Yeni bir araştırmaya göre, vahşi yaşam altıncı kez büyük bir yok oluş tehlikesiyle karşı karşıya. Bilim insanları bu yok oluşun bizi medeniyetin çöküşüne götürebileceği konusunda endişeli.
Haber: Damian Carrington
Çeviri: Çisil Sevinç
Proceedings of the National Academy of Sciences adlı dergide yayımlanan bir araştırmaya göre, vahşi yaşam altıncı büyük yok oluşuna doğru ilerliyor ve bilim insanlarına göre bu medeniyetin çöküşüne sebep olabilir.
Araştırmada 500’den fazla kara hayvanı türünün yok olma eşiğinde olduğu ve 20 yıl içerisinde nesillerinin tükeneceği sonucuna ulaşıldı. Bu miktar, son yüzyılda kaybedilen tür sayısıyla eşdeğer.
Bilim insanları, eğer insanlar doğayı bu derecede tahrip etmeseydi, bahsedilen yok oluş oranlarına ulaşılmasının binlerce yıl süreceğini vurguladılar.
Aralarında Sumatra gergedanı, tiz sesli çalıkuşu, İspanyol devasa kaplumbağası ve palyaço kurbağası türlerinin bulunduğu ve 1000’den az üyeye sahip kara omurgalılarının nesli tükenmek üzere.
77 türe ait tarihi verileri inceleyen bilim insanları, bu türlerin popülasyonunun %94 oranında azaldığını ortaya koydu.
Yok oluşların diğer çevre sorunları gibi telafi edilme ihtimalinin olmadığını belirten araştırmacılar, aynı zamanda yok olan türlere bağımlı olan türlerin de zamanla tükenmesine sebep olacak bir domino efekti oluşabileceği konusunda da uyarıda bulundu: “Yok oluşlar daha fazla yok oluşu beraberinde getiriyor.”
Radikal nitelikte bir örnek olan koronavirüs salgınının doğal hayatın tehlikelerini ortaya koyduğunu söyleyen bilim insanları, insanlığın sağlıklı kalabilmesi için biyoçeşitliliğe muhtaç olduğunu söyledi.
Artan insan nüfusu, yaşam alanlarının tahribatı, vahşi yaşam ticareti, hava kirliliği ve iklim krizi konularının acilen dikkate alınması gerektiği belirtildi.
Araştırma ekibinden Stanford Üniversitesi profesörü Paul Ehrlich, “İnsanlık diğer canlıları yok ettiğinde, kendi oturduğu dalı kesmiş oluyor. Tehlike altındaki türlerin korunması, bağlantılı olduğu iklim bozulması ile eşit biçimde, hükümetler ve kuruluşlar tarafından küresel bir acil durum gibi ele alınmalı” şeklinde konuştu.
Araştırma lideri ve Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi profesörü Gerardo Ceballos, “Doğanın bize sunduğu hizmetleri kaybetmemek için sahip olduğumuz son fırsatı iyi değerlendirmeliyiz” dedi.
Araştırma kapsamında, IUCN Red List of Threatened Species and BirdLife International’ın 29.400 kara omurgalı türünden elde ettiği bulgular incelendi.
Araştırmacılar 1000’den az popülasyona sahip 515 tür tanımladı ve bu türlerden yarısının 250’den az üyesi bulunuyor.
Bu türlerin çoğunluğunu tropikal ve alt tropikal bölgelerde bulunan memeliler, kuşlar, sürüngenler ve amfibiyanlar oluşturuyor.
Bilim insanları 5000’den az popülasyona sahip 388 kara omurgalı türü keşfetti. Bu türlerin %84’ünü oluşturan çoğunluk 1000’den az popülasyona sahip türlerle aynı bölgelerde yaşıyor ve bu nedenle domino etkisi şartlarını oluşturuyor.
