Anadolu’da ekip biçecek, karnımızı doyuracak, gelecek nesillerin de en az bizim kadar refah içinde yaşamasını sağlayacaksak, üç hattı birlikte yürümemiz gerekiyor. İklim kriziyle mücadele (tabii bu çaba, ekosistemin güçlendirilmesi bağlamında biyoçeşitlilikten su kaynaklarının korunmasına, toprağın eski gücüne kavuşmasına ve karbon yutaklarının çoğaltılmasına kadar uzanıyor); iklim değişikliğine uyum için kapsamlı bir planlama (ürün ve havza bazlı) ve çiftçilerin iktisadi, sosyal ve kültürel olarak güçlendirilmesi…
YAZI: Barış DOĞRU, Bulut BAGATIR, Gülce DEMİRER, Çisil SEVİNÇ
İnsanlığın ilk derdi gıdaya erişmek idi herhalde. Barınmadan, ısınmadan önce yemesi gerekiyordu. Dört başı mamur bir “uygarlık” haline gelme- si de tarıma başlamasıyla oldu zaten. Kentler, ibadethaneler, yollar, köprüler, araçlar, ticaret hep bu hat üzerinden gelişti. Ve yaklaşık 10 bin yıldan bu yana da yerkürenin doğasını şekillendiriyor insanoğlu ve kızı. Gezegenin en uç noktalarına kadar ulaşan, çoğalarak milyarlarca nüfusa ulaşan, okyanusları, denizleri birbirine bağlayan, koca gölleri kurutan, denizleri plastik havuzuna çeviren, atmosferin konsantrasyonunu değiştiren ve en nihayetinde iklimi altüst eden bu inanılmaz genleşmenin artık yeni bir jeolojik dönemi başlattığı genel kabul görüyor: Antroposen. Bu yeni çağa neden olan insanlık aktivitesinin en temel bileşeni kuşkusuz, seragazı emisyonları. Ve onun arkasında da enerji üretimi kaynaklı fosil yakıtlar var. Ancak dünyanın biyolojik dengesini sarsan ikinci en büyük neden için, büyük olasılıkla, açlığımızı gidermek amacıyla toprakları, gölleri, ormanları berhava etmemize yol açan tarımsal etkinlikler diyebiliriz. Üstelik, yağmur ormanlarını mahvetmemize, Aral Gölü’nü kurutmamıza, yerkürenin topraklarını onulmaz bir biçimde bozmamıza neden olan bu inanılmaz aktiviteye rağmen, açlık da, kötü beslenme de, gıda güvencesizliği de orada duru- yor. Yani insan uygarlığı, şu ana kadar başarılı olamadı; temel hareket noktalarını gerçekleştirememenin yanı sıra, bunu artık mümkün kılacak biyolojik kapasiteyi de zedeledi. İşte o yüzden Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın ikinci maddesi, “Açlığa Son”.
Üstelik daha belki de işin en kötü safhasına bile gelmedik. IPCC’nin geçtiğimiz yıl açıkladığı özel raporlardan biri olan “Arazi Raporu”, bunu çarpıcı verilerle ortaya koyuyor. İklim krizinin etkilerini henüz hissetmeye başladık. Bir yandan kentlerin altyapılarını paramparça eden aşırı iklim olayları, diğer yandan da tarım alanlarını ve kırsal bölgeleri vuruyor. Ancak bunun daha başlangıç olduğu da açık. İklim istikrarını belirli bir seviyede koruyacak 1,5 derece sınırına hızla yaklaşıyor, işin daha kötüsü orada durabilmenin koşullarını da sürekli erteliyoruz. Dolayısıyla bir yandan emisyon azaltımı için uğraşırken, diğer yandan da “uyum” göstermek zorundayız.
Tarım ve gıda üretimi bu anlamda son derece kritik bir noktada duruyor. Kötü uygulamalarla bir yandan toprağı bozar, suları kirletir, orman alanlarını tahrip eder ve dolayısıyla karbon yutaklarını yok ederken, diğer yandan da iklim krizi nedeniyle şimdiye kadar ürettiğimiz gıdayı da üretememe durumu ile karşı karşıyayız. Kuşkusuz dünyadaki açlık sorununun eşitsizlik ve istikrarsızlık temelli başka temel nedenleri de var ancak iklim krizi-toprak bozunumu-karbon yutaklarının yok olması, kuyruğunu yiyen yılan misali birbirini doğruyor ve sonra bir üst düzeyde tekrar yaratıyor.
