;
Ekonomi Politika

“Tek Gerçekçi Çözüm, Ekosistemler ile Bütünleşik Kent Yönetişimi”

Yapılı alanların, sınırlarını aşarak biyolojik çeşitliliğe ve ekosistemlere müdahalesini konuştuğumuz UN-Habitat’ın Türkiye Yerel Danışmaları Ervin Sezgin ve Yelda Reis, “İnsan kalabalıklarını yönet(eme)mek ve kentleşmeyi yanlış yapmak yerine insanların, demokratik ve katılımcı bir şekilde, ekosistemler ile bütünleşik kent yönetişimini sağlaması hepimizin geleceği açısından tek gerçekçi çözüm olarak gözüküyor” diyor.

YAZI: Burcu GENÇ

Geçtiğimiz haftalarda BM Biyolojik Çeşitlilik Zirvesi öncesi dünya liderleri 2030’a kadar biyolojik çeşitlilik kaybını geri çevireceklerini taahhüt etti ancak buna rağmen Zirve’nin sönuk geçtiği konuşuluyor. Özellikle Çin’den konuyla alakalı bir taahhüt alınamaması önemli. Bildiğiniz gibi uzmanlar, COVID-19 pandemisinde, insanlığın doğanın sınırlarını daraltmasının rolü olduğunu söylüyor. Sizce kentleşmede biyolojik çeşitlilik kaybının rolü nedir?

Bundan 50 yıl önce dünya nüfusunun ancak üçte biri kentlerde yaşıyordu, bugün bu oran %56. Hızlı nüfus artışına bağlı olarak ortaya çıkan plansız kentsel yayılma (urban sprawl), kentsel alanların çeperinde yer alan ekosistemleri geri dönülemez bir biçimde tahrip ediyor. Kentler, betondan yağ lekeleri gibi yayıldıkça, diğer canlı türleri, yaşam alanları ile birlikte hızla yok oluyor. Özellikle metropoliten alanlar çevresinde sanayi ve yerleşimlerin kontrolsüz ve plansız yayılması sonucu tarım alanları, su rezervleri ve doğal habitatlar yok oluyor. Daha geniş bir perspektiften bakarsak, kentli insanın tüketim baskısı; doğal kaynakların aşırı kullanımı, tarım alanı açmak için ağaçsızlandırma, aşırı avlanma, hava, su ve toprak kirliliği, çölleşme, iklim değişikliği gibi sonuçlar doğurarak, biyolojik çeşitlilik üzerinde  yaratıyor ve bazı türlerin yaşam alanlarının yok olmasına neden oluyor. Bugünden baktığımızda, biyolojik çeşitlilik kaybının kentleşmeye etkisini ancak kısmen görebiliyoruz. Örneğin, biyolojik çeşitlilik kaybı, besin zincirinin zedelenmesine, dolayısı ile gıda güvenliği tehdidine yol açıyor diyebiliyoruz. Ya da COVID-19’un ortaya çıkışında da konuşulduğu gibi, daha önce karşılaşmadığımız kimi hastalıklara, onları taşıyan canlı türlerine yaşam alanı bırakmadığımız için maruz kaldığımızı söyleyebiliyoruz. İstanbul’un Kuzey Ormanlarından “kente inen” yaban domuzları da buna bir örnektir. Fakat insanın da ekosistemin bir parçası olduğunu unutmamak gerekir. Uzun vadede, biyolojik çeşitlilik kaybı, bugün bildiğimiz kentsel yaşamın kökten değişmesine, gittikçe monotonlaşan bir doğada, çeşitli afetlerle mücadele etmek üzere tasarlanmış, güvenlik odaklı kentlerin ve yaşam biçimlerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Dolayısı ile bakış açımızı, kent ve ekosistem ikilemi yerine, ekosistem içinde kentler odaklı olarak kurgulamak gerekiyor.

Yapılaşmış alanlar dediğimiz zaman ilk akla gelen kent oluyor. Türkiye’de ise yapılaşmış alanlarda herhangi bir sürdürülebilirlikten bahsetmek mümkün değil. Hatta daha çok tüm yeşil alanların betonlaşması anlamına geliyor. Sürdürülebilir bir kentleşmeden bahsettiğimiz zaman nerelere dikkat edilmeli? Nasıl bir yol takip edilmeli?

Nüfus artışı, kaçınılmaz olarak kentlerin büyümesi ve yayılmasına sebep oluyor fakat bu süreç mutlaka dünya kaynaklarının tüketilmesi ile sonuçlanmak zorunda değil. Öncelikle, küresel düzeyde, üretim, tüketim ve gelirin daha adil bir şekilde bölüşülmesi gerekiyor.