Bilinen örnekler arasında, yosunla beslenen deniz kestanesinin ana avcısı olan su samurlarının fazla avlanması bulunuyor. Deniz kestanelerindeki artış, Bering Denizi’ndeki yosun ormanlarının azalmasına ve yosunla beslenen Steller deniz ineğinin tükenmesine sebep oldu.
Araştırmacılar, elde edilen bulguların tehlikedeki türlerin ve bölgelerin acilen dikkate alınması gerektiğinin altını çizerek koruma çabalarını artırabileceğini söyledi.
Londra’daki Ulusal Tarih Müzesi profesörü Andy Purvis, “Bu araştırma biyoçeşitlilik krizinin giderek tırmandığını kanıtlıyor. Araştırmacılar olarak karşılaştığımız en zor problem, türlerin coğrafik dağılımlarının tarihi hakkında yeterince bilgiye sahip olmamamız. Tükenmekte olan türlerden yalnızca 77 tanesi hakkında bilgiye sahibiz ve bu türlerin ne derece özgün olduğunu bilmiyoruz.
Ancak bu şartlar, varılan sonucu baltalamıyor. Biyoçeşitlilik krizi gerçek ve oldukça acil. Önemli nokta ise, hâlâ çok geç kalınmış sayılmaz. Sürdürülebilir bir dünyaya dönüşüm için gezegenimize bindirdiğimiz yükü hafifletmeliyiz. Bunu başarana kadar gelecek nesillerin mirasından çalmış oluyoruz” şeklinde konuştu.
Londra Üniversitesi Akademisi profesörü Georgina Mace, “Yeni araştırma, beşeri faaliyetler sonucu dünya genelinde popülasyonu azalan omurgalılar hakkındaki gerçeklerin bir kez daha altını çiziyor” dedi.
Ancak Mace, yok oluşun eşiğindeki türler belirlenirken 1000’den az popülasyona sahip olmalarının dikkate alınmasının en iyi ölçüm yöntemi olmayabileceğini ve popülasyonlarda görülen azalma eğilimleri ve IUCN Red List’te kullanılan yöntemlerin de son derece önemli olduğunu ekledi.
Mace sözlerine, “Birçok sebepten dolayı eyleme geçilmesi gerekiyor. Bu yalnızca hayatımız boyunca bağımlı olduğumuz dünya için değil, kendi sağlığımız için de gerekli. Doğa tahribatının maliyetli ve geri dönüşü zor olan etkileri var. COVID-19 bunun günümüzdeki aşırı örneği, ancak bu gibi pek çok örnekler mevcut” şeklinde devam etti.
WWF bilim direktörü Mark Wright araştırma hakkında, “Araştırmada yer alan rakamlar şok edici. Ancak hâlâ umudumuz var. Toprakları haksız yere işgal etmeyi ve Brezilya gibi ülkelerdeki ormanları tahrip etmeyi bırakırsak, biyoçeşitlilik kaybı ve iklim değişikliği eğrisini bükebiliriz. Ancak bunun için küresel bir bağlılığa ihtiyacımız var” yorumunda bulundu.
Haberin aslına buradan ulaşabilirsiniz.
Hava kirliliği ile fiziksel rahatsızlıklar arasındaki bağ üzerine daha önce birçok araştırma yapılmıştı. Ancak yeni…
Küresel kömür talebinin bu yıl rekor seviyeye ulaşmasının ardından 2027'ye kadar yatay bir seyir izleyeceği…
Türkiye’de 10 kentte enerji şirketlerinin projeleri için acele kamulaştırma kararı verildi. Niğde, Ankara, İstanbul, Sakarya,…
Dünyanın ortalama sıcaklığının orta vadede 1,5 dereceden öte 2 dereceyi de geçebileceğini belirten Prof. Dr.…
Karbon emisyonları azaltımı hedeflerini açıklayan Kanada hükümeti, resmi danışma kurulunun tavsiye ettiği miktarın altında bir…
Türkiye’de son yıllarda birçok göl ve su kaynağında yaşanan kuraklık, Salda Gölü'nde de derinden hissediliyor.…