İklim Haber ve Konda Araştırma şirketi işbirliği ile gerçekleştirilen “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması”nda “Toplumsal Fay Hatlarından Birisi Olarak Çevre Duyarlılığı” adlı yazıyı kaleme alan KONDA Araştırma Genel Müdürü Bekir Ağırdır, toplumsal zihniyet haritasının ve zihni-duygusal ambargoların kırılmak üzere olduğu bir zaman aralığında olduğumuzu belirtiyor. Ağırdır, “Özellikle kadın, çevre ve tüketici hakları konularında -deprembilimcilerin jargonuyla söylersek- fay hatlarında enerji birikmesi var. Bu üç konunun muhatabı devlet olduğu kadar, toplumun kendisi ve şirketler, markalar” diyor. İşte Bekir Ağırdır’ın o yazısı…
Bu araştırmada da, diğer tüm araştırmalarda da toplumun çevre duyarlılığının yüksek olduğu ve zaman içinde yükselmekte olduğu görülmektedir. Bu bulgu ve tespit konusunda kuşkuya yer yok. Çünkü bu topraklar erozyonun, kuraklığın, iklim değişikliğinin ve çevre tahribatının en yoğun yaşandığı coğrafyalardan birisi. İnsanların bizzat yaşadıkları bu gerçekliği görmüyor, anlamıyor olmalarını düşünmek büyük hata olur. Öte yandan da çevre duyarlılığından beslenen sivil örgütlenmelerin gücü, kapasitesi, yaygınlığı konusunda epeyce yol alınması gerektiği de açık.
Toplumun yaşadığı gerçeklik ile bu gerçekliğe dair algıları ve gündelik yaşam pratikleri arasında bir yarılma var. Bu yarılma hemen her konuda gözlediğimiz değerler ile pratikler arasındaki yarılmayla bağlantılı. Yani “iyi, doğru, güzel” diye tanımladıklarımız ile “yaptıklarımız” arasında farklılaşma var.
Bu yarılmayı yaratan çok temel bazı unsurlar var. Toplumun doğrunun ne olduğunu bilmesine karşın bazı konularda neden farklı davrandığı, yaptıklarını zihin dünyasında nasıl gerekçelendirdiği sorusuna cevap bulmamız gerekir.
Bunun birkaç önemli nedeni var. Birincisi hukukun üstünlüğüne olan inancın düşük olması. Türkiye toplumu devleti ve hukuku yaşamı düzenleyen değil, yaşamı ve vatandaşı denetleyen mekanizmalar ve kurallar manzumesi olarak görüyor. Bu nedenle devletin ve hükümetlerin politikalarının etkin uygulanacağına ya da toplumun çıkarına olacağına tereddütlü bakıyor. Nitekim bu araştırmada da toplumun hükümetin küresel ısınma konusunda etkin tutum geliştireceğine inanmadığı görülüyor.
İkincisi toplumun kalkınma, istihdam, eğitim, sağlık gibi alanlarda öncelikleri ve yüksek talebi var. İnsanlar yaşama öncelikle “hanenin dirliği, düzenliği” üzerinden bakıyor. Gerektiğinde bu öncelikli ihtiyaç ve talepler için bedel ödenebileceğini düşünüyor. Ama yukarıda da değindiğimiz gibi değerleri ile pratikleri arasındaki yarılma nedeniyle bir yandan kalkınma için çevre katledilmesin diyor, öte yandan da baraj, yol inşaatını kendi geçim talebi ve umuduyla bekliyor. Bunun yanı sıra bedelin ne olduğunu, coğrafyanın ve toplumsal yaşamın tam da bu uygulamalar nedeniyle beka sorunu olduğunu hissediyor.
Toplumsal zihin haritasındaki üçüncü neden de insanların kendi bireysel yaşamları için umutlu ve sorun çözücü iken ortak yaşama dair karamsar, korkuları baskın ve garantici olması. Bu yarılmayı yaratan yüzlerce yılın deneyimine ve toplumsal belleğe sahipler. O nedenle birçok alanda ikircikli tutum ve davranışlar sergiliyorlar.
Ve son olarak yine toplumsal bellekten beslenen bir zihni mesele daha var. Bu topraklarda hak temelli örgütlenme ve eylemlilik düşük. Buna karşılık dayanışma temelli örgütlenme ve eylemlilik çok yüksek. Şu anda bile faaliyette bulunan sivil girişim ve örgütlenmelerin neredeyse %90’ı “dayanışma temelli”, %10’u “hak temelli” örgütlenme. Çünkü bu topraklarda devlet ve egemenler her hak talebini kıyarak bastırmış. Toplumsal bellek hak talebi ile devletin kıyıcı gücünü eşliyor. Örgüt kelimesinin gündelik hayatta ne anlam geldiğini düşününce ne denli derin bir zihni eşikle karşı karşıya geldiğimiz anlaşılıyor.
Tüm bu toplumsal zihniyet haritasının ve zihni-duygusal ambargoların kırılmak üzere olduğu bir zaman aralığındayız. Özellikle kadın, çevre ve tüketici hakları konularında -deprembilimcilerin jargonuyla söylersek- fay hatlarında enerji birikmesi var. Bu üç konunun muhatabı devlet olduğu kadar, toplumun kendisi ve şirketler, markalar.
Toplum bu alanlardaki mücadelesinde karşılarındaki muhatapların kıyıcı gücü olmadığını keşfettiği ve deneyimlediği oranda örgütlenme ve eylemlilik arzusu konusunda mesafe alıyor. Bu üç konunun doğrusunun ne olduğunu biliyor. Ve bu üç konuda özellikle de hem bireysel yaşamında hem de yerel ölçekte, her gün küçük başarı hikayeleri biriktiriyor.
Bu nedenle önümüzdeki dönemde hem sivil toplum açısından hem ülkenin genel siyasi atmosferi bakımından bu üç alandaki gelişmeler geleceğin inşası yolunda kritik öneme sahip olacaklar.
“Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması” adlı çalışmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.