YAZI: Dr. Özlem Aslan*
Dünyanın her yerinde kırılganlaştırılmış grupların, iklim temelli afetlerden daha fazla etkilendiğini biliyoruz. Bu durum, 19 Kasım’da Türkiye’nin birçok ilinde etkili olan fırtına ve kuvvetli yağışların sebep olduğu ölümlerde de gözlendi: Hayatını kaybeden dokuz kişiden dördü, bir ve dokuz yaşları arasındaki üç çocuk ve babaanneleriydi. Diyarbakır’da ise sel sularına kapılan, zihinsel engeli de olan bir vatandaş, yaşamını yitirdi.
Afetlerin kadınları daha çok etkilediğine dair haberler zaman zaman basında yer alsa da, konuyu Türkiye özelinde kapsamlı olarak ele alan çalışmalar oldukça sınırlı. Yine de dünyanın farklı ülkelerinde yapılan araştırmalar, Türkiye için yol gösterici nitelikte.
İklim temelli aşırı hava olayları ile bağlantılı olarak ortaya çıkan afetler arasında, küresel olarak en yaygın olanı seller. İklim değişikliğiyle birlikte yağışların yoğunlaşması ve deniz seviyelerinin yükselmesi, sel riskini de günden güne artırıyor. Seller, 1998-2017 yılları arasında kaydedilen iklim felaketlerinin %43’ünü oluşturuyor. Aynı süre zarfında, sellerin iki milyardan fazla insanı etkilediği biliniyor. Dünya genelinde her yıl milyonlarca insan sel nedeniyle evlerinden olurken, sel olaylarının neden olduğu yıllık varlık kayıpları yüz milyarlarca doları buluyor.
Türkiye’de görülen iklim temelli hava olaylarına örnek olarak kuraklık, sıcak dalgaları, orman yangınları, seller ve fırtınalar verilebilir. Küresel duruma benzer olarak Türkiye’de de seller – depremlerin ardından- yaşanan en yıkıcı afetler arasında. Üstelik iklim değişikliğiyle beraber yağışlardaki düzensizliğin artması, sel olaylarının da giderek artacağına işaret ediyor. Bugüne kadar oluşan zararı görmek, geleceğe dair bir fikir verebilir: Uluslararası afet veri tabanı EM-DAT’ın verilerine göre, 1948’den 2020’ye sellerin Türkiye’ye maliyeti 2.5 milyar dolara yaklaştı; ayrıca 1,401 kişi, seller nedeniyle yaşamını kaybetti.
Kontrolsüz kentleşme ve arazi kullanımında denetimsizlik, Türkiye kentlerini seller karşısında kırılgan kılan önemli nedenler arasında. Bina yüksekliklerinin ve yoğunluğunun plansız artışı, yeşil alanların betonlaşması, nehir kenarlarında kontrolsüz yapılaşma ve nehir kanallarının plansızca daraltılması plansız kentleşme pratiklerine örnek olarak gösterilebilir.
Tüm bu etkilerinin yanı sıra iklim temelli afetler, toplumdaki mevcut eşitsizlik biçimlerini şiddetlendiriyor ve kırılgan grupların daha da kırılganlaşmasına neden oluyor. Örneğin toplumsal cinsiyet kaynaklı hiyerarşiler, bilgiye, karar alma mekanizmalara, kaynaklara ve eğitime erişim gibi konularda eşitsizlikler yaratırken, felaketler de bu eşitsizliklerin şiddetlenmesine neden oluyor.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’a göre doğal afetlerde kadınların ve çocukların hayatını kaybetme ihtimali, erkeklerden tam 14 kat daha fazla. Buna ek olarak, örneğin 2004 yılında Hint Okyanusu’nda yaşanan tsunami sonucu Endonezya ve Sri Lanka’da yaşamını yitiren kadın sayısı, erkeklerin dört katıydı. Bunun nedenlerini inceleyen araştırmalar, durumun, toplumlardaki cinsiyet eşitsizliği ile doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koyuyor.
Kadınların ve kız çocuklarının bilgiye, teknolojiye, finansal kaynaklara erişimini kısıtlayan, ekonomik gelirlerini kontrol etmelerini engelleyen toplumsal yapılar, onları iklim temelli afetler karşısında da daha kırılgan kılıyor. Örneğin, Oxfam’ın 2005 yılında yayınlanan bir bilgi notu, Sri Lanka’da erkeklerin kadınlara göre tsunamiden daha kolay kurtulduklarını çünkü cinsiyet rolleri nedeniyle yüzme ve tırmanma becerilerinin daha çok geliştiğini ileri sürüyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin verdiği bilgiye göre Türkiye’de 2.5 milyon kadın çiftçinin %78’i ücretsiz aile işçisi olarak, %90’ı ise kayıt dışı olarak çalışıyor. Tarım sektöründe, kadınların toprak sahibi olmaması ve çoğunlukla kayıt dışı veya ücretsiz çalışmaları, felaketler sonrasında tazminat alamamalarına neden oluyor. Bu nedenle kadınların felaketlerin ardından toparlanıp yeniden hayat kurmaları da erkeklere kıyasla çok daha zor oluyor.
