Yeni Zelanda’daki Canterbury Üniversitesi’nden Profesör Michael Hall, sürdürülebilir turizmin geleceğinin iç açıcı olmadığını düşünüyor. Profesör Hall bu görüşünün arkasında yatan nedenleri şu şekilde sıralıyor: “Hükümet desteği alan havayolları ve turizm işletmelerine yeterince yeşil şartlar koşulmadı, yenilenebilir enerjiye yeterli ilgi duyulmuyor ve toplu taşıma, yeşil konaklama ve altyapı alanlarına gerekli önem verilmiyor.”
YAZI: Bulut Bagatır
Koronavirüs ile birlikte turizm büyük bir darbe aldı. Rezervasyonlar iptal oldu, uçuşlar durdu. Her şeyin sıfırlandığı bir dönemde, önemli ölçüde istihdam sağlayan turizm sektörü, sürdürülebilir turizm geçişine nasıl ayak uydurabilir?
Kısa vadedeki en olumlu şey, turizmin kısa mesafeli ve yurtiçi seyahati müşterileri için tatmin edici ve keyifli hale gelmesi olabilir. Böylece gelecekte de aynı trendin devam etmesi sağlanabilir ve insanlar uzun uçuşları tercih etmeyebilirler. Sürdürülebilir turizm, insanların yaptığı seyahatlerin miktarını azaltmakla ilgili değil. Aksine insanları çok hızlı veya çok uzaklara seyahat etmemeye teşvik etmekle ilgilidir. Yerel yiyecekleri deneyebilirsiniz ve yürüyüşlere çıkabilirsiniz. Ailenizle yeniden bağlantı kurup, kökleriniz hakkında bilgi edinebilirsiniz. Tüm bunlar sürdürülebilir turizmin bir parçası ve turizm, konaklama ve sektörün tedarik zincirindeki istihdama yardımcı olmaya devam edebilir.
Başarılı olma kriterini, toplam maliyete ve ziyaretçiye sağlanan yararlara bakmak yerine genellikle ziyaretçi sayısına bağlıyorlar. İyi bir işletme anlayışı ve “Turistlerin gerçek maliyeti nedir? En olumlu ROI (Return on Investment – yatırım getirisi) için ne tarz turist karışımına sahip olunmalı?” gibi ölçümleri uygulamayan destinasyonların olması bana her zaman tuhaf gelmiştir çünkü topluluklara sağlanan ekonomik yararlarla birlikte, bu tarz sorular sorarsanız ve çevre ve sosyal etmenleri dahil ederseniz, destinasyonların mevcut durumları hakkında farklı bilgiler elde edersiniz.
Maalesef buna ulaşmak için bir liderliğe ihtiyaç duyuluyor. Çoğu siyasetçinin üstlenmediği bu liderlik, UNWTO (Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü) ya da WTTC (Dünya Turizm ve Seyahat Konseyi) gibi büyüme odaklı kurumlar tarafından da üstlenilmiyor. Büyüme tutkusundan vazgeçilmediği ve çevre, ekonomi ve sosyal refaha daha büyük bir pencereden bakılmadığı sürece, yeni normal denilen düzen eskisinden pek de farklı olmayacak. Hatta çok daha kötüsü bile olabilir. Küresel salgının yarattığı ekonomik kriz sonucu hükümet ve işletmelerin yaptıkları yatırımlar önümüzdeki 20-30 senenin ekonomik ve çevresel gidişatını belirleyecek. Bu gidişat yeşil görünüyor mu? Genellikle hayır. Hükümet desteği alan havayolları ve turizm işletmelerine yeterince yeşil şartlar koşulmadı, yenilenebilir enerjiye yeterli ilgi duyulmuyor ve toplu taşıma, yeşil konaklama ve altyapı alanlarına gerekli önem verilmiyor. Yani kısa dönemde bazı olumlu uygulamalar hayat geçse de, uzun dönemde sürdürülebilir turizmin geleceği pek iç açıcı değil.
COVID-19’la birlikte insanların doğayla daha sıkı ilişki kuracağı ve seçeneklerini buna göre belirleyebileceği tartışılıyor. Böyle bir tercih olası mı? İklim değişikliğini de göz önünde bulundurursak, halihazırdaki turizm sisteminden uzun vadede insanların vazgeçmesini sağlayacak olanlar neler?
