Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) tarafından yürütülen ve Avrupa Birliği hibeleri tarafından finanse edilen İklim Değişikliği Alanında Ortak Çabaların Artırılması Projesi (İklimIN) kapsamında 2019 yılı boyunca devam eden iklim değişikliği eğitimleri kısa bir süre önce tamamlandı. 12’si büyükşehir belediyesi olmak üzere toplamda 20 il ve çevresinde (komşu illerle birlikte yaklaşık 60 ilde) gerçekleştirilen eğitimler aracılığıyla yerel paydaşların iklim değişikliği ile mücadele alanında politika üretme, geliştirme ve uygulama kapasitelerinin artırılması ve karşılıklı bilgi alışverişi sağlandı. 17 modül halinde verilen eğitimlerin tamamına linkten ulaşabilirsiniz. Biz de eğitim modüllerinin kısa versiyonlarını iklimhaber.org okuyucularıyla paylaşarak, daha fazla insanın bu değerli bilgilere ulaşımını hedefliyoruz. Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi öğretim görevlisi Doç. Dr. Elif Çolakoğlu’nun “Sürdürülebilir Kentleşme Perspektifinden Bugünün Kentlerinin İklim Değişikliğiyle Mücadelesi” eğitim modülünün özetini sizlerle paylaşıyoruz.
Eğitim modülünün tamamına ulaşmak için lütfen tıklayınız.
Yazı: Doç. Dr. Elif Çolakoğlu, Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi
“İklim Değişikliği, Sürdürülebilir Kentler ve Kentsel Planlama Etkileşimi” adlı çalışmamızda temel amacımız, esasen günümüz kentlerindeki yeniden yapılanmaya yönelik bu sürdürülebilirlik meselesini kentlerin ve yerel yönetimlerin iklim değişikliğiyle mücadelesi bağlamında ele almak. Genel olarak kent planlama eylem ve stratejilerinde iklim değişikliğine dirençli ve düşük karbonlu kentlerin nasıl olması gerektiğine ilişkin temel ilkeleri ortaya koyma hedefine yönelik olarak kurgulanan bu modülde, öncelikle kentsel sürdürülebilirlik kavramı tanımlanıyor ve daha sonra, sırasıyla, ortaya çıkışı, geçmişten bugüne olan gelişimi ile kentsel alanlardaki sorunlara ya da mücadele alanlarına sürdürülebilir çözümler sağlama amacıyla geliştirilen göstergeler ve bunların içindeki sosyo-ekonomik yapı üzerindeki farklı etkiler üzerinde duruluyor. Sonrasında, kentsel sürdürülebilirlik için yerel yönetimlerin iklim değişikliğiyle mücadeleleri kapsamında uluslararası düzeyde karbon salımlarının azaltılmasına ilişkin alınabilecek önlemlerin ve politikaların yanı sıra, bu yönde başarı sağlayan iyi uygulama örnekleri ile yeni örgütlenme modellerini kentler bağlamında açıklamayı hedefiyoruz.
İklim Haber'i Telegram'da Takip Edin!İklim Haber'i Linkedin'de Takip Edin!
Kentlerdeki Mevcut Durum
Çevre ve kalkınma ilişkisiyle doğrudan ya da dolaylı sebep-sonuç ilişkisi bulunan değişen iklim sorunsalı, kamunun yönetilmesinde en güncel tartışma konularının başında geliyor. Yaşam alanlarımız üzerinde olumsuz etkiler yaratan bu sorunun esasında kentlerin kapasitelerini aşan aşırı nüfusun yanı sıra, bu nüfusun etkinlikleri gösteriliyor. Zira artık kentler, geçmiş yüzyılın sonlarından itibaren dünya nüfusunun yarısından fazlasını barındırıyor; iklimin doğal değişkenliğine ek olarak, fosil yakıtların aşırı kullanımı, arazi kullanım değişiklikleri, ormansızlaşma gibihız kazanan insan faaliyetleri etkisiyle birlikte, atmosferdeki doğal dengenin bozulmasına ve seragazı emisyonlarının artmasına yol açmaya başladı. Oluşan sera etkisinin bir sonucu olarak ise, özellikle yaşam alanlarındaki ısı terselmesinin etkisiyle kentsel ısı adaları oluşuyor ve plansız ve çarpık kentleşme sonucunda kentlerin çevrelerindeki kırsal alanlara göre daha çok ısınması ve bunun sonucunda da, hava kirliliği, uzun süreli kuraklık, aşırı sıcaklık ya da soğukluk ile kasırgaların sıklığının artması, tarımsal ürünlerde verimliliğin ve çeşitliliğin kaybı, gıda