;
Ekonomi Politika

Prof. Dr. Kerem Alkin: “Emisyon Azaltım Çalışmaları Ekonomik Faydaları Beraberinde Getirecek”

YENADER Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Kerem Alkin, emisyon azaltımı için yapılan ve yapılacak yatırımların tarım, sanayi ve hizmetler sektörü açısından küresel rekabetteki becerimizi artıracak fırsatları beraberinde getireceğini ifade ediyor.

Öncelikle YENADER’in kuruluş amacı ile başlayalım. Derneği amacı ve hedefleri nelerdir? İlerleyen dönemler için dernek olarak ne tür planlamalar yapıyorsunuz? Projelerinizden bahseder misiniz?

Yenilenebilir Enerji Araştırmaları Derneği – YENADER, dünyanın ve Türkiye’nin ekolojik dengesini korumak adına devletler, sivil toplum kuruluşları, araştırma kuruluşları, üniversiteler ve özel sektör tarafından yürütülen kapsamlı araştırmalar ve saha çalışmaları konusunda farkındalığı artırmak, enerji verimliliği bilincini oluşturmak, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik kamuoyu bilincini güçlendirmek, enerji okuryazarlığını geliştirmek, yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırması adına yazılı, görsel ve dijital yayınlar gerçekleştirmek, alanın kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve akademik alandaki uzmanlarını bir araya getirerek bilimsel, teknik çalışmalar, toplantılar gerçekleştirmek, bu tür çalışma ve organizasyonlara katkı sağlamak ve üreticiden son kullanıcıya, akademiden uluslararası kurumlara yenilenebilir enerji alanındaki tüm paydaşları bir araya getirmek amacıyla kuruldu.

Türkiye’de alanında uzman bilim insanları ve sektör temsilcilerinin katkılarıyla, enerji ve bilhassa yenilenebilir enerji alanındaki bilimsel gelişmeleri masaya yatırarak, toplumun ve sektörün bilgi ve farkındalık düzeylerini yükseltmek için farklı hedef kitlelere yönelik çalışmalar gerçekleştirecek ve enerji verimliliği hakkında bilinçlendirme çalışmaları yürütecek.

Yenilenebilir enerji sektörünü COVID-19 sonrasında neler bekliyor? Sektör bu dönemde ne gibi kazanımlar elde etti, neler öğrendi?

COVID-19 küresel virüs salgını, dünyanın küresel ısınma ve çevre kirliliği gibi küresel meselelere duyarsız kalmasının veya kolektif bir çabanın ortaya konmamasının ne kadar riskli, tehlikeli yönleri olabileceği konusunda önemli ipuçları ortaya koydu, önemli bir uyarıya sebebiyet verdi. Bu nedenle, bu çapta bir virüs salgını, hiç şüphesiz ki sebep olduğu bireysel, toplumsal ve ekonomik sonuçlara bağlı olarak, karbon salımı ve ekolojik sistemin korunması boyutundaki hassasiyeti ve farkındalığı en üst seviyeye çıkaracak.

Bu durum haliyle, ekolojik sistemin korunması, küresel iklim değişikliği ve karbon salımı konusunda çok pozitif katkılara olan yenilenebilir enerji üretimi, yatırımları, teknolojileri konusundaki ilgiyi katlayacak sonuçları da beraberinde getirecek. Bilhassa, küresel virüs salgını sonrası dönemde, küresel ölçekte imalat sanayinin yeniden üretimde tam kapasiteye geçişi küresel, bölgesel ve yerel düzeyde enerji ihtiyacının yeniden katlanması, artmasına sebep olacak. Ekonominin yeniden işlerlik kazanmasıyla birlikte artacak enerji talebi, beraberinde enerji ihtiyacının giderek daha büyük bir bölümünün temiz enerjiyle, yenilenebilir enerji imkanlarıyla karşılanmasına yönelik eğilimi de hızlandıracak.  Türkiye’nin, bilhassa bu aşamada artan enerji talebini yerli ve milli enerji imkanlarıyla karşılaması, yerli ve milli enerji imkanları içerisinde ise jeotermal, rüzgar, güneş enerji santrallarımızın tamamlayıcı etkisi daha da önem kazanacak.

Özellikle enerji, tarım, hammadde konusunda üretim yapabilen ve suyu olan yani kendine yetebilen ülkeler olarak bu krizden görece daha az etkilenerek çıkacaktır. Güç üretimi yanı sıra ısıtma ve soğutma konularında da dışa bağımlı olmamak, ülke ekonomilerini güçlü konuma getirir. Dünyanın ekonomi, diplomasi, teknoloji, üretim ve küresel ticaret güç merkezi konumundaki ülkelerin bütünü, bu alandaki başarılarının temeli olan iki alanı asla ihmal etmemişlerdir; bunlardan ilki enerjide kendi kendine yetebilen ülke olma becerisi; ikincisi ise savunma ve milli güvenlik alanında kendi kendine yetebilen ülke olma becerisidir.

