;
Politika

Su Krizi 25 Yıl İçinde Gıda Üretiminin Yarısını Tehlikeye Sokacak

su krizi

Dönüm noktası niteliğindeki yeni bir incelemeye göre, tatlı su sağlayan kaynakları korumak ve ekosistemleri kurtarmak için hızlı bir şekilde eyleme geçilmeli.  

Hızlı bir şekilde ivme kazanan bir su krizi gezegeni giderek daha fazla etkisi altına alıyor. Uzmanlar, dönüm noktası olarak nitelenen son bir incelemede, önümüzdeki 25 yıl içinde Dünya genelindeki gıda üretiminin yarısından fazlasının tehlikeye gireceği uyarısında bulunuyor.

Dünya nüfusunun yarısından fazlası halihazırda su kıtlığıyla karşı karşıya ve bu sayının iklim krizi derinleştikçe artması bekleniyor. Su yönetimi ve su krizinin ekonomik boyutlarını ele almak amacıyla 2022 yılında Hollanda’da kurulan bir inisiyatif olan Global Su Ekonomisi Komisyonu’nun (Global Commission on the Economics of Water) yayımladığı yeni rapora göre, dünya su sistemleri bugüne kadar görülmemiş bir baskı altında olduğu için taze suya olan talep, on yılın sonunda arzı %40 oranında aşacak.

Komisyon, hükümetlerin ve uzmanların, insanların makul bir yaşam sürdürebilmeleri için gereken su miktarını büyük ölçüde hafife aldığını ifade etti. Kişi başına sağlıklı bir yaşam ve hijyen için günde 50 ila 100 litre su gerekli olsa da, aslında yeterli beslenme ve onurlu bir yaşam için her insanın yaklaşık 4 bin litre suya ihtiyaç duyduğu belirtildi. Çoğu bölgede bu hacmin yerel olarak sağlanması mümkün olmadığından, insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için gıda, giysi ve tüketim malları ticaretine bağımlı hale geliyor.

Su İçin Tüm Ülkeler Komşu Ya da Uzak Topraklara Bağımlı

Bazı ülkeler, tarımsal üretim için gerekli olan toprak nemi olarak bilinen “yeşil su”dan daha fazla yararlanırken, “mavi su” ise nehirler ve göllerden sağlanıyor. Rapor, suyun dünyada “atmosferik nehirler” aracılığıyla hareket ettiğini ve bu nehirlerin bir bölgeden diğerine nem taşıdığını ortaya koydu.

Buna göre, Dünya üzerindeki yağışların yaklaşık yarısı, suyu atmosfere geri bırakan sağlıklı bitki örtüsüne sahip ekosistemlerden kaynaklanıyor. Bu bitki örtüsü, suyu buharlaştırarak bulutlar oluşturuyor ve bu bulutlar rüzgârla aşağı doğru bir akıntıyla hareket ediyor.

Çin ve Rusya, bu “atmosferik nehir” sistemlerinden en fazla yararlanan ülkelerken, Hindistan ve Brezilya ise yeşil su akışını diğer bölgelere destekleyen önemli ihracatçılar konumunda. Tatlı su yağışlarının kaynağının %40 ila %60’ı komşu toprak kullanımından sağlanıyor.

Potsdam İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü’nün direktörü ve komisyonun eş başkanlarından Prof. Johan Rockstrom, şunları söyledi:

“Çin ekonomisi, Ukrayna, Kazakistan ve Baltık bölgesinde sürdürülebilir orman yönetimine bağlı. Brezilya’nın, Arjantin’e tatlı su sağlaması için aynı durum geçerli. Bu birbirine bağlılık, tatlı suyu küresel ekonomide küresel bir ortak mal olarak görmemiz gerektiğini gösteriyor.”

Singapur Cumhurbaşkanı ve komisyonun eş başkanlarından Tharman Shanmugaratnam da ülkelerin su kaynaklarının yönetimi konusunda işbirliği yapmaya başlaması gerektiğini, aksi takdirde çok geç olabileceğini belirterek ekledi:

“Tatlı su kaynaklarını nasıl koruyacağımız, bunu çok daha verimli nasıl kullanacağımız ve her topluluğa, özellikle de savunmasız olanlara tatlı suya nasıl erişim sağlayacağımız konusunda radikal bir şekilde düşünmeliyiz. Başka bir deyişle, zengin ve fakir arasındaki eşitliği nasıl koruyacağımızı düşünmeliyiz.”

Sübvansiyonlar Yanlış Yere Yönlendiriliyor

Küresel Su Ekonomisi Komisyonu’nun194 sayfalık raporu, su krizinin tüm yönlerini inceleyen en büyük küresel çalışma grupları ile politika yapıcılar için çözüm önerileri sunuyor.

Bulguların oldukça çarpıcı olduğuna dikkat çeken Rockstrom, “İklim krizi öncelikle kuraklık ve sel olarak kendini gösteriyor. Sıcak hava dalgaları ve yangınları düşündüğünüzde, gerçek etkiler nem aracılığıyla geliyor” dedi.

Küresel sıcaklıklardaki her 1 derecelik artış, atmosfere %7 daha fazla nem ekliyor ki bu, hidrolojik döngüyü normal dalgalanmalardan çok daha fazla “güçlendiriyor”. Doğanın tahribatı da krizi daha da artırıyor, çünkü ormanların kesilmesi ve bataklıkların kurutulması, ağaçlardan su buharlaşmasına ve topraklarda suyun depolanmasına dayanan hidrolojik döngüyü bozuyor.

