Türkiye’nin 2050 yılında düşük karbonlu ekonomiye geçişine yönelik bir vizyonda, üstesinden gelinmesi gereken zorlukların genel görünümünü sunan yeni bir rapor, Türkiye’nin artan enerji talebini karşılamak için, ya fosil yakıtlara dayalı bir sistemi önceliklendirmeye devam edeceğini ya da önemli enerji verimliliği artışının yanı sıra sürdürülebilir ve yenilenebilir enerjiye dayalı bir enerji sistemi için kapsamlı bir dönüşümü gündeme alması gerektiğini belirtiyor. TEPAV, SEE Change Network ve CAN Europe ortaklığında yayımlanan adlı rapor hakkında CAN Europe ve TEPAV proje ekibi İklim Haber’in sorularını yanıtladı.
YAZI: Bulut BAGATIR
Yeşil iyileşme tartışmalarının iyice alevlendiği bir dönemde, rapora da dayanarak, Türkiye’nin yeşil iyileşmedeki konumunu nasıl özetlersiniz?
Türkiye’nin yeşil iyileşme konusundaki konumu pek çok açıdan incelenebilir ve tabii hepsi de birbiri ile bağlantılı olacaktır ancak rapora dayanarak enerji sektörü açısından cevap verebiliriz. Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın yayımladığı 11. Kalkınma Planı’na göre Türkiye sanayi sektörünün önemli bir rol oynadığı %4,3’lük bir büyüme tahmini bulunuyor. COVID-19 salgını ile, küresel ekonomide olduğu gibi Türkiye ekonomisindeki sorunlar da daha hızlı şekilde derinleşti ve benzeri görülmemiş bir resesyon dönemine girildi. Enerji sektörü, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu ekonomik krizden en fazla etkilenen sektörlerden biri ve bir yol ayrımına gelmiş durumda. Enerji sektörü, artık dünyanın pek çok ülkesinde terk edilen “eski normal” konusunda ısrarcı olup karbon-yoğun patikada kalmayı tercih edebilir. Ancak bu tercih, fosil yakıt yatırımlarının 20-30 yıllık süreç içerisinde, ekonomik ömürlerini tamamlamadan sistemden çıkması, yatırımcıların atıl varlık riskiyle karşı karşıya kalmaları ve kırılganlığı yüksek bir yöntemde ısrar anlamına gelir. Buna karşılık ülkeler, COVID-sonrası yeniden yapılanma mecburiyetini bir enerji dönüşümü şansı olarak kullanıp yatırımlarını verimli, düşük karbonlu teknolojilere kaydırabilir ve kimsenin geride kalmadığı katılımcı ve adil bir fosilden çıkış süreci hedefleyebilir.
Yine 11. Kalkınma Planı’ndan anladığımıza göre Türkiye’nin enerji sektörüne dair planları içinde yerli ve yenilenebilir enerjiden üretimi artırmak, petrol ve doğalgaz aramalarını hızlandırmak gibi hedefler var ki burada bahsedilen yerli enerji kavramı, yenilenebilir enerjinin yanında linyitten enerji üretimini de işaret ediyor. Henüz TBMM’de onaylanmayan Paris Anlaşması emisyon azaltım hedefleri açısından da Türkiye kritik seviyede yetersiz olarak değerlendiriliyor. Tüm bunlar göz önüne alınınca Türkiye’de yeşil iyileşme doğrultusunda bir plan açıklanmadığı gibi kalkınma planları ve enerji öngörülerinin de bulunduğumuz noktada yeşil iyileşme çerçevesi ile uyumlu olmadığını, Türkiye’nin bu konuda dünya genelindeki yaklaşımı henüz takip etmediğini söyleyebiliriz
Sizin de raporda belirttiğiniz gibi enerji sektörü karbonsuzlaşmada en zorlu alanlardan biri ve dönüşüm çabalarının sancılarını ekonomik ve sosyal alanlarda görüyoruz. Türkiye özelinde dönüşümün bu denli zorlu olmasının nedenlerini neler?
Türkiye’de en yüksek seragazı emisyonuna sebep olan sektör enerji sektörü. Toplam seragazı emisyonları 2018 yılında, 1990 seviyelerine göre %137 artmış ve enerji sektörünün 2018 yılında Türkiye’de emisyonların %72’sine sebep oldu. Bu verilerden de anlaşılacağı gibi enerji sektörü Türkiye’de karbon bağımlılığı yüksek bir sektör.
Türkiye için dönüşümün zorlu olmasının nedenleri arasında karbon yoğun sektörlerin hâlâ teşviklerle desteklenmesini, başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkışa dair bir planlama olmamasını ve üst ölçekte ise bu dönüşüme zorlayan bir mekanizma yokluğunu sayabiliriz.