Kadınların eve kapanması, ekonomik kaynaklara erişimlerini engelleyen önemli bir faktör. Hatta birçok kadının banka hesabının dahi bulunmadığı biliniyor. Sel sonrası kamusal alan kaybı ise afetten etkilenen kadınların yaşamlarını yeniden kurmalarını daha da zorlaştırıyor.
2021 yılında Kastamonu Bozkurt’ta yaşanan sel felaketinin ardından Özge Doruk’un Yeşil Düşünce Derneği için yazdığı Bozkurt: İklim Adalet Üzerine adlı saha çalışması da bu tespiti doğrular nitelikte. Doruk, Bozkurt’ta yaşanan sel felaketinin çay bahçelerini, kafeleri ve ürün standlarını içeren ana meydanı ortadan kaldırmasının, kadınların bölgedeki sosyalleşme ve ticaret yapma imkanlarını neredeyse yok ettiğine dikkat çekiyor. Ana meydandaki standlarda el emeklerini sergileyen ve satan kadınların birçoğunun ticari faaliyeti bıraktıklarını aktarıyor.
Kadınların karşı karşıya oldukları zorluklar bunlarla da bitmiyor. Yapılan çalışmalar, kadına yönelik şiddetin de afet sonrasında arttığını ortaya koyuyor. 2011’de Vanuatu’nun Tafea kentinde meydana gelen iki kasırganın ardından şehirde rapor edilen aile içi şiddet vakalarında %300 oranında artış gözlendi. Buna karşın birçok kadının, cinsel şiddet tehdidi nedeniyle barınaklara gitmekten çekindiği de rapor ediliyor. 2010’da Pakistan’da gerçekleşen selden sonra ise kadınların su, yakacak odun, erzak bulmaya ya da gece tuvalete giderken saldırıya uğradıkları tespit edildi.
Benzer güvenlik sorunları, bu yıl yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler sonrasında Türkiye’de de görüldü. Mor Çatı’nın bölgede yaptığı araştırmada, kadınların şiddete uğradıklarında başvuracakları kurumların binalarının deprem nedeniyle yerinin değiştiği ve kadınların bu binaların yeni yerlerinden haberdar olmadığı tespit edildi. Alandaki görevlilerin ise kadına yönelik şiddet ile ilgili prosedürlerden haberdar olmadıkları, bunun da vakaların takibini zorlaştırdığı belirtiliyor.
Kamu kurumlarının bu sınırlarına rağmen, kadına yönelik şiddet konusunda deneyimli sivil toplum örgütlerinin bölgedeki çalışmalarının engellenmeye çalışılması da kadınları şiddete karşı savunmasız bırakıyor. Türk Tabipleri Birliği raporuna göre, deprem sürecinde Hatay Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne yapılan başvurular iki bini buldu.
Yakın zamanda karşı karşıya kaldığımız bu örnekler dolayısıyla da, afetlerin anne ve çocuk sağlığına dair ilave riskler barındırdığını biliyoruz. Barınakların hijyenik olmaması ve temiz suya erişimle ilgili sıkıntılar, hem kendilerinin hem de aile fertlerinin bakımını üstlenen kadınlar için yeni sorunlar doğuruyor. Bunun yanı sıra, afet durumlarında gıda güvenliğinde yaşanan sıkıntılar, özel beslenme ihtiyacı bulunan hamile ve emziren kadınları özellikle etkiliyor.
Bu durumun etkileri, erkeklerin gıdaya erişimlerinin öncelendiği bazı kültürlerde daha da keskin hissediliyor. 2010 yılında Pakistan’da yaşanan sel felaketi sonrası 180 binden fazla hamile ve emziren kadın, uygun tıbbi bakım, test olanakları ve gerekli beslenme imkanı bulunmadığı için zorluklar yaşadı, birçok kadın hayatını kaybetti veya ciddi hamilelik komplikasyonlarıyla karşı karşıya kaldı.
Aynı ülkede geçtiğimiz yıl meydana gelen sellerde ise sekiz milyon kişi yerinden oldu ve 600 binin üzerinde kişi kamplarda barınmaya başladı. Bu sellerden etkilenen kadınların 650 bininin hamile olduğu, bazılarının enkazlarda, herhangi bir tıbbi yardım almaksızın doğum yapmak zorunda kaldığı biliniyor.
Korunma yöntemlerine erişilememesi, bu dönemde istenmeyen hamileliklerin artmasına neden oluyor. Bunun yanı sıra, özellikle seller gibi su taşkınlarının olduğu fakat bu suların hijyenik olmadığı durumlarda kolera, sıtma, solunum yolu ve cilt enfeksiyonları gibi hastalıkların ortaya çıktığı belirtiliyor.