İyimser bir cevap vermek isterdim ancak bu mümkün değil ve bunun nedeni sadece pandemiyle ilgili değil. Giderek daha çok insan, park ve doğa ile temasın olmadığı, kötü bir şekilde tasarlanmış kentsel alanlarda yaşıyor. Bu nedenle günlük yaşamlarında doğa ile yeterli temasları yok ve bu aslında turist oldukları o ufak zaman aralığından çok daha önemli. Salgın nedeniyle insanların veya turizmin doğayı daha fazla kucaklayarak dönüşeceğine dair çok fazla tartışma var. Bu güzel bir fikir ve bazı insanlar bunu yapabilecek olsa da, çoğunluk için çok zor olacak. İnsanlar yaşamak ve ailelerine bakmak zorunda. Bu nedenle ekonomik kriz sırasında başka bir yöne doğru gitmek kolay değil. Ailenin ait olduğu köye geri dön ve küçük bir arazide doğaya temas ederek yaşa demek gerçekten kolay mı? Bu yapılabilir elbette ama zor bir hareket. Vazgeçilmesi gereken onlarca şey var.
Bence sadece az sayıda insan seyahat planlarının doğaya yakın olmasını tercih edecek, uzun vadede insanların çoğunluğu eski planlarına sadık kalacak ya da son seyahat ideali neyse onu kopyalayacak. Kısa vadede açık bir şe
kilde iç turizm yükselecek çünkü bazı insanlar ailelerini ziyaret etmeyi veya ailelerinin ait oldukları yerleri görmeyi tercih edebilirler. Ama bunun sonsuza kadar süreceğini sanmıyorum ve daha az emisyona neden olmasına rağmen ve bu açıkça iyi bir şey olsa da, temelde uluslararası ziyaretçilerin aşırı yoğunluğu yerini yerli halkın aşırı yoğunluğuyla değiştirecek.
Uzun vadede, orta ve uzun mesafeli seyahatten vazgeçmek gerçekten zor olacak. İklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için ücretlendirmek zorunda olduğumuz emisyonların gerçek maliyetleri var. Ancak bunun yakın zamanda gerçekleşebileceğini göremiyorum. Çok fazla insan, seyahatlerinin bir fark yaratmadığını düşünüyor. Hükümetler de daha fazla etki için değişime veya düzenlenmelere yanaşmıyor. Ayrıca, uzun mesafeli seyahatin kişisel gelişimde pozitif bir rolü olduğu düşünülüyor ve bunun değişmesi için büyük bir toplumsal değişim gerekiyor. Ancak böyle bir değişimi hayal edemiyorum çünkü tüketmeye dayalı bir toplumda yaşıyoruz.
Pandeminin milliyetçiliği daha da güçlendireceğini savunan görüşler var. Böyle bir durum sürdürülebilir turizmi nasıl etkiler?
Evet, sıradan insanlardan çok liderler nedeniyle çok korkunç bir milliyetçilik var. Yine de küreselleşmiş bir dünyada yaşayacağız. Uluslararası bir yapıya sahip ve ekonomik açıdan bile kolayca değiştirilemeyecek kadar çok ticaret, seyahatler ve pek tabii turizm var. İnterneti ve uydu televizyon kanallarını tamamen kontrol edebilen bir ülkede değilseniz, sınır ötesi fikir akışını durdurmak çok zor. Milliyetçilik, sanki milliyetçilik kartını oynamak ve bir başkasını suçlamak zorundasınız gibi, korkunç liderlere destek olma eğiliminde ve bu açıkça bir sorun yaratıyor. Ne yazık ki, şu anda bir takım kötü liderlere sahibiz. Pandemi bir süre sonra muhtemelen ülkelerin mücadele etmek zorunda olduğu genel hastalık geçmişinin bir parçası olacak. Bu, özellikle önemli bir turizm endüstrisi olan ülkeler için geçerli olacaktır.
