İnsan sağlığı ve çevre üzerinde büyük risk oluşturan plastik krizi şiddetlenirken plastik endüstrisi, önümüzdeki 20 yılda plastik üretimini üç kat artırmayı planlıyor. Ancak bu hedefi tehlikeye sokan bir gelişme var: Müzakereleri devam eden Plastik Anlaşması. 2024’te Güney Kore’de gerçekleşen müzakereler, plastik üreten devlet ve şirketlerin etkili bir anlaşmayı önlemeye yönelik çabaları nedeniyle tıkandı. Anlaşmanın imzalanması, yeni seneye kaldı. Ancak kuvvetli adımlar talep eden ülkelerin de mücadelesi sürüyor. Zayıf bir anlaşmanın kabul edilmemiş olması, daha güçlü bir metin üzerinde uzlaşmanın mümkün olabileceğine işaret ediyor.
YAZI: Prof. Dr. Sedat Gündoğdu
2024’ü geride bıraktığımız bugünlerde plastik krizi, hiç olmadığı kadar büyüdü ve ekosistemin kendi dengesini koruma kapasitesini aşma noktasına ulaştı. Yıllık plastik üretimi 450 milyon tonu geçmişken, bugüne kadar üretilen 12 milyar ton plastiğin yaklaşık yalnızca yüzde dokuzu, layığıyla geri dönüştürülebildi. Kalanı, kısa bir kullanımın ardından atık haline gelerek ya gelişigüzel çevreye karıştı ya da yanlış atık yönetimi uygulamaları sonucunda farklı formlara dönüştü. Hem çevre hem de insan sağlığı için büyük risk oluşturan bu krizin temel nedeni ise aşırı plastik üretimi.
Bu durumun sürdürülebilir olmadığının farkındalığıyla Birleşmiş Milletler üye devletleri, Şubat 2022’de Kenya’nın Nairobi kentinde bir araya geldiler. Plastik kirliliğinin ana nedeni olan plastik üretimini de kapsayacak, yasal yaptırımları olan bir anlaşmanın hazırlanması için fikir birliğine vardıkları bir sözleşme yayınladılar. Kısacası, plastik kirliliği uluslararası bir anlaşma ile engellenmezse durumun çığrından çıkacağı ve iklim felaketinin üzerine kimyasal bir başka felaketin ekleneceği anlaşılıyordu.
Ne var ki plastik anlaşması müzakereleri, – daha önce de plastik kirliliğiyle ilgili bilimsel araştırmaların önünü tehditlerle kestiği bilinen – plastik endüstrisi tarafından baltalanıyor. Nitekim birincil faili oldukları bu sorunun ortadan kaldırılması, endüstrinin astronomik kâr marjında önemli bir düşüşe sebep olacak.
Kasım 2024’te Güney Kore’nin Busan kentinde gerçekleşen ve 2025 başında imzalanacak bir anlaşma ile sonuçlanması beklenen bu müzakereler, Suudi Arabistan’ın başını çektiği bir grup ülkenin ayak diretmesi nedeniyle sonuçsuz kaldı. Anlaşma metninin son haline getirilmesi, 2025’teki bir sonraki toplantıya ertelendi.
Ancak ‘‘fiyasko’’ olarak da tanımlanabilecek bu durum, geleceğe dair bir umut da içeriyor: Gerek başını Norveç’in ve Ruanda’nın çektiği ‘‘Yüksek Hırslı Koalisyon’’, gerekse Meksika, Panama ve Pasifik Ada Ülkeleri gibi kuvvetli adımlar talep eden ülkeler, plastik endüstrisinin istediği gibi at koşturmasını engelliyor. Öyle olmasaydı, Busan’da zayıf bir anlaşma metni kabul edilirdi. Dolayısıyla toplantıların sonuçlandırılamaması ve uzaması, aslında daha iyi bir anlaşma metninin yazılması ihtimalinin hala mevcut olduğunu da gösteriyor.
Plastik Endüstrisi Senelerdir Hedef Şaşırtıyor
Bu noktada bir hatırlatma yapmakta fayda var: Plastik üretimini kısıtlayacak küresel bir anlaşmanın müzakere edildiği bugünlere varmak pek da kolay olmadı. Plastik kirliliği ile ilgili ilk çalışmaların yapıldığı 1970’lerde de, çalışmaların sayısının on binleri bulduğu 2010 sonrası dönemde de ana söylem; plastik krizinin atık yönetimi gibi ‘‘havza altı’’ olarak nitelendirilen (yani sorunu önlemeye değil, oluşmasına müsaade ettikten sonra yönetmeye yönelik) yöntemlerle çözülebileceğiydi.
