orman yönetimini iyileştirmenin ve sürdürülebilir arazi yönetimi örneklerini ortaya koymanın öneminden söz etti.
İklim Krizine Yutak Alan ve Orman Ekosistemi Perspektifinden Bakış panelinin konuşmacılarından Prof. Dr. Murat Türkeş, “Türkiye, Akdeniz Havzası’nda ama Güneybatı Asya’daki hava olaylarından da etkilenen bir Akdeniz iklimi ülkesi. İklim değişikliği olmasa bile Türkiye öyle bir coğrafyada bulunuyor ki uzun süreli bir yaz kuraklığımız var. Yılın her bölgesinde oluşabilecek kuraklık olayları, kuraklığın sıklığı Güney ve Batı bölgelerinde yüksek oranda bir kuraklık tekrarlama durumu söz konusu” dedi.
Türkiye’de yaşanan iklim bağlantılı sorunlar hakkında bilgi veren Prof. Dr. Türkeş, en son 2021’de yaşadığımız gibi mega yangınların beklenebileceği uyarısını yaptı.
Uzun süreli eğilimler açısından Türkiye’nin dünyanın en fazla ısınan bölgelerinden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Türkeş, “Türkiye, daha kuvvetli ısınma eğilimi gösterme sürecinde. Bir kış mevsimi var ama yılın yarısında artık neredeyse bir tropikal sıcaklık yaşanıyor. Sıcaklıkların artması, özellikle sonbahar-kış kuraklıklarının artması, tarımsal rekoltelerde, yer altı sularında, toprak neminde ciddi bir azalmaya yol açıyor. Bunlar son yıllarda yaşadıklarımız… İklim değişikliğinin önemli sonuçlarından biri de sıcak hava dalgaları. Yine Türkiye’de bizim yaptığımız çalışmalara göre sıcak hava dalgalarının sıklığı, süresi, şiddeti, büyüklüğünde çok ciddi artış var” diyerek Türkiye’nin iklimsel değişkenlik açısından da rekor kıran bir ülke olduğunu söyledi.
Türkiye’nin aynı zamanda çevresi denizlerle kaplı bir yarımada, hem Akdeniz’in hem de Karadeniz’in nem kaynağı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Türkeş sıcaklıkların artmasından başka yılın yağış düşmesi gereken sonbahar ve kış mevsiminde kış kuraklıkları yaşandığını söyledi. Yılın sıcak döneminde, yağış olması gereken dönemde, son beş yılda Türkiye’de olan şiddetli yağış afetlerinin, çok şiddetli sağanaklar, gök gürültülü fırtınalar şeklinde gerçekleştiğini ve mezosiklonların oluşum sıklığının arttığını belirten Prof. Dr. Türkeş, tüm bunların kentlerde ve kent çevrelerinde kentsel su baskınlarına, taşkınlara ve sellere yol açtığını ifade etti. Karadeniz gibi zor topografyalarda ve dağlık alanlarda özellikle yanlış arazi kullanımı ile aşırı yağışlar ve şiddetli yağışların yanı sıra heyelanlara da yol açtığını dile getiren Prof. Dr. Türkeş, çok büyük orman yangınlarının yaşanabileceğinin bir kez daha altını çizdi. 2 santigrat derecenin üzerindeki küresel ısınma ile tüm bunların hepsinin daha da şiddetleneceği uyarısında bulunan Prof. Dr. Türkeş, “Hem bugünkü iklim koşullarında hem değişen iklime baktığımızda Türkiye iklim sorunlu bir bölgede. Dolayısıyla biz doğa ile uyumlu, ekosistemlerle uyumlu bir yaşam tarzını atalarımızdan çok daha iyi başarmak zorundayız” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Türkeş, arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği, ormansızlaşma konusuna çok ciddi önem vermemiz gerektiğini ve tüm politikalarda yer alması gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Türkeş, “Ormanların korunması, sürdürülebilir-iyileştirilmiş orman yönetimi, sürdürülebilir tarımsal yönetimi aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadelede de önemli katkı sağlayacaktır” dedi.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Dumansız Yangın denilen bir yangın şekline dikkat çekti. Dumansız yangının böcek ve mantar zararlıları nedeniyle yılda ortalama 1,5 milyon metreküp kadar odunun kesilmesine neden olduğu bilgisini aktaran Prof. Dr. Tolunay, “Türkiye’de en önemli aşırı hava olayı denince hep seller geliyor aklımıza ama bununla eşdeğer olan bir de fırtınalar var. Türkiye’de fırtınalar ihmal edilmiş bir aşırı hava olayıdır ve sayısı çok ciddi oranda artıyor” dedi.
