Bilim insanları, zengin ülkelerin yoksul ülkeleri orantısız bir şekilde etkileyen biyolojik çeşitlilik kaybının bedelini ödemesi gerektiğini söylüyor.
Kasım ayındaki COP27 iklim görüşmelerinde dünya liderleri, iklim felaketinden etkilenen yoksul ülkelere mali yardım sağlayan özel bir “kayıp ve zarar” fonu üzerinde anlaştı. İklim krizinden büyük ölçüde sorumlu olan gelişmiş ülkeler, etkilerine karşı görece savunmasız olan daha yoksul ülkelere tazminat ödeyecek.
Şimdi araştırmacılar, doğa kaybı için de benzer bir fon oluşturulması gerektiğini savunuyor. Araştırmacılar, Nature Ecology & Evolution’da yayımlanan bir çalışmada, bunun nedeninin, yoksul ülkelerdeki habitat kaybının ve kaynakların aşırı kullanımının küresel kuzeydeki tüketimden kaynaklanması olduğunu öne sürüyor. İki grup arasındaki ticaret anlaşmaları tarihsel adaletsizliklere ve güç dengesizliklerine dayanıyor.
Araştırmacılar şunu belirtiyor: “Küresel biyoçeşitlilik kaybı orantısız bir şekilde zengin ülkelerdeki insanların tüketiminden kaynaklanıyor. Küresel güneydeki ülkelerde biyoçeşitlilik kaybının etkileri için, iklim bozulmasına ilişkin uluslararası anlaşmalardan aşina olduğumuz ‘kayıp ve zarar’ kavramı dikkate alınmalı.”
İklim krizi gibi, vahşi yaşam kaybının da önemli sosyal ve ekonomik etkileri var. Araştırmacılara göre, zengin ülkeler ile ilişkili yıkıcı madencilik, tarım ve ormansızlaştırmanın yaygınlaşmasının bir sonucu olarak, yoksul ülkelerdeki insanlar genellikle kendilerini beslemek için daha az doğal kaynağa, gelir elde etmek için daha az fırsata sahip oluyor ve kültürel değerlerinde kayıp yaşıyor.
AB’nin Avrupa’daki tüketicileri beslemek için Batı Afrika’da aşırı balık avcılığı buna örnek olarak gösteriliyor. Araştırmacılar bunun, “gelir ve gıda için balığa bağımlı olan yerel topluluklar üzerinde önemli olumsuz etkilere yol açarak yoksulluk, işsizlik, azalan sağlık ve sosyal stres ile sonuçlandığını” söylüyor.
Birleşik Krallık’ta yakın tarihli bir hükümet raporu, yerel mahsul, sığır ve kereste ürünleri tüketimimin 2018’de 88.863 dönüm tropikal ormansızlaşma ile ilişkili olduğunu hesapladı.
Londra’daki Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü’nden çalışmanın başyazarı Dr Dilys Roe, “Biyoçeşitlilik kaybından en çok etkilenenler ve etkileriyle başa çıkmak için ekstra desteğe ihtiyaç duyanlar en savunmasız, en yoksul insanlar. Bu önemli bir sorun” dedi.
İklim ile birlikte “kirleten öder” ilkesi, kirliliği üretenlerin insan sağlığına ve çevreye verdiği zararı azaltmanın maliyetlerini karşılaması gerektiği fikrine dayanıyor.
Araştırmacılar biyoçeşitlilik için “tüketici öder” fikrini araştırıyorlar: Doğal kaynakları (örn. kereste, et) tüketenler etkilerini ödemeli. Roe, “İlk adım, bununla ilgili tartışmayı başlatmak ve ‘tüketici öder’ ilkesinin ‘kirleten öder’ ile aynı şekilde geçerli bir ilke olup olmadığı” diye konuştu.
Geçen yıl Montreal’de düzenlenen COP15’te, zengin ülkelerin biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak ve tersine çevirmek için daha fazla ödeme yapması gerektiği konusunda anlaşmaya varıldı, ancak tarihi kayıpların tazminine ilişkin herhangi bir tartışma yapılmadı.
Roe, “Bunun sosyal etkilerini ve yeryüzündeki insanlar için gerçekte ne anlama geldiğini düşünmeden, türlerin ve güzel yağmur ormanlarının vb. kaybına üzülüyoruz. Biyoçeşitlilik kaybı, çevresel bir sorun olduğu kadar bir kalkınma sorunu da” dedi.