YAZI: Barış DOĞRU, İklim Haber ve EKOIQ Yayın Yönetmeni
KONDA Araştırma’nın iklimhaber.org ile birlikte gerçekleştirdikleri “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” çalışması yine tahmin edilmesi zor ve şaşırtıcı sonuçlar ortaya koydu. 2018 ve 2019’da yapılan araştırmanın sonuçları da, yurttaşlar arasında beklenenin ötesinde bir çevresel duyarlılık, iklim değişikliğinin varlığı konusunda oldukça yüksek bir kesinliği ve bu gelişmeden duyulan yüksek bir endişeyi ortaya koymuştu.
Türkiye’de yurttaşların iklim değişikliği konusundaki bu yüksek farkındalığını test etmeye yönelik, “Kimileri iklim değişikliğinin koronavirüsün yarattığından daha da büyük bir krize, tahribata yol açacağını söylüyor. Sizin düşüncenizi şimdi okuyacaklarımdan hangisi daha iyi açıklıyor?” sorusuna verilen, %51,5 oranındaki “Evet, iklim krizi virüsten daha büyük krizdir” yanıtı gerçekten şaşırtıcı bir sonuç. “İklim krizi de ciddi ama o kadar acil bir mesele değil” yanıtı %42 oranına ulaşırken, “İklim krizi diye bir şey yoktur” diyenlerin oranı ise sadece %6,5. Bu üçüncü seçenek, iklim değişikliğiyle ilgili diğer tüm sorularla birlikte okunduğunda, ABD ve bazı Batı ülkelerinde yüksek oranlara ulaşan “iklim inkarcılığının” Türkiye’de en fazla %10-15’lik bir kesim olduğunu gösteriyor. Bunun arkasında, Türkiye’de iklim inkarcılığını aktif olarak savunan hiçbir siyasi grup, parti veya akımın bulunmamasının yattığı tahmin edilebilir.
Anket çalışmasında dikkat çeken noktalardan biri de, sorulara verilen yanıtlarda, farklı siyasi görüş, parti ve kimliklere göre çok belirgin bir fark olmaması. Aynı şekilde eğitim düzeyleri bile sonuçları çok fazla değiştirmiyor. Bu anlamda, büyük bir siyasi kutuplaşma yaşayan Türkiye’de, iklim ve çevre konusunda ortada belirgin ve geniş bir konsensüs olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte, Türkiye’de iklim politikalarına sahip, bunu genel ekonomi yönelimleriyle birleştirebilen kuvvetli bir siyasi güç, hareket ve/veya parti de bulunmuyor. Hem muhalefet hem de iktidar bloğunda, halk kesimleri arasındaki bu belirgin eğilimin, şu ana kadar hiçbir grup veya siyasi oluşum tarafından dikkatli bir şekilde ele alınmadığı söylenebilir. Yani ortada, toplumsal cinsiyet konu- suna benzer bir şekilde, satın alınmayı bekleyen geniş bir eğilim mevcut.
Ekonomik sorunlar ve işsizlikle bunalmış geniş kesimler için, çevre sorunları ve iklim krizi başat problem olarak görülmeyebilir. Ama ekonomik iyileşmeyle birlikte gündeme getirilecek, tüm dünyada zaten yoğun bir şekilde konuşulan Yeşil Düzen- Mutabakat, pandemiden çıkışta çok kolay dinlenen ve takip edilen bir siyasi söylem ve pratik olabilir.
Ancak Türkiye’nin mevcut yöneliminin şu anda hem ulusal ölçekte hem de uluslararası müzakerelerde tamamen zıt yönde olduğunu belirtmek gerekiyor. Türkiye halen Paris Anlaşması’nın dışındaki tek G20 ülkesi. Anlaşmayı parlamentosunda onaylamayan dünyadaki yedi ülkeden biri (diğerleri Eritre, Güney Sudan, Irak, İran, Libya ve Yemen) olan Türkiye giderek tüm ulusal ve uluslararası politikaların öncelikli unsuru olmaya başlayan, ekonomi politikalarına yön vermeye başlayan iklim eylemi tartışmasının tamamen dışında kalmaya devam ediyor.
Özelikle Çin’in yakın zamanda yaptığı, 2060 yılında karbon nötr olacağı yönündeki açıklaması genel dünya yönelimini göstermesi açısından önemli. Gelişmiş ülkelerde de iklim gündemi giderek ısınıyor; ABD’de iklim değişikliği, seçimlerin önemli tartışma konularından biri oldu ve seçim Demokratların zaferiyle sonuçlandı. Yeni Başkan Biden Trump’ın geri çekilme kararı aldığı Paris Anlaşması’na hızla geri dönecekleri sözünü çoktan verdi.
Avrupa Birliği (AB) ise iklim mücadelesine öncülük etmeye devam ediyor, 2050’de dünyanın ilk karbon nötr kıtası olmaya kararlılar. 2030 yılına kadar %55 oranında emisyon azaltımı hedefini içeren AB’nin yeni iklim planı özellikle sınır ötesi emisyonlar tartışmasını da gündeme getiriyor.
“Karbon Sınır Düzenlemesi” (carbon border ad- justment) adında ithalata karbon vergisi getirmek de bu planın önemli aşamalarından biri. “Sınırda Karbon Düzenlemesi”nden en çok etkilenecek ülkelerin başında gelen Türkiye ise, bu konuda bir adım atacak gibi görünmüyor. Ancak bu hareketsizliğin sonu, çevresel sorunların yanı sıra, var olan ekonomik sıkıntılara eklenen yeni yükler getirebilir. Halbuki “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020”, bu sorunlara eğilecek bir politik ve ekonomik yönelimin, halkın desteğini alacağını da açık bir şekilde gösteriyor. Evet alıcısı çok ve hevesli, satıcısı kıt ve tutuk, ilginç bir durumla karşı karşıyayız sayın okuyucular…