- Karbon bağımlılığı yüksek enerji sektörü aynı zamanda büyük bir ekonomik sistem oluşturmuş durumda. Bu durum da Türkiye için dönüşümün önündeki en büyük engel. Türkiye’nin başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkışa dair bir uzun vadeli bir planı bulunmuyor. Madencilik, termik santrallar ve bunların inşası alanında oluşan ekonomi ve istihdamın yenilenebilir enerji sektörüne adil bir şekilde geçişi için de Türkiye’nin henüz bir planı yok.
- Türkiye’nin Avrupa Yeşil Düzeni gibi bir planı veya karbon nötr olma yolunda somut ve tutarlı bir hedefinin olmaması, Avrupa’da enerji sektörünü dönüşüme zorlayan faktörlerin Türkiye’de oluşmamasına neden oluyor.
- Enerji sektörü karbon yoğunluğuna göre bir vergilendirme sistemi gibi yasal yaptırımlarla bir değişime mecbur bırakılmadığı gibi zarar eden fosil yakıt sektörüne verilen teşvikler, fosil yakıt bağımlılığının devam etmesine neden oluyor.
Raporunuzda alınan kararların enerji sektörü ve iklim değişikliği üzerindeki etkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi ve atıl varlık riskinden kaçınılması için değerlendirmelerin uzun vadeli yapılmasını öneriyorsunuz. Türkiye’de ise beş yıllık kalkınma planları dahi aynı sürede birçok kez revize ediliyor. Bu anlayışın değişimini neler sağlayabilir ve daha uzun vadeli değerlendirmeler ne gibi faydalar sunabilir?
Atıl varlık riskini azaltmak için entegre bir enerji sistemine geçişin ve enerjide dönüşümün hızlı bir şekilde, iklim dirençli, karbonsuz sektörlere doğru desteklenmesi gerekiyor. Bir önceki soru ile de bağlantılı olarak yanıt verelim; arz ve talep sektörlerinin iletişimde olduğu, enerji verimliliği konusunda toplumsal bilgilendirme çalışmaları yapılan bir sistemde enerji verimliliği artacak ve mevcut altyapının daha iyi kullanıldığı, yenilenebilir ve yerinden enerji üretimine geçiş daha kolay ve hızlı olacaktır.
Ayrıca Türkiye’nin kalkınma planlarında yoğunlukla yer verdiği yerli kömür, kömürlü termik santral yatırım planlarının, tüm dünyada ve enerji piyasasında tersine bir akım varken Türkiye’yi 20-30 yıl boyunca fosil yakıt bağımlılığına kilitleyebileceği fark edilmeli. Fosil yakıt sektörünün, iklim, sağlık, ekonomi üzerinde yaratacağı olumsuzlukların yanında bu kilitlenme Türkiye’yi uluslararası ticaret ve yatırım konusunda da yıllarca zor durumda bırakacak. Avrupa Yeşil Düzeni kapsamında uygulamaya konması beklenen sınırda karbon vergisi düzenlemesi ile en büyük ihracat ortağı Avrupa Birliği ile ticari ilişkilerinin zarar görmemesi için Türkiye karbon yoğunluğunu azaltmaya yönelik önlemleri önceliklendirmeli.
Uzun ve kısa vadede atıl varlık riskini azaltmak için kalkınma planlarına göre şekillenen ufak iklim güncellemelerinin ötesinde, uzun vadeli net bir hedefi olan (örneğin AB için 2050 yılında karbon-nötr olma gibi) bağlayıcı ve bütüncül bir iklim yasasının yürürlüğe girmesi, bütün yatırım ve kalkınma planlarının bu yasaya göre düzenlenmesi gerekiyor. Paris Anlaşması ve dünya eğilimleri ile uyumlu, bilimsel verilerin gelişimine göre sıklıkla güncellenen bir iklim yasası temel olarak alındığında kalkınma planlarındaki revizyonlar da atıl varlık riskini azaltacak, iklime uyumlu sistemler yönünde olacak.
Enerji sektöründe kapsamlı ve hızlı bir değişimin sağlanması için kamu, sivil toplum, özel sektör işbirlikleri ile oluşturulan, işçi ve yurttaşların da katıldığı, dönüşüme yönlendiren düzenlemeler yapılması gerekiyor. Bu düzenlemeler, enerjide halihazırda yaşanmakta olan değişimi hem hızlandıracak hem de yurttaşların ve Türkiye ekonomisinin bu dönüşümden faydalanmasını sağlayacak.
Her ne kadar kömür yavaş yavaş terk edilse de ekonominin karbondan arındırılması sürecinde doğalgaza yatırım yapılması tartışmaları doğalgazın lehine ilerliyor. Doğalgaz gelecekte nasıl bir rol oynayacak?