Hatta plastiğin insan sağlığı üzerine olan etkilerinin araştırılarak mikroplastiklerin insan vücudundaki varlığının ilk defa ortaya konulduğu 2020’lere kadar, kıymeti kendinden menkul deniz bilimcileri, plastik kirliliği ve etkilerine dair araştırma projelerine verilen desteklerden şikâyet ediyor ve plastik kirliliğinin o kadar da önemli bir sorun olmadığını ifade edebiliyorlardı.
Plastik Anlaşması müzakereleri, işte bu durumun sürdürülebilir olmadığının farkındalığıyla başlatıldı. Nitekim karşı karşıya olduğumuz bu büyük soruna rağmen plastik endüstrisi, önümüzdeki 20 yılda üretimini üç kat artırarak yılda 1,5 milyar tona çıkarmayı hedefliyor. Bu ihtimal, bugün bile yönetilemeyen kirlilik sorununun daha da büyüyeceğine işaret ediyor.
Müzakereleri Tıkama Çabaları İlk Günden Başladı
Kasım ayının sonunda Busan’da gerçekleşen müzakerelere, plastik endüstrisinin sabotaj girişimleri damga vurdu.
‘‘Plastik endüstrisi’’ dendiğinde akla yalnızca şirketler gelmemeli; bazı durumlarda şirketlerin devletleri temsil ettiğini unutmamak gerekiyor. Bu çerçevede ilk akla gelenler; Çin, İran, Rusya, Suudi Arabistan gibi devletler ve sahip oldukları şirketler.
Bu ‘‘benzer düşünen’’ ülkeler grubu, Anlaşma’nın etkisiz olması ve ana omurgasını gönüllü faaliyetlerin oluşturması için yoğun çaba harcıyor. Bunların yanı sıra ABD de, daha önce plastik üretiminin azaltılmasını destekleyen tutumunu, iktidar değişiminden kısa süre sonra değiştirdi.
‘‘Benzer düşünen’’ ülkelerin müzakereleri tıkamaya yönelik ilk önerisi, toplantının ilk gününde gerçekleşti. Hindistan, Rusya, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler, oybirliği yoluyla karar alma sistemini önerdiler. Pek tabii bu sistem, en ufak bir itirazın dahi görüşmeleri tıkamasına yol açabilirdi. Her ne kadar kabul edilmemiş olsa da, bu önerinin yapılmış olması dahi, toplantının neden başarıyla sonuçlanamadığına dair çok şey anlatıyor.
Temel Amaç: Plastikle İlgili Anlaşmaya Varılmasını Önlemek
Petrol üreticisi ülkelerin anlamsız gibi görünen fakat aslında son derece manidar olan bu yaklaşımları, konferans boyunca devam etti. Örneğin İran; tedarik, sağlık ve endişe verici kimyasallar konularının anlaşma ile ilgisinin olmadığını ve anlaşmanın yetkisinin ötesine geçtiğini iddia eden bir çıkış yaptı. Bu çıkış, benzer düşünen ülkelerin temel amacını da ele veriyordu: Plastikle ilgili bir anlaşmaya varılmasını önlemek.
Bir diğer örnek, tartışma gruplarından birinde (Grup 2) gerçekleşti: Benzer düşünen ülkelerden ve müttefiklerinden meydana gelen bir grup, plastik üretiminin sebep olduğu emisyonların anlaşma kapsamına alınmasına karşı çıktılar. Bununla da kalmayarak, mikroplastiklerin insan sağlığı üzerindeki etkisini reddeden bir açıklama yaptılar. Kısacası kâr hırsı söz konusu olduğunda gerçekleri eğip bükmek, petrol üreticileri için başvurulamayacak bir yöntem değil.
Birçok Ülke Azaltım Talep Ediyor
Neyse ki konferansta meydan, yalnızca ‘‘benzer düşünen’’ ülkeler grubuna bırakılmadı. Özellikle müzakerelerin ikinci günüyle birlikte, plastik üretimini azaltmaya ve plastiğin tüm yaşam döngüsünü dikkate alacak bir yaklaşıma yönelik güçlü hukuki yükümlülükler talep eden ülkelerin sesi daha fazla duyulmaya başlandı.
Panama, Kolombiya, İsviçre ve Avrupa Birliği, plastik kirliliği krizinin aciliyetini vurgulayarak daha hızlı ve etkili müzakereler için çağrıda bulundular. Bunun önemli bir nedeni, anlaşma müzakerelerinin sonuçlandırılamayacağının hissedilmeye başlanmış olmasıydı. Ancak buna karşı yalnızca, müzakereleri engelleyen ülkelerin iyi niyet göstermesi gerektiği gibi zayıf bir söylem geliştirilebildi.
