;
Diğer

“Tarımda Kadının Adı Yok”-2

Çukurova Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ziraat mühendisi Prof. Dr. Zeynep Zaimoğlu, termik santralların olduğu bölgelerde halihazırdaki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, santral kaynaklı kirlilik ve tarımsal üretimdeki dezavantajların birbirinin içerisine girdiğini ifade ederek, “Hepimiz çok iyi biliyoruz ki tarımda da kadının adı yok. Aile işletmelerinde çalışan kadınlar özellikle seralarda pek çok kontrolsüz kimyasala maruz kalarak çalışmak zorunda. Bunun yanı sıra hiçbir sosyal güvenceleri ve aylık kazançları ne yazık ki yok” diyor. 

YAZI: Gülce DEMİRER

Termik santrallar, bulundukları bölgelerde havayı, toprağı ve suyu zehirleyerek en temel insan hakları ihlallerine neden oluyorlar. İklim krizi de halihazırdaki eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor. Toplumsal cinsiyet bağlamında kadın, tarım ve iklim krizi boyutunu nasıl değerlendirirsiniz?

Termik santralların çevreye kirletici etkileri olduğu son derece açık. Fosil yakıtlardan hızlıca çıkmaya çalışıyoruz. Eski teknoloji santrallar doğa düşmanı olarak tanımlanabilir. Her ne kadar bunları onaylamasak da yeni teknolojiye sahip santrallar eski santrallara nazaran sadece bir tık daha az kirletici. Özellikle eski teknolojilerin olduğu alanlarda halihazırdaki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, santral kaynaklı kirlilik ve tarımsal üretimdeki dezavantajlar birbirinin içerisine giriyor. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki tarımda da kadının adı yok. Biz tarımı iki ayrı bölümde inceliyoruz: Büyük ve endüstriyel işletmeler ve küçük ve aile işletmeleri. Aile işletmelerinde çalışanların %50’den fazlası kadınlar. Bu kadınlar, özellikle seralarda pek çok kontrolsüz kimyasala maruz kalarak çalışmak zorunda. Bunun yanı sıra hiçbir sosyal güvenceleri, aylık kazançları ve isimleri ne yazık ki yok. Toplumsal cinsiyet anlamında baktığımızda endüstrideki kadınla, küçük işletmelerdeki kırsal kadını mutlaka ayırmak gerekiyor.

Bunun yanında sahadaki çalışmalarımda kırsaldaki kadınla ilgili çok önemli gözlemlerim oldu. Sıfır atık diyerek hareket etmeye çalışıyoruz ya, kırsaldaki kadında atık diye bir kavram yok. Pişireceği yemeğin ürünlerini kullanırken, artanını tavuklarına veriyor, toprağına gömüyor. Bu kompost oluyor. Anadolu’da ve kırsalda atalık tohumları anlattığınız zaman bir bakıyorsunuz küçük küçük tülbentlere sarılmış tohumlar getiriliyor. Bunu annesinin yaptığını, her sene kendisinin de ektiğini ve tohumunu aldığını anlatıyor. Böyle bir farkındalıkları var. Kardeş bitkiler dediğimiz bir kavram vardır. Bazı bitkiler birbirleriyle yetiştirildiklerinde hem doğaya hem de birbirlerine destek verirler. Hiç böyle bir eğitimleri olmadan, kadim tarım bilgilerini kullanarak kardeş bitki yetiştiriyorlar. Çünkü yüzyıllardır annelerinden, anneannelerinden böyle görmüşler. O kadar değerli, kadim bilgileri var ki kırsala ve doğaya kattıkları, bunları da görmemiz lazım. Cinsiyet eşitsizliği korkunç bir şey. O kadar değerliler ki saatlerce bunu konuşabiliriz.

Tarım yapamaz hale gelen kadın çiftçiler ya bulundukları alanda başka bir işle uğraşmak zorunda kalıyorlar ya da göç ediyorlar. Her iki durumda da bu bilgi aktarımı kaybolma riskiyle karşı karşıya. Bunun sonuçları gelecekte nasıl yansır? Yine bu uyum çalışmalarında kadınlar nasıl bir yer edinebilir?

Birkaç senedir farkındalık üzerine bir takım büyük AB projelerinde çalışıyoruz. Sahada olmamızın nedeni de bu. Bir yılda geniş çerçeveli bir AB projesi kapsamında yaklaşık 35 ilde bu tarz eğitimler verdik. Şimdi başka bir projeye dahil olduk. Hepsinin ortak amacı farkındalık. Bu projelerde ben tarım modüllerini çalışıyorum. Göç modülünü çalışan arkadaşlarım var. İklim değişikliği ve göç bütün dünyanın farkına vardığı bir konu. İklim krizi göçleri de beraberinde getiriyor. Bunun sosyal etkileriyle mücadele etmek kolay olmayacak. Bu kadim bilgilerin göçlerle birlikte kaybolma riski var. Oysa ki çok değerliler. Hepsini nasıl sahiplenip, koruyabileceğiz diye soruyorsanız kesinlikle her bir sektör adına uyumlanarak bunu başarabiliriz diye düşünüyorum.

Gittiğimiz çalışma sahalarında eğitime katılanların büyük çoğunluğunun kadın olmasını talep ediyorduk. Ancak Anadolu’da bu talebin karşılık bulması çok kolay olmuyordu. Sosyoekonomik olarak kadının adı gerçekten yok. Biz bunu kırabilmek için daha fazla araziye çıkmaya ve kadınlarla birlikte olmaya başladık. İklim değişikliğinin kadının üzerindeki etkilerine baktığınızda göç kadını daha büyük oranda etkileyen bir durum. Bütün evi toparlayan, çocukların kültürel gelişimini oluşturan kadın. Göç ettiği zaman kültürel varlığını orada bırakıyor. Nasıl uyumlandırabiliriz diye sorduğumuzda bu çok kolay olmuyor. Toplumsal olarak bir bütünün içerisinde yer almak zorundalar ve o noktada da söz alma hakları neredeyse yok. Aynı şekilde iklim ve kuraklık yaşandığında bütün parametrelerden kadın etkileniyor. Dikkat ederseniz köylerde eve suyu taşıyan hep kadındır. Ben erkeğin su taşıdığını pek görmedim. Özellikle Güneydoğu Anadolu’da kuraklık nedeniyle su kullanımında tasarruf edelim dediğimde bir kadın bana, “İnsanlar eğer bir gün su taşısalardı bir tek damlasını israf etmezlerdi. O ne kadar zor bir şeydir, bilir misiniz” dedi. Gerçekten çok etkilenmiştim. Bu nedenlerden yerelden uyumlanmayı çok önemsiyorum. Puzzle gibi, bütüne ulaşmayı arzuluyorum.