Bunu yaparken, alışılagelen tüketim alışkanlıklarını dönüştürmek, daha az tüketmek, tükettiklerimizi de geri dönüştürerek elde etmek gerekiyor. Döngüsel ekonomi alanında yapılan araştırma ve uygulamalar bu alanda umut vadediyor.

Konuya bütüncül bir şekilde yaklaşması açısından BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarından (SKA) da bahsetmek gerekir. 17 başlık altında toplanan bu amaçlar, küresel düzeyde, İklim Eylemi (SKA13), Sudaki Yaşam (SKA 14) ve Karasal Yaşam (SKA 15) gibi doğrudan biyolojik çeşitliliği korumaya yönelik hedefleri, Yoksulluğa Son (SKA 1), Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar (SKA 11), Sorumlu Üretim ve Tüketim (SKA 12) ve Amaçlar için Ortaklıklar (SKA 17) gibi kentleşme ile ilgili hedefler ile bütünlüklü olarak ele alıyor.

UN-HABITAT öncülüğünde geliştirilen Yeni Kentsel Gündem ( New Urban Agenda – NUA) ise SKA’ların kentsel düzeyde uygulanmasına yönelik bir çerçeve sunuyor. Burada mutlaka vurgulamamız gereken, kentlerin planlanmasında karma arazi kullanımı ve en az düzeyde motorlu araç kullanımına yönelik geliştirilen kompakt gelişme yaklaşımıdır. Bu şekilde gündelik hayatta kendi kendine yeten, çevresindeki ekosistemler ile barışık ve mümkün olan en az düzeyde yayılmacı kentsel yerleşmelerin oluşturulabileceği savunulmaktadır. UN-Habitat olarak Birleşik Krallık Refah Fonu, Küresel Geleceğin Şehirleri Programında uygulanmak üzere geliştirdiğimiz SKA Proje Değerlendirme Aracı da SKA’lar ve Yeni Kentsel Gündemin yerelleşmesine katkı sunuyor. Araç proje paydaşları arasındaki diyaloğu artırarak proje çıktılarını sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde değerlendirmeyi, böylece kentsel projelerin sürdürülebilirliğini sağlamayı hedefliyor. Türkiye’den İstanbul, Ankara ve Bursa da dahil, dünyanın on ülkesinden 19 kentte uyguladığımız bu değerlendirme aracı ile; kent yönetimleri yaptıkları çalışmaları sürdürülebilir kentleşmenin tüm yönlerini içeren şu başlıklar altında değerlendiriyorlar: Mekânsal planlama, sosyal kapsayıcılık, ekonomik kalkınma, çevresel dayanıklılık, veri yönetimi, kentsel yönetişim, kapasite geliştirme ve finansal stratejiler.

Kentleşmenin sürdürülebilirliği için tersine göçten bahsetmek doğru mudur? Yoksa insan kalabalığının yönetilemezliği kentleşmenin yanlış yapılmasından mıdır?

Tersine göç ile insanların basitçe kentsel alandan kırsal alana göç etmelerini anlamamalıyız. Türkiye’nin 20. yüzyıl iç göç deneyimi bize gösterdi ki kırsal alandan kente göç edenler, kendi gündelik yaşam pratiklerini de beraberinde getiriyorlar. Türkiye’nin sanayileşme dönemi boyunca kırsaldan kente göç edenler, bir taraftan fabrikalarda ve hizmet sektöründe çalışarak Türkiye’nin kentleşmesini sağlarken, diğer taraftan gecekondularda tarım yapmaya, geldikleri yerlerdeki hayatı sürdürmeye devam ediyorlardı. Tersine göç de aynı dinamikleri çalıştırıyor. Kent yaşamından vazgeçip kırsal alanlara, köylere göç edenler, yanlarında dizüstü bilgisayarlarını, internet bağlantılarını, espresso makinalarını, sosyalleşme ihtiyaçlarını da götürüyor. Bu anlamda, kent-kır arasında bir dengenin sağlanmasından ziyade, kırın kentleşmesinden ya da yazında geçtiği hali ile küresel kentleşmeden (planetary urbanisation) bahsetmek daha doğru olacaktır. Günümüz teknolojik imkanlarını göz önünde bulundurursak,başka türlüsü de pek mümkün değil aslında. Sorunuzdaki kelimeler ile biraz oynayarak cevabımızı verebiliriz belki: İnsan kalabalıklarını yönet(eme)mek ve kentleşmeyi yanlış yapmak yerine insanların, demokratik ve katılımcı bir şekilde, ekosistemler ile bütünleşik kent yönetişimini sağlaması hepimizin geleceği açısından tek gerçekçi çözüm olarak gözüküyor.