Özellikle COVID-19 döneminde yeşil iyileşme kapsamında yenilenebilir enerji sektörüne milyonlarca dolarlık destekte bulunulacağı açıklandı. Türkiye’de ise doğalgaz “müjdesi” tüm bu yeşil iyileşme tartışmalarını geride bıraktı. Böyle bir dönemde doğalgaz keşfinin müjde olarak sunulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Küresel enerji ihtiyaçları, arz ve talep dengesine yönelik trendler incelendiğinde, fosil yakıtlar içerisinde petrol ve kömürün çağı 2030 ile 2050 arasında tamamlanırken, doğalgaza olan talebin ve ihtiyacın güçlenerek 2070’e kadar devam edeceği gözleniyor. Uluslararası kurumlar, enerji alanında çalışan araştırma kuruluşları fosil yakıtlar içerisinde göreceli olarak daha temiz olan doğalgaza bağımlılığın gerekliliğine işaret ederek, yenilenebilir enerjinin küresel enerji talebini karşılamada artan ağırlığının bilhassa 2030-2040 döneminde hız kazanacağını belirtiyorlar. Bu nedenle, başta ABD, AB ve Çin gibi yüksek miktarda enerji tüketen ülke ve coğrafyaların doğalgaz talebi devam edecek.

Türkiye’nin bir yandan milli ve yerli yenilenebilir enerji hamlelerini sürdürürken, bir yandan milli doğalgaz rezervlerine de kavuşması, bir tarafta Türkiye’nin doğalgaz ithalatını azaltması ile birlikte, yılda 5 ile 10 milyar dolar arasında bir tasarrufu sağlarken, dışarıya gidecek bu kaynağın tasarruf edilmesiyle, Türkiye’de yenilenebilir eneri teknolojileri başta olmak üzere, havacılık ve uzay, savunma ve makine teknolojilerinde, bilişim teknolojilerinde yüksek teknoloji yatırımlarına dönüşmesine de imkan sağlayacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kullanımı arttıkça ve Türkiye’nin enerji talebini karşılama oranı yükseldikçe, göreceli olarak doğalgaza olan ihtiyacın azalması, Türkiye’nin kendi milli doğalgaz rezervini daha fazla yurt dışına, örneğin AB’ye ihraç etmesi suretiyle, Türkiye’nin enerji ithalatçısı bir ülke olmaktan, enerji ihracatçısı bir ülke olmaya geçişini de hızlandıracaktır. Bu nedenle, milli doğalgaz rezervinin keşfi çelişkili bir durum olmayıp, tersine birbirini tamamlayan pozitif bir gelişmedir.

COVID-19 döneminde; fosil yakıtlardan kaynaklı oluşan hava kirliliği nedeniyle solunum yolu rahatsızlıklarına sahip insanların daha çok zarar gördüğü, COVID-19 hastalığını daha ağır geçirdiği anlaşıldı. Bu nedenle tüm dünyada yeşil iyileşme kapsamında yenilenebilir enerji sektörüne önem verilmiş ve destekler verilmeye başlandı. Türkiye yenilenebilir enerji sektörüne önem vermiş bir ülke ve yenilenebilir enerji destek mekanizması bulunuyor. Ayrıca YEKA ile büyük bir adım atılırken yenilenebilir enerjiye önem verildiği görüldü. Doğalgaz keşfi ile yenilenebilir enerjiye verilen önem azalmıyor. Bulunan doğalgaz da Türkiye’nin milli kaynağıdır. Dışa bağımlılığımız azaldığı sürece Türkiye’nin faydasına olacaktır. CO2 azaltımı için yapılacak çalışmalar ile düşünülen negatif etkisi düşürülecek.

Türkiye Paris Anlaşması’nı onaylamayan sayılı ülkeler arasında. AB’nin iklim yasasını da düşünürsek anlaşmayı onaylamamak Türkiye ekonomisi için ne gibi sonuçlar doğuracak?

Türkiye bu tür küresel meselelerde ve atılan adımlarda, her zaman dünyanın ve Türkiye’nin ekolojik dengesi açısından doğru noktada oldu. Mevut durum, ülkeler arasında, bu boyutta bir küresel anlaşmanın ülke ekonomisinde imalat sanayi, hizmetler sektörü ve tarım sektörüne olası etkilerinin de kapsamlı tartışmalara sebep olduğu bir periyottan geçiyor. Türkiye, AB üye adayı bir ülke olarak, AB’nin ithalat yaptığı ülkeler arasında karbon salımı konusunda eli en güçle ülkeler arasında. Paris Anlaşması’nın onaylamasının sektörlerimize olası etkileri iyi ölçülerek ve tartılarak hiç şüphesiz gereken adımlar atılacaktır. CO2 sınırlandırmaları ile birlikte CO2 azaltım yatırımlarına harcanacak yatırım bütçeleri için yeni kaynaklar oluşturulması gerekiyor. Gelişmek için kullanılacak para; dünyanın ve bizim iyiliğimiz için harcanacak. Bu noktada, öncelikli yatırımlarla, ekosistemi koruyacak yatırımlar arasında hassas bir dengeyi gözeterek süreci yönetmemiz gerekecek. Hiç şüphesiz ki, CO2 azaltımı için yapılan ve yapılacak yatırımlar Türk tarımı, sanayisi ve hizmetler sektörü açısından küresel rekabetteki becerimizi arttıracak fırsatları da beraberinde getirecek.