İstilacı tür olarak ilk akla gelenin Balon balığı olduğunu oysa çok ciddi istilacı yabancı türün ormanlara girdiğini aktaran Prof. Dr. Tolunay, “Çoğu böcek ve mantar şeklinde ormanlarımıza zarar veriyor. Tohum emici böcek dediğimiz böceğin ithalatla ülkemize girdiğini düşünüyoruz ve her ithalatta böyle bir risk var. Şu an tüm ülkemize yayıldı. Kozalakların içindeki tohumları emiyor. Çam fıstığını 1.500-2.000 TL civarında alıyorsanız sebebi o böcektir. Bu böcek tohumları yediği için ormanlarımızın gençleştirilmesinde zarara uğratabiliyor” şeklinde konuştu.
Net sıfır hedefinin özel sektörü karbon denkleştirmeye yönlendirdiğini söyleyen Prof. Dr. Tolunay, “Sadece fidan dikerek iklim değişikliği ile mücadele edilmez” dedi ve en hızlı gelişen bir ağaç türünün dahi ilerleyen yaşlarda sınırlı karbondioksit emme kapasitesi olduğunu belirtti. Prof. Dr. Tolunay, bu nedenle “Her istediğimi yapayım bunun karşılığında fidan dikerek telafi edeyim” anlayışından kaçınmak gerektiğini vurguladı.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, en hızlı alınacak önlemin kaçınmak olduğunu belirtti. Hammadde ihtiyacının ülke içinden karşılanması talebinin ormanlardan daha fazla ağaç kesilmesine yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Tolunay, ağaç kesiminin artması ile birlikte ağaçların karbon tutmasının azaldığına ve odun üretiminin kontrol altına alınması gerektiğine dikkat çekti.
Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, hidroelektrik santralların (HES) sürdürülebilir bir enerji ve yenilenebilir bir kaynağı kullanan enerji kaynağı olmakla birlikte Türkiye’de ise sürdürülebilir olmaya çok yakın olmadığını, hatta uzak olduğunu dile getirdi. Nükleer yatırımların ise çevresel bir yük oluşturduğunu belirten Doç. Dr. Kurdoğlu, “İklim değişikliği için büyük bir fırsat olan sürdürülebilir enerji yatırımlarının yeşil alanların tahribatına neden olduğunu görüyoruz. Sürdürülebilir diye yaptığımız uygulama doğal başka problemler oluşturuyorsa kaynak tahsisi doğru yapılmamış demektir. HES yaptığınızda o HES’ler yamaçlarda bütün ormanı yok ediyorsa, yeni heyelanlara yol açıyorsa, menfezlerin, köprülerin yıkılmasına sebep oluyorsa kaynak tahsisinde hata var demektir. Dolayısıyla bu doğru bir amaç değil ve tabii tek bir amaç için bütün bir sistemi yok etmenin iklim değişikliği ve gelecek açısından ve ona uyum açısından da büyük bir felaket olacağını düşünmeliyiz” dedi.