Uzmanlar, zararlı sübvansiyonların da dünya su sistemlerinin dengesini bozduğunu ve bunların öncelikli olarak ele alınması gerektiğini ortaya koydu. Tarım sektörüne her yıl 700 milyar dolardan fazla sübvansiyon veriliyor ve bunların büyük bir kısmı yanlış yönlendirilerek çiftçilerin sulama için ihtiyaçlarından daha fazla su kullanmalarını veya israf eden uygulamalar yapmalarını teşvik ediyor. Buna ilaveten sudan faydalanan sanayi de, dünya genelinde kullandığı atık suyun %80’ini geri dönüştürmüyor.

Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü ve komisyonun bir diğer eş başkanı Ngozi Okonjo-Iweala, ülkelerin sübvansiyonları yeniden yönlendirmesi gerektiğini, yoksul insanların mağdur edilmemesini sağlamak gerektiğini ifade ederek, “Verimlilik, eşitlik ve çevresel sürdürülebilirlik ve adaleti sağlamak için suyun fiyatlandırmasını uygun sübvansiyonlarla birleştirmeliyiz” dedi.

Rapor ayrıca gelişmekte olan ülkelerin su sistemlerini yenilemek, güvenli su ve sanitasyon sağlamak ve doğal çevrenin tahribatını durdurmak için gerekli finansmana erişim sağlamaları gerektiğine dikkat çekti.

University College London’da ekonomi profesörü ve komisyonun bir eş başkanı olan Mariana Mazzucato, gelişmekte olan ülkelere yönelik kamu sektörü bankaları tarafından verilen kredilerin su reformlarına bağlı olması gerektiğini söyledi.

Raporun beş ana bulgusu ise şu şekilde sıralanıyor:

Dünya Bir Su Kriziyle Karşı Karşıya

2 milyardan fazla insan güvenli içme suyuna erişimden yoksun ve 3.6 milyar insan (%44) güvenli sanitasyondan mahrum. Her gün 1,000 çocuk, güvenli suya erişim eksikliğinden ölüyor. Taze suya olan talebin, bu on yılın sonunda arzı %40 oranında aşması bekleniyor. Bu kriz kötüleşiyor; önlem alınmazsa, 2050 yılına kadar su sorunları küresel GSYİH’nın yaklaşık %8 oranında azaltacak ve yoksul ülkeler %15’lik kayıpla karşılaşacak. Dünyanın gıda üretiminin yarısından fazlası, su mevcudiyeti açısından dengesiz eğilimlerin yaşandığı bölgelerden geliyor.

Krizi Ele Almaya Yönelik Koordineli Bir Küresel Çaba Mevcut Değil

Küresel su sistemlerinin birbirine bağlı olmasına rağmen, su için küresel yönetişim yapıları yok. BM son 50 yılda sadece bir su konferansı düzenledi ve geçen ay su için özel bir elçi atadı.

İklim Çöküşü Su Kıtlığını Artırıyor

İklim krizinin etkileri, dünyanın hidrolojik sistemlerinde ilk olarak hissediliyor ve bazı bölgelerde bu sistemler ciddi bir kesinti veya çöküşle karşı karşıya. Amazon’daki kuraklık, Avrupa ve Asya’daki seller ve dağlardaki buzul erimeleri, hem seller hem de aşağıda kuraklıklar yaratan aşırı hava olaylarının örnekleri ve yakın gelecekte daha da kötüleşmeleri muhtemel. İnsanların suyu aşırı kullanması da iklim krizini körüklüyor. Örneğin, karbon açısından zengin turbalıkların ve bataklıkların kurutulması, bunun sonucunda atmosfere karbondioksit salımına neden oluyor.

Su Bazıları İçin Suni Bir Şekilde Ucuz, Başkaları İçin de Çok Pahalı

Dünyada tarıma verilen sübvansiyonlar genellikle su üzerinde istenmeyen sonuçlara yol açarak çiftçilerin mahsullerini aşırı sulamalarına veya suyu israf eden uygulamalar yapmalarına teşvik ediyor. Birçok ülkede sanayinin su kullanımı sübvanse ediliyor veya kirliliği görmezden geliniyor. Bu arada, gelişmekte olan ülkelerde yoksul insanlar genellikle su için yüksek fiyatlar ödüyor veya yalnızca kirli kaynaklara erişim sağlayabiliyor. Zararlı sübvansiyonları ortadan kaldıran ancak yoksulları koruyan gerçekçi bir su fiyatlandırması, hükümetlerin önceliği olmalı.

Su Herkesin Hakkıdır

Raporun yazarları, suyun sonsuz bir yenilenebilir kaynak olarak değil, küresel bir hak olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Yazarlar ayrıca hükümetlerin su kaynaklarını korumalarını ve suyun yeniden kullanıldığı ve kirliliğin temizlendiği bir “döngüsel ekonomi” oluşturmak için küresel bir su paktı imzalamalarını öneriyor. İlaveten de gelişen ülkelerin hidrolojik döngünün önemli bir parçası olan doğal ekosistemlerin tahribatını durdurmaları için gerekli finansmana erişimlerinin sağlanmaları gerektiğini vurguluyorlar.