Toplantının sonuna doğru Panama, plastik yaşam döngüsünü ele alan sistematik bir strateji benimsenmesini önerdi.Ruanda ise, başka Afrika ülkelerinin de desteğiyle, plastiğin hem üretimini hem de tüketimini azaltmayı hedefleyen küresel bir plan sundu. Bu gelişmeler, havanda su dövüldüğü izlenimi veren müzakerelerin hareketlenmesini sağlasa da, müzakerelerin sonuçsuz kalmasına engel olamadı.
Toplantıya 200’den Fazla Lobici Katıldı
Müzakereler sırasında yayınlanan bir rapor ise plastik lobisinin süreç üzerinde kurmaya çalıştığı etkiyi gözler önüne seriyordu: Buna göre fosil yakıt ve kimya endüstrisinden 220 lobici, müzakerelere katılım gösteriyordu. Bu sayı, birçok bölge delegasyonunun toplam sayısından fazlaydı. Ayrıca endüstrinin, anlaşmayı engelleme konusunda ne denli istekli olduğunu da ortaya koyar nitelikteydi.
Tüm bu çabaların sonucunda, 2025 yılı başında imzalanması planlanan anlaşma metninin son haline getirilmesi bir sonraki toplantıya ertelendi. Suudi Arabistan’ın başını çektiği ‘‘benzer düşünen’’ ülkeler grubunun ayak diretmeleri ve sabote girişimleri nedeniyle şu an elimizde, tartışılmaya muhtaç bolca başlığı bulunan bir taslak metin var.
Bu durumu bir ‘‘fiyasko’’ olarak tanımlamak mümkünse de, kötü bir anlaşmanın imzalanmasındansa müzakerelere devam etmek daha iyi bir seçenek olabilir. Nitekim petrodolar ülkelerinin yarattığı tüm zorluklara rağmen umut verici işaretler var: Son genel kurul toplantısında Ruanda 85 ülke adına, Meksika ise 95 ülke adına güçlü açıklamalar yaptı. Bunlara bakarak, etkin bir plastik anlaşması istemeyen az sayıdaki ülkenin, güçlü bir metin talep eden çok sayıda ülkenin ihtiyaç ve isteklerini sürekli engelleyemeyeceğine dair umut taşımak mümkün.
Kıyıları Tehdit Altında olan Türkiye, Müzakerelerde Etkisiz
Peki, Türkiye’nin tüm bu müzakere süreçlerindeki pozisyonu nasıldı? Bu tür uluslararası müzakereleri takip edenlerin bildiği üzere, çeşitli nedenlerle Türkiye’nin tavrı, herhangi bir gruba katılmamak yönünde. Bu yaklaşım, plastik anlaşması müzakerelerinde de sergileniyor.
“Değerli yalnızlık” tercihinde bulunan Türkiye, herhangi bir uzmanlık desteğine bile ihtiyaç duymadan, oldukça düşük profille müzakerelere katılım sağladı. Yapılan konuşmalar da yine öncekilere benzer nitelikteydi: Sıfır atık, toplanan çöpler, 25 kuruşluk (2025 yılında %100 artışla! 50 kuruş oldu) plastik poşet ücreti, özlü sözler ve kurulumu yılan hikâyesine dönen depozito iade sistemi de dâhil olmak üzere, hayal pazarlayan detaylardan ibaretti.
Oysa Plastiksiz Türkiye Platformu girişiminin yaptığı çağrıda da belirtildiği gibi, Türkiye’nin ‘‘bağımsız’’ görünen bu duruşu aslında benzer düşünen ülkelerin işine yarıyor. Bunun yerine, plastik üretimini azaltmaya yönelik ve bölgesel olarak da öncülük yapacak bir pozisyonda olması gerekiyor. Bunun nedeni, Türkiye’nin diğer kıyı ülkelerine kıyasla en fazla kirletilen kıyılara sahip olması. Merdiven altı geri dönüşüm sektörü ve kriminal faaliyetler nedeniyle Türkiye’nin dünyanın en fazla çöp ithal eden ülkesi haline gelmiş olması, plastik kirliliği açısından karanlık bir geleceğe işaret ediyor. Bunun yanı sıra temelsiz tespit ve analizlerle manipüle edilen plastik hammadde yatırım çalışmaları da bulunuyor. Tüm bunlar, Türkiye’nin plastiksizleşme konusunda çok daha sağlam bir pozisyonda durmasını zorunlu kılıyor.