Bırakın kitap okumayı, twitter’da bilgisel okumanın çaba sarf edilesi bir meşgale gibi görüldüğü bilgi tüketimi çağında sanat, iklim değişikliğiyle mücadelede bir iletişim yöntemi olarak başvurulacaklar listesinde tepeye yazılmalı. Emre Uzundağ, ABD’de gezdiği bir sergi üzerinden, sanatın iklim mücadelesindeki yerini değerlendiriyor.
Yazı: Emre Uzundağ, [email protected]
Amerika’dan bildirdiğim konularda birkaç temel soruya cevap arıyorum ama resmi, hep şu çerçevenin içine alıyorum: İklim mücadelesinde bireysel sorumluluklarla politik bilincin ilişkisi nedir, birlikte var olabilirler mi, biri diğerinden daha mı önemlidir? Ayın belirli günleri ücretsiz gezebildiğim bir çağdaş sanatlar müzesinde bu soruların izini süreceğimi bilmeden “Counter-Landscapes: Performative Actions from the 1970s – Now” sergisini gezdim (kabul edersiniz ki, serginin adı niyetini ele vermeyen bir çalışma). Sergi, 1970’lerden günümüze feminist sanatçıların, doğal alanlarda ve kentlerde sosyal, çevresel ve bireysel dönüşümleri açığa çıkarıp mekanın gücünü ortaya koyan çalışmalarından oluşuyordu. Bu sergi, sanatın iklim değişikliği mücadelesindeki yerini, sanatın bireysel sorumluluğu mu yoksa politik bilinci mi ve özellikle de iklim aktivizmini mi temsil etmesi gerektiğini sorgulayabildiğim bir zemin sundu.
Milli eğitim müfredatında “sanat nedir?” tartışmaları hep bir soruyla başlar (Eleştirel düşüncenin kilitli kapılarının arkasında bu soru, çocuklar için sadece bir deyim niteliğinde ağızlara pelesenk olmuştur): “Sanat, sanat için midir yoksa toplum için midir?” Bu soru, geçtiğimiz yıldan beri artarak tartışılmakta zira erişilebilirlik çağında politik aktivizm yaş, eğitim, kimlik ve sınıf farklılıklarına bakmaksızın bir ivme yakalamış durumda. Kimilerine bir trend gibi gelen bu yeni politik aktivizmin gerçekleştirmek istediği temel hedeflerinden biri politikacıları acil iklim politikalarını devreye sokmaya zorlamak. Bu anlamda sanatçının fonksiyonu da yepyeni anlamlar kazanıyor. Sanatçının işlevini ve toplumsal rolünü en iyi anlayan isimlerden biri karikatür çizeri Özer Aydoğan’dır. Birey olarak sanatçının bu iklimdeki dönüşümünün ve toplum ile sanatçı arasındaki gerilimin, kırılmanın ve dahi çakışmanın izlerini onun karikatürlerinde eğlenceli biçimde sürebilirsiniz.
İklim Haber'i Telegram'da Takip Edin!İklim Haber'i Linkedin'de Takip Edin!
Yukarıdaki iki paragrafı birbirine bağlamayı “Counter-Landscapes: Performative Actions from the 1970s – Now” sergisinin küratörü Jennifer McCabe’e bırakayım: “Bakışın dikkatini görsellikle yakalayan sanatın gücü, sanatçıya, normal şartlarda kutuplaştırıcı olacak meseleleri işleme imkanı verir.” McCabe bunu, Sarah Cameron Sunde’nin Sandy Kasırgası ile yerle bir olan, yıkılmaz görünen şehirlerin kırılganlığını yansıtan ve bence serginin en çarpıcı çalışması üzerinden şöyle tanımlıyor: “36.5’da (bu eser için dileyenler linkten bağış yapabilirler) Sunde, gelgitlerden en çok etkilenecek birkaç şehirde gelgitlerin içinde duruyor. Denizlerde ve okyanuslarda geçirdiği 12 saat içinde su önce boynuna kadar yükseliyor ve ardından çekiliyor. Bir sanat eseri dünyaya yayıldıkça bireysel sesler çoğalarak kuvvetlenir ve kitlelere dönüşür.” Küratörlüğünü yaptığı serginin “geçtiğimiz 50 yıl boyunca doğayı dert edinen sanatçıların” çalışmalarını kapsadığını söyleyen McCabe, “Doğrudan iklim aktivizmiyle alakalı olan eserlerin, bu eserleri izleyenleri dünyamızın gerçekleri hakkında daha etraflıca düşünmeye itmesini” umuyor.