Geçtiğimiz günlerde İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, AB Yeşil Düzen kapsamında, YEKDEM katkılarının “karbon sertifikasına” dönüştürülmesinin, karbon kredileri veya vergisine karşı yapılan emisyon azaltımının bir kanıtı olarak sanayicilere ve ihracatçılara çok önemli desteği olacağını ifade etti. Bu öneri ne kadar mümkün ve bahsedildiği üzere bir fayda sağlar mı?

YEKDEM mekanizması sayesinde yenilenebilir enerjiye verilen destek; sanayicilerimizden ve bizlerden sağlanıyor. Değişen arz-talep dengesi nedeni ile sanayicilerden alınan yüksek mali destek sanayicileri zorluyor. Bahsedilen YEKDEM katkısının karbon sertifikasına dönüştürülmesinin fayda sağlayıp sağlamayacağını söylemek için sistemin nasıl olacağını bilmek gerekir.

İlk önce karbon kredilendirme konusunu açıklamak gerekir. Karbon kredilendirmedeki amaç tesislere; karbon üretiminin azalması için çalışmalar yapılması, teknolojilerinin geliştirilmesi nedeniyle mali destek verilmesidir. Karbon üreten tesislere sınır değerler uygulanarak ve sınır değer geçen tesislerden mali kaynak alınarak karbon oluşturmayan tesislere destek verilmesi, tesislerin faaliyetlerine devam etmesini ve karbon oluşturmayan yeni tesislerin yapılmasına destek sağlıyor. Örnek olarak rüzgar enerji santralları karbon oluşturmaması nedeni ile ürettiği enerjisi oranıyla karbon kredisine sahip oluyor. Paris Anlaşması’nı kabul etmiş ülkelerde anlaşma gereği; karbon oluşturan tesisler, rüzgar enerji santrallarından karbon kredisi satın alarak mali destekte bulunmuş olurlar. Mali desteği verdiği tesisi isteyerek seçerler ve karşılıklı anlaştıkları fiyata verebilirler.

Bu durumda; sanayicilerin sağlamış olduğu YEKDEM katkılarının karbon sertifikasına dönüştürülmesi demek karbon salımı ile ilgili sınırlandırmalar getirileceği ve sınır değeri geçen sanayicinin karbon kredisi satın alması gerektiği haberini veriyor. Sanayicinin YEKDEM mekanizmasına verdiği mali desteğin karbon kredisine dönüştürülerek alması gerektiği karbon kredisi miktarından düşürülerek kazanç elde edileceği haberi verildi.

Karbon vergisinde ise; karbon oluşturan tesislerin oluşturduğu karbon miktarı ve belirlenmiş vergi oranı ile hesaplanarak karbon vergisi verilir. Ancak alınan verginin nasıl dağıtılacağı, hangi sistemle verileceği önemli.

Sanayicinin YEKDEM mekanizmasına vermiş olduğu mali desteğin karbon sertifikasına dönüştürülmesi ve oluşturduğu karbon miktarından düşürülmesinden sonra arta kalan karbon miktarının belirlenmiş vergi oranı ile hesaplanarak vergi vermesidir.

Aslında emisyon ticareti veya karbon vergisi ile şu anda sanayicinin üzerinde olmayan yeni bir yük getirilmekte ve YEKDEM mekanizmasına verilen mali destek düşürülerek sanayicinin sözde kazanç elde edeceğidir.

İlk önce sanayicinin bütçesi; karbon vergisi yada emisyon ticareti ile artırılacak. Sanayici bütçeyi düşürmek amacıyla karbon azaltımı yapmak isteyecek. Emisyon ticareti ya da vergisine para harcamaktansa karbon giderimi sistemleri için para harcamayı seçecek. Bu sayede karbon azaltımı sistemleri kullanılarak karbon azaltımı sağlanacak ve karbon kredisi/vergisi ile karbon oluşturmayan tesislerin yapımına, işletilmesine neden olacak. Ancak sistemin oturması için zamana ihtiyaç var.

Bu durumda YEKDEM katkısının karbon kredisine dönüştürülmesi ile sanayiciye fayda sağlayıp sağlamayacağı; vergi oranlarına, sanayicilerin bütçesine, teknolojiye, karbon arz-talep dengesine vb. birçok etkene bağlı.