;
Diğer

“Tarımda Kadının Adı Yok”-1

Çukurova Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ziraat mühendisi Prof. Dr. Zeynep Zaimoğlu, termik santralların olduğu bölgelerde halihazırdaki toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, santral kaynaklı kirlilik ve tarımsal üretimdeki dezavantajların birbirinin içerisine girdiğini ifade ederek, “Hepimiz çok iyi biliyoruz ki tarımda da kadının adı yok. Aile işletmelerinde çalışan kadınlar özellikle seralarda pek çok kontrolsüz kimyasala maruz kalarak çalışmak zorunda. Bunun yanı sıra hiçbir sosyal güvenceleri ve aylık kazançları ne yazık ki yok” diyor. 

YAZI: Gülce DEMİRER

İklim krizinin kapıdan girmesiyle Türkiye’deki yağış ve sıcaklık rejimlerinin farklılaştığına, bunun da tarımdaki etkilerine gözle görülür bir şekilde şahit oluyoruz. Tarımsal üretim sistemlerinin iklim değişikliğine uyarlanması da bu bağlamda son derece önemli bir yol olarak karşımıza çıkıyor. Nasıl uyum çalışmaları bizi bu küresel krize karşı daha dayanıklı bir noktaya taşıyabilir? 

Son 10 yıldır akademik olarak iklim değişikliği ve tarım etkileşimi çalışıyorum. İnsanlara geleceğin çok da parlak olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Başlarda buna inanmak yerine bunun bir felaket senaryosu olduğunu düşündüler. Pandemiden yaklaşık 1 sene kadar önce yavaş yavaş herkeste bir farkındalık gelişmeye başladı. Geldiğimiz noktada, bir şeylerin yaşandığı kabul edildi ve geleceğin bir anlamda günümüzde yaşanmaya başlandığı tartışılıyor şu anda.

Bu noktada Türkiye için iklim değişikliğine dair yapılan son çalışmalarda her 10 kişiden yedisi iklim değişikliği için endişeli olduğunu söyledi. Bu da farkındalık adına iyi bir oran. Diğer taraftan güldüğüm sonuçlardan bir tanesi de şu: İklim krizi yoktur diyenlerin oranı yalnızca %6.5’ta kaldı. İşlevsel olarak da göz ardı edilebilecek bir düzeyden bahsediyoruz. Eğitim düzeylerinin bu farkındalıkta etkin olmadığına dair ilginç bir başka yorum daha var. Bu tarz çalışmalarda eğitim düzeyi arttıkça farkındalık düzeyinin artmasını bekleriz. Ama bu çalışmalarda hiçbir eğitim düzeyi bunu göz ardı edemedi. Bence dünya için önemli bir gösterge. Herkes kaybedeceklerinin farkına varmış durumda.

Tarımsal üretime dair uyum çalışmalarındaki en önemli araç ise tarımsal modeller. İklim modelleriyle bitki büyüme modellerini birbirlerinin üzerine çakıştırıyoruz. Bu çakıştırma sonunda şunu görüyoruz: 2030, 2050, 2099 projeksiyonlarında bugün yetiştirdiğimiz ürünleri, bugünkü gen kaynaklarıyla ve bugünkü enlem ve boylamda artık yetiştiremeyeceğiz. Bu modeller bize bir ürünü yetiştiremiyorken onun yerine neyi yetiştirebileceğimizi öğretiyorlar. Hangi bitkinin büyüme modeli bu coğrafya için daha başka yıllardaki iklim modeliyle çakışıyor, bunu belirlemeye çalışıyoruz. Bunları yaparken alt kırılımlara dikkat ediyoruz. Bunlardan bir tanesi erken uyarı sistemleri. Bir diğeri kuraklıkla mücadele yöntemleri. Biz burada tarımsal kuraklığı göz önüne alıyoruz. Tarımsal kuraklık, bitkinin istediği zamanlarda ve süreçlerde suya ulaşamaması. Başka bir süreçte inanılmaz miktarlarda şiddetli yağışlar olabiliyor. Bu bizi hiç rahatlatmıyor. Biz bitkinin geliştiği dönemde istediği miktarda suya sahip olmak istiyoruz. Bu suya sahip değilsek eğer biz buna tarımsal kuraklık diyoruz. Bununla mücadele edecek yöntemler bulmaya çalışıyoruz. Örtü materyalleri bulmaya, topraktaki organik madde içeriğini artırmaya çalışıyoruz. Çünkü organik madde içeriğinin artması topraktaki su tutma kapasitesini artırabiliyor.