Bir küratörle konuşurken zihnimin bir köşesinde kaçınılmaz olarak bir isim beliriyor: John Berger. Berger, Görme Biçimleri eserinde seri üretimin, reprodüksiyonu doğurduğunu ve perspektif ile buna bağlı olarak gerçeklik algısını değiştirdiğini söyler. Ona göre artık sadece ait olduğu yerde gösterilmeyen bir resmin anlamı da tek bir yere sıkışıp kalmaz ve iletilebilir hale gelir. Bu reprodüksiyonun bir çeşit habere, bilgiye ya da mesaja dönüştüğünü söyler. Bu anlamda McCabe, müzelerin Instagramlık eserler sergileme eğilimine girdiği bir dönemde, müzelerin bir denge bulması gerektiğine inanıyor: “Sanatçılar, ne zor sorular sormaktan kaçınır, ne de güncel meseleler üzerine eser üretmekten çekinir. Müzeler -özellikle de bizimki gibi çağdaş sanat eserleri müzeleri- görsel olarak spektaküler eserleri, alacağı ‘beğeniler’in önüne fikrini koyan işlerle dengelemeli.” Bir örnek vermesini istemek için ağzımı açmışken devam ediyor McCabe, “Sergide ‘Wheatfield’ ile yer alan Agnes Denes, bir göçmen. Amerika’daki birçok sanatçı iklim göçmenliğini de kapsayacak şekilde göçmenlik sorununu ele alıyor. Özellikle Meksika-Amerika sınırında göçmenlere yapılan kötü muameleyi ve göçmenliğin, bazılarının gözündeki negatif anlamları irdeliyorlar. Bu çalışmalarda sınır politikalarımızla çatışan öğeler dikkat çekiyor. Sanatçılar, politik sistemimiz bize ihanet ettiğinde aktivist olmaya meyillidirler.”
Berger’e göre, bir resim satın aldığınızda onun temsil ettiği şeyi de satın alırız. McCabe ise yine Sunde’nin eseri ve iklim değişikliği etrafında Berger’in söylediklerine şunları ekliyor: “İklim değişikliği hakkında bir şeyler okuduğumuzda, herhangi bir eyleme geçmeme ihtimalimiz gayet yüksek. Bir izleyici, bir eser ile derin bir ilişki kurduğunda, bir konuyu bildiği nispette hissettiğinde, o bilgi onunla daha uzun süre kalır. Ve umulur ki o bilgi, bir eyleme ilham olsun.”
Biz bu sohbeti yaptığımız sırada Avustralya yangınlarının en yoğun olduğu günler yaşanıyor, tüm medya organlarında Endonezya’daki sel felaketi pas geçiliyordu. Sağ popülist siyasetçiler bu felaketlere başka başka kulplar takıyorlardı. McCabe’e tüm bunları bir ipe taş dizercesine sıraladığımda araya giriyor: “Sanatçılar bu konularda farkındalık yaratabilir ve herkesi hemen harekete geçirebilir. Sanat, ilham olabilir ve ben, söz konusu iklim değişikliği olduğunda bunun çok güçlü bir şey olduğunu düşünüyorum.”
Bırakın kitap okumayı, twitter’da bilgisel okumanın çaba sarf edilesi bir meşgale gibi görüldüğü bilgi tüketimi çağında sanat, iklim değişikliğiyle mücadelede bir iletişim yöntemi olarak başvurulacaklar listesinde tepeye yazılmalı. Yine İklim Haber’de yayımlanan ve iklim krizi iletişimini ele alan Damla Özlüer’in yazısında (yazının bazı kısımlarına itirazlarım olduğunu belirtmeme izin verin) belirttiği üzere: “İletişim her sorunun ilacı olamaz. Ancak iletişim pek çok şeyi değiştirebilir.” Sanat, bireysel sorumlulukla hareket edene politik bilinç katabilir. Politik bilince sahip olanı örgütlendirebilir. Ve en önemlisi bu ikisinden de yoksun olanın dikkatini buraya kanalize edebilir.