Sınır biyogüvenliğindeki iyileşmelerin o kadar da kötü bir şey olmadığı söyleniyor ki bu, nefret ettiğim düz milliyetçilikten farklı. Bununla birlikte, turizmin bir hastalık ve istilacı tür taşıyıcısı olarak rolünün daha fazla farkında olmak, sadece turizm için değil, diğer ekonomik sektörler ve özellikle tarım ve çevre için olumlu. Ancak bu, belirli bir milliyete, etnik yapıya, inanca veya dine sahip bireylerin herhangi bir ülkeyi turist olarak ziyaret etmesini kasıtlı olarak zorlaştıran çirkin bir milliyetçilik ve sınır kontrolü biçimlerinden oldukça farklı.
Her ne kadar sürdürülebilir turizmin doğasına uygun olmasa da, sürdürülebilir turizmin sosyoekonomik olarak daha çok zengin ve orta sınıfa yönelik olduğuna dair bir düşünce hakim. Tüm insanları ekoturizme davet etmek, bu görüşü yıkmak için neler yapılabilir?
Bu soruya iki şekilde yanıt verebilirim. Kökeni 1980’lere dayandığından, ekoturizm “kıtlık getirisi” (scarcity rent) fikrine odaklanıyordu. Bunun anlamı, bir konuma gidebilecek insan sayısının çevresel etkilerden dolayı kısıtlanması ve sınır aşıldığında ceza kesilmesi. Bence, ekoturizmin üst sınıflara yönelik olduğu fikri buradan doğdu. Bu cezalarla temel olarak, turistik yerin ayakta kalabilmesi ve kazanımların ev sahibi topluluklara verilebilmesi amaçlanıyor. Maalesef, ekoturizm başlangıç noktasından oldukça uzakta ve neredeyse anlamsız bir hale geldi çünkü ekoturizm eskiden, ziyaretin çevreye yol açtığı gerçek maliyetlerin ödenmesi anlamına geliyordu.
Lütfen beni yanlış anlamayın, insanların doğayla ilişkisi olmasın demiyorum. Kesinlikle olmalı. Yerli topluluklar yerleşim yerlerine ve özellikle okullara ücretsiz veya çok düşük ücretle erişim sağlayabilmeli. Daha fazla para ödemesi gerekenler dışarıdan gelenler. Kentsel bölgelerdeki boş alanlara varlıklılar için alışveriş merkezi yapmak yerine, bu bölgelerin parklara ve yeşil alanlara ayrılmasına daha fazla önem verilmeli. Kentsel bölgelere yakın doğa parkları, insanların doğa ile etkileşime geçmesine yardımcı olacak şekilde tasarlanabilir ya da bazı bölgelerdeki parklar çok sayıda insana ekoturizm deneyimleri sağlayabilir ancak unutulmaması gereken nokta, bölgenin zarar görmemesine özen gösterilmesi. Bir yerleşim yerinin sınırlı sayıda insanla baş edebileceğini unutmamalıyız. Doğanın iyiliğini düşünerek, hepimiz o bölgeye akın etmemeliyiz. Gerçek bir ekoturist, çevreye olan etkilerinin farkındadır ve gerekli zamanlarda çevrenin yararı için bir yeri ziyaret etmemeyi seçebilir. İnsanların dolaylı yoldan mutlu olmayı öğrenmesi gerekiyor, yani bir yerin veya bir şeyin var olduğunu bilerek ancak onu kendi haline bırakarak ve belgesellerden izleyerek mutlu olabilmeliyiz.
Sürdürülebilir turizm markaları ve destinasyonları, çabalarını gezginlerle daha etkin bir şekilde paylaşmak için ne yapabilir?
Çoğunluğu kendi markalarının tanıtımını yapıyor. Engellenmelerine rağmen bence çok fazla yeşil ve eko-etiketli ürün var ve bazı markalar sürdürülebilirliği yeşile boyama olarak kullanıyor. Problem belki de pazarlama değil, çoğu ülkede pazarlama alanı yeterince düzenlenmiyor ve işletmelerin ve destinasyonların yalan söylemesinin önüne geçilemiyor. Aynı zamanda, sürdürülebilir turizmin sorunu iyi markalar değil, kötü olanlar. Birçok durumda sürdürülebilirlik kaygısıyla karşı pazarlama yapıyoruz çünkü pek çok işletme ve destinasyon var ve bağlı oldukları hükümetler sürdürülebilirliği umursamıyor, odak noktaları rakamların iyi görünüp görünmediği. İşte asıl problem bu…