Enerjinin dönüşümü tartışmalarında öncelikle şunun anlaşılması gerekiyor, doğalgaz bir fosil yakıttır, bir geçiş yakıtı değil. Paris Anlaşması’nın önemli bir gündem olması, Yeşil Yeni Düzen gibi hızla yükselen gelişmeler bugün iklim krizinin geldiği noktanın inkâr ve göz ardı edilemez olmasından kaynaklanıyor. İklim krizine dair yapılan modelleme ve çalışmalar 1,5 – 2 derece hedefi için sürenin ve atmosferik alanın hızla daraldığını ve doğalgaza yer olmadığını gösteriyor. Avrupa’da adil dönüşüm ve yeşil iyileşme kapsamında verilen desteklerin doğalgazı kapsamaması için sivil toplum tarafından büyük çaba harcanıyor. Şu anda doğalgaza bir eğilim görünse de yakın zamanda Avrupa Parlamentosu tarafından 2030 yılında %60 olarak önerilen Avrupa’nın azaltım hedefleri kapsamında yakın gelecekte doğalgaza yer görünmüyor. Kömürün yerine doğalgazı koyan ülke ve işletmeler, daha iddialı iklim hedefleri ve iklim eylemi ile kendilerini yine bir atıl varlık riski ve ekonomik çıkmaza sürükleyecek gibi görünüyor. Hem Türkiye hem de dünya için yaklaşık 50 yıllık altyapı ömrüne sahip olan doğalgaz yatırımlarından uzak durmak, çok kısa sürede karşılaşılacak dev atıl varlık risklerinden uzak durmak anlamına gelebilir. Doğalgaz ısrarı ise iklim krizine katkısının yanında, yenilenebilir enerji piyasasındaki değişimlerle artan rekabet sonucu hem ekonomik olarak verimsiz, hem ticaret anlaşmalarına aykırı bir sistemle baş başa kalmak anlamına gelecek.
Geçtiğimiz günlerde SHURA enerji verimliliğine dair açıkladığı raporunda 2030’da enerji verimliliğiyle 18 milyon hanenin elektrik üretimine eşdeğer tasarruf sağlanabileceğini açıkladı. Siz de raporunuzda enerji verimliliğini artırmanın mümkün olduğunu ve bu uygulamaların birçok sektörde maliyet açısından rekabetçi şekilde gerçekleştirilebileceğini söylüyorsunuz. Ancak Türkiye’de özellikle iklim tartışmalarında enerji verimliliği geride kalıyor gibi görünüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Söylediğiniz ve bizim de raporda üzerinde durduğumuz gibi enerji verimliliği enerji dönüşümünün birincil parçalarından. Türkiye, OECD ülkeleri arasında enerji talebi ve emisyon artış hızı en yüksek olan ülke, enerji talebini yenilenebilir kaynaklardan karşılamak kadar enerji verimliliği çalışmaları da Türkiye’nin Paris İklim Hedefleri ile uyumlu olması için gerekli. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2018 yılında yayınladığı Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı (UEVEP) da 2023 yılına kadar enerji verimliliğine 10,9 milyar dolar yatırım ve birincil enerji tüketiminde %14 azalma ve bunların sonucu olarak da 66,6 milyar ton CO2 azaltımı hedefliyor. Enerji verimliliği konusunda siyasi bir iradenin varlığı çok önemli. 2020 yılında yayımlanan UEVEP Gelişimi Raporu, 2019 yılında 1.182 milyon dolarlık enerji verimliliği yatırımı yapıldığını ve 858 ktoe birincil enerji tasarrufu sağlandığını gösteriyor. Bu rakamlara dayanarak 2019 yılında Enerji Verimliliği Eylem Planı’nın %102 oranında gerçekleştirildiği görülüyor. Ancak daha iddialı eylem planları ile daha yüksek enerji verimliliğine ulaşılabileceği de çeşitli projeksiyonlarda görülüyor. İklim tartışmalarında, enerji ihtiyacı sorgulanmadan enerjinin üretiminin nasıl yapılacağı tartışılmaktaydı ki bu döngü artık kırılıyor. Bu noktada bir adım geriye giderek üretilen enerjiye ihtiyaç olup olmadığının sorgulanması gerekiyor. Yoğun üretimin bir sebebi de entegre olmayan enerji sistemi sonucu enerji güvenliğini sağlamak için fazladan üretime yönelmek. Yurttaşların katılımı ile, bilgiye dayalı seçimlerin teşvik edildiği, dağıtık ve entegre bir enerji sisteminde arz ve talep dengeleneceği gibi, hem toplum hem de karar mekanizmaları açısından enerji verimliliğine odaklanmak ve yönelmek daha kolay olacaktır.