fiyatlarında artışın yaşanması, mevsim geçişlerinin ortadan kalkması, su kaynaklarının ve altyapılarının olumsuz etkilenmesi gibi birçok çevresel sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bu doğrultuda, iklim değişikliğine yol açan seragazlarının yerleşim alanlarında iklim sisteminin düzgün biçimde işlemesine olanak verecek düzeyde tutulması amacıyla kentlerde seragazı envanterlerinin çıkartılıp, belirlenen azaltım hedefleri doğrultusunda enerji, tarım ve su kaynaklarının yönetiminin ve planlamasının yeniden oluşturulması gerekli. İklim değişikliğiyle mücadele ederken mevcut durumun daha iyi analiz edilmesi ve belirli hedefleri somut olarak en iyi biçimde ortaya koymak için bu envanterlerin yapılması bu bakımdan dikkat kazanıyor. İster gelişmiş, isterse gelişmekte olan dünyanın herhangi bir kenti olsun, yeryüzündeki kentlerin değişen iklimle mücadesi kapsamında uygun dönüşümlerin yaratılabileceği güçlü stratejilerin ve planlamanın yaratılması gerekiyor. Kentlerdeki karbon akışlarını anlaşılması ve ölçülmesi sayesinde; kentsel sürdürülebilirliğin belirlenmesi için etkili bir ölçüm sağlanacak ve belirlenecek kentsel altyapı düzenlemeleriyle sürdürülebilir ve yaşanabilir kentler oluşturulabilecek.
Öte yandan, bugünün kentlerinin kendi uyum stratejilerini, politika ve önlemlerini uygulamaya geçirirken gösterecekleri kararlılık, süreklilik ve uyum önemli. Zira bu kentli yöneticiler şimdiden yapacakları önleme, hazırlık ve müdahaleye ilişkin ölçütleri içeren planlar ve altyapı yatırımları ile kentlerini iklim değişikliğinin tehlikelerinden koruyabilecek ve böylece ısınan dünyaya karşı kentlerini savunabilecek. Değişen iklimle mücadele ederken kentin geleceğine ilişkin alınan tüm kararlarda özel sektörün, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve kentin gerçek sahipleri olan kentli sakinlerin yer alması, hem iyi yönetişim ilkelerinin ve uygulamalarının gerçekleştirilmesini, hem de kararın alınmasına yardımcı olunması bakımından ayrıca gerekli. Bu aktörlerin iş birliğine yönelik faaliyetlerini ve stratejilerini geliştirmeleri, elbette öncelikli olarak güçlü siyasi iradenin ve hükümet politikalarının bu yönde bir istenç yaratması ve özellikle yerel yönetimlerin asıl uygulayıcı olarak kentsel sürdürülebilirliğin sağlanmasına yönelik bu süreçte yer almaları başarının sağlanması için bir ön koşul.
İklime Uyumlu Kentler, Yerel Yönetimler ve Uluslararası Düzeydeki Stratejileri ve Politikaları
İklim değişikliğiyle verilecek mücadelede ilgili kentsel politikanın belirlenmesi ve planlanmasını, karar almayı ve uygulamayı içeren tüm süreçlerde toplumun tüm aktörleriyle koordinasyonun sağlanması ve etkin katılımı için verilebilecek iyi ve başarılı uygulama örnekleri arasında New York, San Francisco ve Kopenhag gibi kentler bulunuyor. Bu kentlerin tümünün ortak özelliği ise, bu kentlerin her birinin mutlaka bir azaltım hedefine sahip olması ve bu doğrultuda ilgili altyapılarını değişen iklimin sonuçlarından en az zarar görecek biçimde oluşturmaları. Belirlenen girişimler, kendilerine özgü olmakla birlikte, yerel yönetimlerin benzer uygulamaları gerçekleştirdikleri görülebilir. Elbette birlikte hareketliliğin oluşum sürecinde Birleşmiş Milletler’in gayretleri dikkat çekici. Özellikle bilim insanlarınca ortaya konan bulgular, bu yönde farkındalığı artırarak, ulusal ve uluslararası ölçekte strateji ve politikalara dönüşüyor. 1980’li yıllardan itibaren farklı yıllarda atmosferin ve iklimin korunmasına yönelik kimi sözleşmelerin yapıldığı gönülüyor. Ancak özellikle ülkelerarasındaki gelişmişlik farklarından dolayı söz konusu sözleşmelerin bütünüyle ulusal düzeyde uygulanamadığını biliyoruz.