Türkiye özelinde durumu incelersek ortaya konan veriler hiç de iç acıcı değil. Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Akdeniz Bölgesi, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasında yer alıyor. Bölgede, iklim değişikliğine bağlı olarak yıllık yağış miktarında azalma ve aşırı yağış olaylarında ise artış görülüyor. Bu eğilimin devam edeceği, toprak kalitesi ve toprak aşınımını (erozyon) etkileyeceği de geçtiğimiz yıl yayımlanan IPCC Arazi Raporu’nda ortaya konmuş durumda. Küresel ortalama sıcaklıklar sanayi öncesi döneme göre 1 derece eşiğini aştı. Son verilere göre Türkiye’de ise ortalama sıcaklık artışı şimdiden 1,5 dereceyi geçti. Bu sıcaklık artışı ve küresel iklim değişikliği, Türkiye’de kuraklık ve çölleşme riskini her geçen gün daha da artırıyor. 2018 yılında yayımlanan Çölleşme ile Mücadele İlerleme Raporu da bu riskin azımsanamayacağını doğruluyor. Rapora göre Türkiye topraklarının %25,5’i yüksek, %53,2’si ise orta derecede çölleşme riski ile karşı karşıya. İklim değişikliği aynı zamanda Türkiye’de su kaynakları üzerinde su arzında azalma ve su kalitesinde düşüşe neden oluyor. İklim değişikliğinin de etkisiyle, Türkiye her geçen yıl su fakiri bir ülke olmaya daha da yaklaşıyor. Şu an yaklaşık 1.500 metreküp olan kişi başına düşen su miktarının 2030’da 1.100 metreküplere düşeceği, 2040’larda ise 700 metreküplere kadar gerileyebileceği öngörüyor.
Fotoğraf: Abdurrahman ÇETİN
(CSB Senin İklimin Fotoğraf Yarışması)
Bilimsel Veriler Ortada, Çaba Nerede?
Peki bu verili durumu değiştirmenin yolu, yolları nerelerden geçiyor? Durumun vahametine odaklanmaktan hızlıca sıyrılıp, akıllı, bilime dayanan çözümler geliştirmenin zamanı çoktan geldi, geçiyor. Ekologos olarak, Rain- forest Alliance-UTZ ile birlikte gerçekleştirdiğimiz “Fındık, Çevresel Etkileri ve İklim Değişikliği – Türkiye Raporu” bu konuda aslında elimizde oldukça zengin bir bilgi ve deneyim biriktirdi. Türkiye’nin en büyük tarımsal ihracat kalemlerinden biri olan (ortalama yıllık 3 milyar dolar) ve tek başına dünyanın toplam üretiminin %70’ini sağlayan fındık üretimimizin hali, konuyu aslında çok iyi özetliyor. Çevresel etkileri hemen hiç ele alınmayan, giderek verimi düşen ve iklim değişikliğinden de ciddi oranda etkilenmesi beklenen fındık üretimi, tamamen başıboş bırakılmış bir halde. Bilimsel araştırmalar, şimdi ana üretim bölgesi olan Giresun ve Ordu’nun alçak rakımlarında, verimli bir fındık üretiminin ciddi sekteye uğrayacağını göstermesine karşın, herhangi bir kamusal planlama mevcut değil. İşin daha kötüsü, fındık üretimi yapılan alanlar göç nedeniyle büyük oranda boşalmış. İklim değişikliğine karşı alınabilecek önlemler mevcut ancak bunu yapabilecek bir üretici topluluğu yok denecek kadar az. Tarımsal arazilerin parçalanmasından tutun, yanlış teşvik politikalarına kadar (ürün değil, alan bazlı teşvik veriliyor) uzanan tüm kamusal ve yasal düzenlemeler, böylesine önemli bir ürünümüz olan fındığın iklim kriziyle mücadele etmesine engel oluyor. Yapısal sorunlar olarak adlandırabileceğimiz mevcut durumun ötesinde, fındığın geleceğini öngörecek bilimsel bir altyapı ve planlama da ortalıkta görünmüyor.