İnsan faaliyetleri ile tatlı suların bypass edilen bölümlerde azalmasının hatta bazı yerlerde kurutulmasının biyolojik çeşitliliğe büyük zararlar verdiğini belirten Doç. Dr. Kurdoğlu, “Yapacağımız her etkinin; her kulübenin, her yolun, her binanın mutlaka önümüzdeki iklim değişikliği sorununun düşünülerek yapılması gibi bir zorunluluk var” şeklinde konuştu. “Ormanları azalttığınız ya da yok ettiğiniz zaman iklimin düzenleyici etkisini, yani pek çok ekosistem hizmetlerini yok ediyorsunuz” vurgusunu yapan Doç. Dr. Kurdoğlu, dünyada iklim kriziyle mücadelede en önemli ve en büyük krizin biyoçeşitlilik krizi olduğunu dile getirerek ekosistem hizmetlerini korumanın yeniden yapmaktan çok daha ucuz ve kolay olduğunu söyledi.
Prof. Dr. C. Can Bilgin, “Bugünkü uygarlık büyük ölçüde dünyadaki canlı türlerinin evcilleştirilmesi ve onlardan yararlanmamız üzerine inşa edilmiş. Onun dışında geçmiş uygarlıklar değil, günümüz uygarlığı için de tıp, farmakoloji vesaire bütün bunlarda hâlâ canlılardan ve doğa odaklı çözümlerden yararlanıyoruz” dedi.
Türkiye’nin dağlık bir ülke olduğunu, dağların hem sığınak hem de yeni türlerin oluşmasını sağlayan bir anlamda evrimleşme merkezleri olduğunu belirten Prof. Dr. Bilgin, “Ama inanılmaz hızlı, büyük kayıplar oluyor. Geçmişte olduğunu varsaydığımızın bin ya da 10 bin katı daha hızlı bir tür kaybından söz ediyoruz. Bizim insanlık olarak başa çıkmakta zorlandığımız, bu kayıpların yavaşlatılması, durdurulması için yeterince vaktimizin olmaması. İklim değişikliğinin büyük bir hızla ilerliyor olması kaygımızı daha fazla tetikliyor” şeklinde konuştu.
Korunan alanların iyi bir çözümmüş gibi göründüğünü ama bir analiz yaptığınızda özellikle İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu gibi oldukça düz alanlarda yeterince hızlı hareket edemeyen endemik bitkilerimizin tehlike altında olduklarının görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Bilgin, “Modellemeler tam gerçeği yansıtmasa da bize yol gösteriyor. Uzun dönemli izlemelerle canlıların nasıl değiştiğini görmek için yararlı” dedi. Prof. Dr. Bilgin, ekolojik restorasyon, yeniden oluşturma ve iyileştirmeyi içeren çalışmaların ön plana çıkarılması gerektiğini belirtti.
“Türkiye’deki ormancılık politikasının değişmeyen bir temeli var. 1937’den beri devlet mülkiyeti. Belki de Türkiye’de devletin bu kadar egemen olduğu bir başka sektör yok” yorumunu yapan Doç. Dr. Cihan Erdönmez, “Ormancılıkla ilgili ne yaparsanız yapın iklim değişikliği ile alakası var. Ormanları koruma ile ilgili bir hedef varsa o aynı zamanda iklim değişikliği ile ilgilidir fakat planların, iklim değişikliği perspektifinde altyapısını oturtarak hazırlanmış olması gerekirdi” dedi.
Eylem planlarında daha çok uyumun ön plana çıktığını söyleyen Doç. Dr. Erdönmez şunları söyledi: “Ormanlar mağdur olarak ele alınmış ama ormanların iklim değişikliği ile mücadeleye katkısının nasıl olabileceğine ilişkin bir perspektif yetersizliğinin olduğu açık. Çok genel tabirlerle hedef ve stratejiler belirlenmiş ama bu hedef ve stratejilere nasıl ulaşılacak, bunları takip edeceğimiz temel göstergeler nelerdir? Nasıl ölçeceğiz, nasıl değerlendireceğiz süreci, buna ilişkin bir eylem planı alışkanlığı yapmak maalesef bizde oluşmadı. Zaten izleme ve değerlendirme bizde neredeyse olmayan bir şey. Plan yapma konusunda iyiyiz ama yapılan planları takip etmek ve sonuçlarını değerlendirmek konusunda o kadar başarılı olmadığımızı görüyoruz.”