Birleşmiş Milletler öncülüğünde son olarak Paris İklim Anlaşması (2015), ülkelerin gündemine getirildi. Hukuken bağlayıcı bir niteliğe sahip olmakla birlikte, uygulamada bu anlaşmanın bağlayıcılığının bulunmadığı görülüyor. Bu ise, söz konusu anlaşmanın zayıf yönünü oluşturuyor. Bilindiği üzere, Kyoto Protokolü (1997), bir azaltım hedefi belirlemiş olmasına karşın, taahhüt dönemlerinin kısıtlılığı, yaptırımlarının muğlaklığı ve son süreçte Kanada ve Japonya gibi ülkelerin hedeflerini tutturamayacaklarını anladıklarında söz konusu protokolden geri çekilmeleri gibi nedenlerden dolayı işlevsiz kalmasına neden oldu. Bu nedenle, Paris İklim Anlaşması’nın benzer bir sona sahip olabileceği akıllara gelebilir. Çünkü bu anlaşmayla bağlayıcılığı daha zayıf olan ve ülkelerin ortak kararla geliştirdikleri sorumlulukları oranında değil, kendi verdikleri gönüllü katkılara dayanan bir döneme geçildi. Yeryüzündeki karbon emisyon miktarının neredeyse tamamında sorumlu olan gelişmiş ülkelerin -başta ABD olmak üzere, AB üyesi ülkelerin (İsveç, Almanya ve Fransa hariç)- bu anlaşmanın yükümlülüklerini ve sorumluluklarını kabul etmeyeceklerinin sinyallerini başlangıçtan bu yana veriyorlar. Diğer taraftan, söz konusu gelişmiş ülkeler her ne kadar kendi sorumluluklarını ve yükümlülüklerini egemenlikleri bağlamında sınırlandırıcı bu gibi bağlayıcı nitelikli anlaşmaların yükümlülüğü altına girmeme, isteksiz ve kaçak davranma eğilimlerine rağmen, uygulamada kısa ve uzun erimli kendilerinin ekonomik yarar ve sonuçlar doğuracak yerel düzeyde yürütülecek çabaları engellemiyor, aksine destekliyorlar.Bu eğilim ise, iklim değişikliğiyle mücadelede kentlerdeki yerel yöneticileri önemli bir itici güç unsuru olarak ortaya çıkarıyor.
Bu doğrultuda, kentli yönetimlerin değişen iklimle mücadelede siyasi kararlılık göstermesi, sıklıkla gündeme gelen temel konulardan biri. Küresel ölçekli bir sorun özelliğine sahip olması nedeniyle bu gibi bir düzeyde etkisinin yetersiz kalabileceği düşünülebilir. Ancak yerel düzeyde çözüme yönelik gösterilen her çaba ve girişim, kentleşmenin ve sanayileşmenin sürekli büyüdüğü yerleşim alanlarında yürütülen mücadelede söz konusu yönetimlerin bu süreçte yapacağı katkıyı değerli kılıyor. Bu bakımdan, genel olarak değerlendirildiğinde, bu konuda çok başarılı örneklere ve çalışmalara rağmen, kuşkusuz bu ön kabulden dolayı bugüne değin yerelin yaptığı katkının ise oldukça sınırlı düzeyde kaldığı görülüyor. Bu durumu yaratan nedenlerin esasında, istisnalara rağmen, mevcut soruna bir bütün olarak bakılamaması ve ortak bir mücadele ile siyasi bir kararlılığın bulunmaması görülüyor. Artık iklim değişikliğini önleme yerine, “yaşanılan kentleri” bu durum karşısında nasıl bir uyum sürecine sokabiliriz ve olumsuz etkilerinden kendimizi nasıl koruyabiliriz tartışması yürütülüyor. Bilim insanları tarafından da bu ön kabulün doğrulandığı görülüyor. Zaten şimdiye dek yürütülen çaba ve başarıların, büyük ölçüde yerel düzeyde sağlandığı görülüyor. Bu bakımdan, iklim değişikliğiyle mücadelede yerel yönetimlerin sahip olduğu güç ve yetenek önem kazanıyor.
Kentli yönetimlerin uluslararası ölçekte bazı oluşumlar içinde yer aldıkları ve ortak platformlar içinde birlikte hareket ettikleri ve iklimle ilgili yapılan uluslararası ölçekli toplantılarda baskı grupları oluşturdukları görülüyor. Başta “Uluslararası Sürdürülebilir Kentler Birliği” olmak üzere, “Büyük Kentler İklim Liderlik Grubu”, “Belediye Başkanları Küresel İklim ve Enerji Sözleşmesi” ve “İklim Değişikliğiyle Mücadeleye Yönelik Devlet Dışı Aktörler Platformu” bu mücadelede uluslararası düzeyde en çok bilinen ve öne çıkan ağlar. Bu ağlarda, kentsel karbon salımının azaltımına ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı kentlerinin uyumunu sağlama amacına yönelik olarak kilit mekanizmalar olarak hareket ediyor ve başarı sağlayabiliyor. Bu oluşumlara dahil olmak bu bakımdan mücadeleyi kolaylaştırıyor.