Elimizdeki bir diğer çok değerli kaynak ise bizim atalık tohumlarımız. Bunu çok önemsiyoruz. Binlerce yıldır bu coğrafyada pek çok zorlu iklim koşullarını dayanmış gen kaynaklarımızı tekrar hayata döndürmeye çalışıyoruz. Şu anda tarımla ilgili uyumlanmada en hızlı biçimde başlıklar oluşturabileceğim yöntemler bunlar. Bunların altında pek çok detayla ilerlemeye çalışıyoruz.

İklim krizinden etkilenecek tarımsal üretimleri ele alan modellemelerin genel çerçevelerine göre, Türkiye’de en çok hangi tarımsal bitkilerin ve hangi bölgelerin etkileneceğini düşünüyorsunuz? 

Akdeniz Havzası iklim krizinden, özellikle tarımsal üretim bazında baktığımızda, en fazla etkilenen bölge. Bazen böyle söyleyince diğer bölgelerin etkilenmediği gibi bir çıkarımda bulunabiliyor insanlar. Öyle bir şey yok. Akdeniz Havzası’nda inanılmaz zengin bir bitki deseni var. Zeytin ve üzümü yukarı coğrafyada, daha aşağılarda ise pamuk, narenciye, buğday görme şansınız var. Bu yıl için Türkiye çapında en ciddi etkilenen tarım ürünlerinden bir tanesi buğday. Güneydoğu Anadolu’da %80’lere ulaşan rekolte kaybından bahsediyoruz ki bu çok yüksek bir rakam. Çukurova’da, özellikle mikroklimalarda ciddi kayıplar oldu. En sonunda hayvanları tarlalara sokan çiftçiler gördüm. Mera olarak kullandılar çünkü buğdaylar başağa kalkamadı. Bu ve benzer olaylar, %70’in iklim krizinden endişe duymasına neden oluyor.

Biraz önce bahsettiğimiz projeksiyonların bize söylediği kayıpları yaşıyoruz. Elimizde çok net rakamlar var. Aklınıza gelen hemen hemen her üründe bu rekolte kayıpları var. Narenciyeden başlayıp, buğdaydan ve pirinçten devam eden bir kayıptan söz ediyoruz. Fakat ilginç bir şekilde, uyum konusunda toplum hızlı davranıyor. Keyifle izlediğim çalışmalardan birinin örneğini vermek isterim. Atalık sorgül buğdayı normal koşullarda susuz alanlarda yetiştirebilen bir tohum. Tamamen kaybolmaya yüz tutmuştu. Son beş senede inanılmaz bir biçimde Güneydoğu Anadolu’daki üreticiler tohuma sahip çıktılar. Bunun sonucunda Güneydoğu Anadolu’nun tamamen susuz bölgelerinde sorgül buğdayı yetiştirmeye başladılar. Hibrit çeşitlere göre üretim tabii ki de daha düşük ama üretebiliyorsunuz. Bu sene ilk defa bu buğday Konya Ovası’nda da üretilmeye başlandı. Hepimizin bildiği gibi Konya Ovası’nda kuraklık nedeniyle ciddi bir biçimde verim kaybı söz konusu. Kuraklığa dayanaklı bir çeşidi burada deneyelim mi sorusundan yola çıkan bir çalışma bu. Bu ve benzer çalışmaları gerçekten çok önemsiyorum çünkü bunlar tarımı geleceğe uyumlandıran özel çalışmalar. Çukurova bölgesindeki karakılçık buğdayı yine atalık bir buğdaydır. Çiftçiler artık bu buğdayı daha fazla kullanıyor. Kayseri’de siyez ile hareket edilmeye başlandı. Gen kaynaklarımıza sahip çıkmaya başladık ve bu oldukça sevindirici bir gelişme.