Ormancılıkla ilgili yasal düzenlemeler hakkında da değerlendirmelerde bulunan Doç. Dr. Erdönmez, “Her iki yasamız da çok eski. Orman Kanunu 1956, Milli Parklar Yasası 1983. Ve Orman Kanunu özellikle yamalı bohçaya döndü ve çoğu korumaktan ziyade kullanmak açısından yapıldı. Açık söyleyeyim: Koruyamıyoruz ve yasal değişiklikler bunun altyapısını oluşturuyor. Yeni bir Orman Yasası’na ihtiyacımız var. Yeni bir Orman Yasası’nı yaparken de iklim değişikliğinin yasanın hazırlanmasındaki temel motivasyonlardan biri olması lazım. Bizim mevcut yasamızda da çok iyi, koruyucu hükümler var; yeni bir yasada bunların tamamının ortadan kalkması gibi bir tehlike de söz konusu.”
Dr. Pınar Pamukçu-Albers ise “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında gelişmekte olan ülkeler ve gelişmiş ülkeler ayrılıyor ve hem yıllık bazda hem de iki yılda sektörlerindeki tutumlarını ve salımlarını raporluyorlar. Bu sektörler arasında AKAKDO sektörü de var ve bu sektör, hem emisyonların olduğu hem de tutumların olduğu bir sektör. Ve aslında doğaya açık bir sektör. Siz AKAKDO sektöründe herhangi bir uygulama yaptığınız zaman böcek zararlısı da gelebilir, yangın da olabilir, onları da senaryolarınıza katmanız gerekiyor. İyi yönetimle, ekosistem hizmetlerinin işin içine entegre edilmesi ya da iklim değişikliği senaryolarının, biyoçeşitlilik krizinin entegre edilmesi ile AKAKDO sektöründe, arazi kullanımı yönetimini ve ormancılığı iyi yönetirseniz hem yutak alanlarındaki karbonu artırmış olursunuz hem de sektörün zaten olan yüksek potansiyelini desteklemiş olursunuz” dedi.
Ağaçlandırmanın uzun vadede yüksek karbon azaltım potansiyeli sağlayan, doğru bir yaklaşım olduğunu dile getirenPamukçu-Albers, farklı yutak alanlarının da karbon projelerinin katkısını ortaya koyacağını söyledi.
Toplantının kapanış paneli ise İklim Krizi ile Mücadele Politikalarında Yutak Alan ve Orman Ekosistemlerinin Rolü başlığı altında TÜSİAD ve kamu temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşti. Bu bölümde, TÜSİAD Ormanlar ve Yutak Alanların Korunması Alt Çalışma Grubu Başkanı Tamer Soylu, Tarım ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü Ekosistem Hizmetleri Daire Başkanı Özgür Balcı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İklim Değişikliği Başkan Yardımcısı Dr. Tuğba Dinçbaş konuşmacı olarak yer aldı.
COP29 başmüzakerecisi Yalchin Rafiyev’in "üç yıllık teknik süreçte ilk kez tartışma için uygulanabilir bir temel"…
BM iklim müzakerelerine ilk defa heyet gönderen Taliban, Afganistan’ın iklim finansmanından yararlanmasını talep ediyor. Geçimi…
Climate Action Tracker tarafından yapılan analiz, mevcut politikaların devam etmesi durumunda ortalama sıcaklık artışının 2100…
Önde gelen bağımsız ekonomistlerden oluşan bir grubun yaptığı yeni bir çalışma, yoksul ülkelerin, 2030 yılına…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar, Türkiye’nin ilk olarak COP28'te duyurulan nükleer enerji kapasitesini 2050'ye…
COP29 zirvesinde iklim finansmanı müzakereleri hız kazanırken, yeni bir çalışma, IMF’nin iklimle ilgili felaketlerden zarar…