Artık yeni dönemde yerelin sahip olduğu gücün ortaya konmasında bu gibi oluşumların varlığı önemli. Paris İklim Anlaşması’nda alınan kararların uygulamaya aktarılmasının sağlanması bakımından belirleyici bir rol oynayan Habitat III’te bunun bir örneği görüldü. Zira bu toplantıda, önceki toplantılara kıyasla, yerel yönetimlerin katılım düzeyinin yüksek olması iklim değişikliğiyle mücadelede yerele verilen değerin bir işareti. Konferans sonrasında taraf devletler, seragazı emisyonlarını azaltarak iklim değişikliğine karşı harekete geçme yükümlülüğünü kabul ederken, yerel yönetimlerin toplumun tüm aktörleriyle birlikte hareket etmesi gerektiğinin ve bu yönde siyasi kararlılığın önemine dikkat çektiler. Önceki toplantılarla karşılaştırıldığında, yerel yöneticilerin katılım düzeyinin yüksekliği, dahası katılımlarına izin verilmesi, değişen iklimle mücadelede yerele verilen önemin bir kanıtı olarak ortaya çıkıyor. Uluslararası düzeyde koordineli bir eylemin yapılabilmesi için ülkelerin söz konusu belgelerin kabulüne yönelik iradelerini açıkça ortaya koymaları bekleniyor.
İklim Değişikliğiyle Mücadelede Başarılı Kentler ve İyi Uygulama Örnekleri
Bütün ülkelerin iklim değişikliğine karşı uyum sağlayabilen, bu değişikliğin olumsuz etkilerini fark edip ortaya çıkan zararları önleyebilen ya da en aza indirmeye çalışan ve aynı zamanda potansiyel fırsatlardan yararlanan New York ve Kopenhag gibi kimi kentler bulunuyor. Bu kentlerin örnek uygulamaları, yeryüzündeki diğer kentler için örnek oluşturup, yol gösterebilir.Bu kentler aynı zamanda bahsi geçen Büyük Kentler İklim Liderlik Grubugibi oluşumlar içinde ortak hareket edip, iklimle ilgili özellikle uluslararası düzeydeki toplantılarda baskı grupları oluşturabiliyor. Artık yeni dönemde yerelin sahip olduğu gücün ortaya konmasında bu gibi grupların parçası olmak ve birlikte hareket etmek önem kazanıyor.
Etkin role sahip olan New York, öncü kentlerden biri. New York’un iklime karşı verdigi mücadelesinde, diğer kimi başarılı ABD’deki kentlere kıyasla, oldukça geç kaldığı, ancak onlar kadar başarılı olan kentlerden biri olduğu söylenebilir. Eski belediye başkanı Michael Bloomberg döneminde (2002-2013) başlamakla birlikte, sonrasında da bu kentin iklim değişikliğiyle mücadelesi devam edegeliyor. Sürdürülebilir bir kent planı olarak ortaya çıkan PlanNYC çerçevesinde 2030 yılına kadar kentin emisyon seviyesini önemli ölçüde indirecek yerel nitelikli birçok girişim yıllardır uygulanıyor. Ozellikle Sandy Kasırgası (2012) sonrasında New Yorklular, bu iklim uyumlu politikaların sürekliliği için mevcut belediye başkanını destekliyorlar.
Esasında San Francisco’nun iklim değişikliğiyle mücadelesi, New York kentinden çok daha önceleri başladı. İklim değişikliğiyle mücadele eden ilk kentlerden biri olan San Francisco, 2050 yılına kadar karbon emisyonlarının neredeyse tamamını azaltacağına ilişkin bir taahhütte bulundu. Şimdiye değin binalardan, ulaşımdan ve atık sektörlerinden kaynaklanan emisyonlarda bir azaltımı başarmakla birlikte, artan genel elektrik kullanımına rağmen şebeke elektriğinde seragazı emisyon seviyesinde net bir düşüş sağlandı. Bu kent, ABD’nin diğer kentleriyle karşılaştırıldığında atık geri dönüşümünde ciddi bir başarı elde etti. Özcesi, bu kentin çabaları, özellikle enerji tasarrufu ve geri dönüşüm uygulamalarıyla kentlerde sürdürülebilir kalkınma amaçlarının yakalanmasında bütün kalkınma faaliyetleri için önemli olan ve fakat aynı zamanda seragazı salımlarının büyük bir bölümünden sorumlu olan enerjinin nasıl kullanılması gerektiğini bize açıklıyor.