İklim felaketleri sonrasında kız çocuklarının eğitimi de erkek çocuklarına kıyasla daha uzun süre kesintiye uğrayabiliyor. Eğitim tesislerinin yıkılması, ulaşım altyapısının zarar görmesi, ailelerin afetten kaynaklanan mali yükleri ve okullarda rehabilite edilmiş su, hijyen ve sağlık hizmetlerinin bulunmaması gibi faktörler, çocukları eşit şekilde etkilemiyor. Örneğin, sel gibi felaketler sonrasında artabilen ücretsiz bakım sorumlulukları da daha büyük oranda kız çocuklarına yükleniyor. Bu durum da eğitimlerini kesintiye uğratabiliyor. Bunun yanı sıra erkek çocuklar çalışmak zorunda bırakılırken kız çocukları da erken evlendirmelere maruz bırakılabiliyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2022 verilerine göre, erkeklerin %62,8’i istihdamdayken bu oran kadınlarda %28’e düşüyor. Oysa kadınların %87’si 25 yaşın üzerinde ve en az bir eğitim düzeyini tamamlamış durumda; %21’i ise yükseköğretim mezunu.
Veri analizinde TÜİK, kadınların eğitim düzeyi arttıkça, istihdamdaki oranlarının da yükseldiğineişaret ediyor. Örneğin yükseköğretim mezunu kadınların yaklaşık %68’i çalışıyor. Türkiye’de hane içi sorumluluk dağılımına baktığımızda ise yemek yapma, çamaşır yıkama, ev temizliği, çocuk bakımı gibi işlerin ağırlıklı olarak (%80 ile 95 aralığında) kadınlar tarafından yapıldığı görülüyor.
Bu rakamlar, Türkiye’de kadınların çoğunun temel afet bilgilendirmesi ve afet yönetiminde söz sahibi olabilecek eğitim düzeyinde olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra, hane içindeki adaletsiz iş bölümünedeniyle, afetlere hane içinde yakalanması en muhtemel olan ve afet sonrası bakım hizmetini de ağırlıklı olarak yüklenecek olanlar, kadınlar.
Koç Üniversitesi’nde yapılan ve afet mevzuatı kapsamında 17 metni inceleyen bir çalışma, bu metinlerin 15’inin “toplumsal cinsiyet açısından kör,” olduğuna işaret ediyor. Çalışmaya göre, Türkiye Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nda (2012-2023) kadınlar riskli birey grupları içinde sayılıyor ve onların ayrıca dikkate alınacağı çalışmaların gerekliliği vurgulanıyor. Ancak belge, kadınların ve onlarla aynı kategoride yer alan yaşlıların, engellilerin ve çocukların karar alma mekanizmalarına katılımlarıiçin güçlendirilmesi yerine onların kırılganlıklarına odaklanıyor.
Yaşadığımız birçok afet, kadınların afet yönetimindeki yokluğunun, hem afet öncesi doğru önlemlerin alınmasına hem de afet sonrası yeterli hazırlıkların yapılmasına önemli bir engel olduğunu gösteriyor. Kahramanmaraş depreminden sonra da gördüğümüz gibi kadınlar, hijyenik ürünlere erişim, temiz ve güvenli tuvalet ve barınak bulma, temiz suya erişim ile ilgili birçok sorun yaşadılar. 2011 Van depremi sonrası yapılan tespitler de gösteriyor ki geçici barınma alanlarındaki tıp personelinin ağırlıklı erkek olması, kadınların sağlık sorunlarını ifade etmekten çekinmelerine ve sağlık sorunlarının ciddileşmesine neden oluyor.
Bu sorunu çözmenin yolu, kadınların karar alma süreçlerine dahil edilmesinden ve iklim kaynaklı afetlere karşı dirençlilik, bilgi ve becerilerinin artırılmasından geçiyor. Daha iyi bir afet yönetimi için, kadınların bakış açılarının ve deneyimlerinin afet yönetimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor. Toplumsal cinsiyet perspektifinin afet iletişiminden eğitimine ve yönetimine kadar tüm farklı aşamalara eklenmesi şart.
*İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri kamuoyunda yaygınlaştırmayı hedefleyen ücretsiz bir haber servisidir. Yazarları, haberleştirdikleri konularda uzmanlığı bulunan bilim insanlarıdır.
İklim değişikliği açısından dönüm noktası olarak nitelendirilen ve Uluslararası Adalet Divanı'ndan görülen davanın duruşmaları sona…
Enerji Yatırımcıları Derneği Başkanı Cem Özkök, GES ve RES projelerinin yapı denetim kapsamından çıkarılmasının, yatırımcıların…
Dünya Ekonomik Forumu’nun yeni bir çalışmasına göre, küresel seragazı emisyonlarının %40’ını oluşturan sekiz sektördeki emisyon…
Dünya, kuraklık ve arazi bozulumuna en çok maruz kalan ülkeleri desteklemek için yeni bir çerçeve…
İklim ve çevre alanında çalışan 8 sivil toplum kuruluşu, okul, hastane, belediye binası, kamu binası,…
Çin, kömür çıkarımı sırasında açığa çıkan metan emisyonlarını azaltma amacıyla daha sert kurallar getireceğini duyurdu. Metan,…