Bu durum birçok ürün ve bölge için geçerli aslında. Ülkemizi ve belki başka insanları doyurabilecek Anadolu toprakları, iklim değişikliğinin etkilerini şimdiden son derece güçlü bir şekilde hissederken, ne kamusal, ne bilimsel, ne de öz örgütlenmelerin çabaları ortalarda görünmüyor.
Üç Tarz-ı Mücadele
Çukurova Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ziraat mühendisi Prof. Dr. Zeynep Zaimoğlu ile yaptığımız söyleşide belirtildiği gibi, Anadolu çiftçisi iklim krizine karşı kendi kendine önlemler almaya çalışıyor. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Barış Karapınar’ın yaptığı araştırmada açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi, çiftçiler hayatları büyük oranda iklim koşullarına bağlı olduğu için, iklim krizi konusunda neredeyse en bilinçli toplumsal kesim. Nedenlerini, niçinlerini bilmeseler de, iklim krizinin neden olduğu aşırı iklim olaylarının, aşırı yağışların, kuraklığın, yağış takviminin değişmesinin tamamen farkındalar ve buna karşı, ellerinde olanlarla önlemler almaya çalışıyorlar. Prof. Dr. Zaimoğlu, bu konuda özellikle kadın çiftçilerin kadim bilgilerinin önemine ve halihazırda kısıtlı da olsa işe yaradığına dikkat çekiyor.
Ancak bunlar geçici ve tesadüfi çözümler. Ana çözümler, kamusal politikaların, bilimsel yaklaşımların ve üreticinin kadim bilgisi ile deneyimlerinden sentezlenen uzun vadeli bileşkesinden geçecek. Ürün deseninin, türlerinin, ekim-dikim takviminin bugünden başlayarak onlarca yıllık iklim projeksiyonlarına bağlı olarak yeniden şekillendirilmesi gerekiyor. Ancak, uyum politikalarıyla birlikte emisyon azaltım ve çevresel etkinin azaltılmasının birlikte yürütüldüğü bir kamusal politikanın hiç atlanmaması gereken bir yönü̈ daha var: Çiftçilerin güçlendirilmesi, eşitsizliklerin azaltılması.
Yani Anadolu’da ekip biçecek, karnı- mızı doyuracak, gelecek nesillerin de en az bizim kadar refah içinde yaşamasını sağlayacaksak, üç hattı birlikte yürümemiz gerekiyor. İklim kriziyle mücadele (tabii bu çaba, ekosistemin güçlendirilmesi bağlamında biyoçeşitlilikten su kaynaklarının korunmasına, toprağın eski gücüne kavuşmasına ve karbon yutaklarının çoğaltılmasına kadar uzanıyor); iklim değişikliğine uyum için kapsamlı bir planlama (ürün ve havza bazlı) ve çiftçilerin iktisadi, sosyal ve kültürel olarak güçlendirilmesi. Bu üç tarz-ı mücadeleyi yaratmak ise, daha çok araştırmaktan, daha çok iletişimden, işbirliği kanal ve platformlarının güçlendirilmesinden geçiyor, çünkü iklim krizini birlikte yarattık, birlikte çözmekten başka çaremiz yok…
BM iklim şefi Stiell, gelecek hafta toplanacak G20 liderlerine iklim finansmanı çabalarına destek verme çağrısında…
İlham Aliyev’in geçtiğimiz 1 senede yaptığı konuşmaları analiz eden bir çalışmaya göre, COP29’un ev sahibinin…
G7, son 20 yılda iklim finansmanı borçlarını ödememesi nedeniyle COP29’da “Günün Fosili” ödülünü aldı. BM…
Bu yılki BM iklim zirvesine ev sahipliği yapan Azerbaycan, fosil yakıt patronlarına ve lobicilere başkanlığın…
Azerbaycan COP29 Başkanlığı, girişimin 2025 sonrası iklim finansmanı hedefiyle ilgili müzakerelerle iç içe geçme riski…
UNEP, küresel ısınmayı olumsuz yönde etkileyen metan emisyonlarını azaltmaya yönelik taahhütlerin arttığını, ancak bu yöndeki…