Kopenhag ise, dünyanın en sürdürülebilir ve yeşil kentlerinden biri olarak kabul edilmekle birlikte, son yıllarda yaşadığı seller yüzünden bir strateji değişikliğine gitmiş ve iklimle ilgili herhangi bir sorun ortaya çıkar çıkmaz, yeni bilgiyi geliştirilen teknolojiyle acilen birleştirerek, belirsizliklerle mücadele edebilen bir esneklik mekanizması ve uyum planı benimsedi. Bu sayede 2025 yılında yeryüzünün ilk sıfır karbon başkenti olmayı hedefliyor.
İklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarıyla başarılı bir şekilde mücadele eden bir diğer kent, Stockholm’dur. Stockholm’un esasen bu başarısının gerisinde, bulunduğu ülkenin siyasi yönden sahip olduğu kararlılığı bulunuyor. Çünkü İsveç, 1997 tarihli Kyoto Protokolü’nü sonraki yıl hemen imzaladı ve 2002 yılında onayladı. Bu sayede İsveç sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirirken, aynı zamanda büyüyebilen ülkelerden birine dönüşebildi. İlaveten, bu ülke hem AB hem OECD üye ülkeleri içinde en düşük seragazı emisyonlarına sahip ülkeler arasında yer alıyor.
Bu modül kapsamında iyi uygulama örnekleri arasında gösterilen son kent, Singapur’dur. Yoğun nüfuslu bir tropikal ada devleti ve kent olan Singapur, diğer dünya ülkelerine kıyasla düşük seragazı emisyonlarına sahip olmakla birlikte, bu yöndeki kararlılığıyla dikkat çekiyor. Dünyanın az sayıdaki kent devletlerinden biri olan Singapur, Asya kıtasının en sürdürülebilir kentlerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Singapur, bugün küresel karbon emisyonlarının sadece %0,2’sinden azından sorumlu olsa da bu emisyonları azaltmada önemli çaba gösteriyor. Bu yöndeki kararlılığını son olarak 2015 Paris İklim Anlaşması’nı 21 Eylül 2016 tarihinde New York’ta 30 diğer ülke ile birlikte onaylayarak gösterdi.
Sonuç Olarak…
İklim değişikliği halihazırda gerçekleşmekte ve önümüzdeki yıllarda da bu değişiklik devam edeceğine göre, bugün alınan önlemlere rağmen, ortaya çıkacak etkilere Türkiye’nin de hazır olması gerekiyor. Ülke özelinde iklim değişikliğine uyum konusunun ivedilikle ele alınmasının gerekliliği açık.
Türkiye’nin mevcut iklim ve topografik yapısı dikkate alındığında, bu durumdan en fazla etkilenecek hassas ülkeler arasında yer alıyor. Bunlar, yağmurlarda azalma, yangınlar, sıcaklık ve kuraklığın yanı sıra, tarım ve gıda için gerekli suyun azalmasına ve biyolojik çeşitliliğin kaybına kadar çeşitlilik gösterebilir. Ancak ülkenin hızla büyüyen bir piyasa ekonomisine sahip bir ülke olduğu düşünülürse, enerji etkinliliğini artırmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını özendirmek, sadece salımlardaki artışın yavaşlatılmasına yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda çevre ve sağlık gibi diğer konularda yararlar sağlayarak, enerji güvenliğini de geliştirir. Bu, ülkenin daha büyük ölçekli sürdürülebilir kalkınma amaçlarına erişmesine yardımcı olabilir.
Ülkenin 2020 yılı sonrası dönemde seragazı salımlarının kontrolünde sürdürülebilir kalkınma amaçlarını ve belirli sektörlerde üretim ya da enerji başına seragazı salımlarının azaltılması gibi sektörel hedeflerini somut olarak belirlemesi gerekiyor. Bu sayede enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, toplu taşımacılık ve sürdürülebilir atık yönetimi gibi pek çok alanda yeni açılımlar sağlayabilir. Bu bağlamda yerel yönetimlerin kentsel gelişme stratejilerini çevresel sürdürülebilirliği sağlayacak şeklide oluşturmaları, iklim değişikliğiyle savaşımda yerel hedeflerini gösterir eylem planlarını hayata geçirmeleri ayrı ve öncelikli bir önem taşıyor.