Yazı: Barış DOĞRU*
Bazen böyle olur, hiç tahmin edilemeyen bir değişken devreye girer ve bütün denklemler altüst olur. COVID-19 insanlığın şimdiye kadar yaşadığı en sarsalayıcı değişken olmaya aday. Dünya üzerinde tüm ülkelerin ve insanların statükolarını derinden sarsan bu kriz, birçok kişi tarafından çok hızlandırılmış bir iklim krizi provası olarak değerlendirildi. Ve pandeminin hemen her alanda farklı toplumsal, iktisadi ve kültürel sonuçları üzerine önemli tartışmalar ve araştırmalar da birbirini izledi.
Bu anlamda 2020 yılı, iklim ve enerji tartışmaları açısından da önemli sonuçlar doğurdu. Halen, günlük hayatımızı şekillendirmeye devam eden bu süreç, bir yandan toplumsal düzende var olan tüm eşitsizlikleri daha net bir biçimde gözler önüne sererken, diğer yandan iklim değişikliği gibi varoluşsal sorunların çözümü için, dayanışma, toplumsal refah ve sürdürülebilir kalkınmayı önceliklendiren ekonomi politikalarının herkes için tek çıkış yolu olduğunu da gösterdi. Yıllardır iklim değişikliği uzmanlarının söylediklerinde ne kadar da haklı olduğunu ve sınır tanımayan iklim krizinin ancak ve ancak uluslararası bir işbirliği ve dayanışma ile toplum ve yaşam üzerindeki etkilerinin azaltılabileceği bu yıl daha da belirginleşti.
Dünyanın dört bir yanındaki karar vericilerin bu apaçık gerçeği fark etmesi halen yeterli seviyede değil ama, birçok dünya liderinin, tüm dünyanın yaşadığı ekonomik sorunların çözümünün iklim krizi gibi sorunlar ele alınmadan mümkün olmadığını görmeye başladığına dair bazı göstergeler var elimizde. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in defalarca yaptığı açıklamalarda vurguladığı üzere, pandemi, toplumsal eşitsizliklerin
her türünün güçlenmesine yol açtı.
Toplumsal izolasyon yüzünden artan ev içi şiddet ve ev emeği sömürüsü, toplumsal cinsiyet alanında sorunları katlarken, her tür ırkçılık ve nefret suçlarında da büyük artış yaşandı. Antisemitizmin yükselmesinin yanı sıra, özellikle Trump yönetimi altındaki ABD’de ırkçı saldırılar hız kazandı. Sağlık ve sosyal güvenceden yoksun milyonlarca kişinin dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde açlık, yoksulluk, salgın ve toplumsal çatışmalar arasında çaresizce çırpındığına tanık olduk.
Pandemi Sonrası Ekonomi: Yeşil Dönüşüm
Ülkeler ve şehirler arası eyahatlerin, sokağa çıkmanın kısıtlanması ve birçok sektörün pandemi yüzünden üretime ara vermesi ile birlikte, tüm dünya kendini derin bir ekonomik krizde buldu. Dünya Bankası tarafından İkinci Dün-ya Savaşından beri yaşanan en büyük ekonomik kriz, tüm liderlerin ve iş dünyasının önde gelenlerinin şapkayı masaya koyarak düşünmesine neden olurken, başta istihdam alanı olmak üzere her alanda yaşanan toplumsal sorunlar, pandemi sonrasındaki iyileşme döneminin, sadece büyümeyi değil sürdürülebilirliği de hedeflemesi gerektiğine dair seslerin çok daha güçlü çıkmasına neden oldu. OECD, IEA, Dünya Bankası, BM ve daha birçok uluslararası kuruluş böyle bir dönüşümün ancak ve ancak yeşil, doğa ile barışık yöntemlerle mümkün olduğunu yaptıkları çalışmalar ile kamuoyu ile paylaştı.
İklim krizinin Covid-19’dan daha büyük ve uzun vadeli bir tehdit olduğunu ve
tüm dünyadaki canlı varlıkların yaşamlarını yok etmeye ve toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmeye başladığını da ifade eden bu çağrılar, 2020 yılında iklim eylemi konusunda hiç beklenmedik bir biçimde adımların atılmasınaönayak oldu. Geçtiğimiz aylarda açıklanan Türkiye İklim Değişikliği ve Çevre Algı Araştırması’nın, Türkiye halkının yarısından fazlasının (%51,5), pandemi koşulları altında bile, iklim krizinin, pandemiden daha büyük bir
tehdit olarak gördüğünü ortaya koyması, bu konudaki farkındalığın yayıldığını gösteriyordu.
Düzenli olarak COVID-19 ekonomi paketlerini inceleyen ve raporlayan Green Stimulus Index’e göre bu adımlar, halen yeterli seviyede olmasa da, küresel bir yeşil ekonomik düzenin habercisi. Çalışmaya göre, 2020 yılında ülkeler iklim dostu sektörel dönüşümler için toplamda 3.7 trilyon dolarlık bir kaynak ayırdı. Bu süreçte, Avrupa Birliği, Kanada ve Güney Kore gibi ülkeler yeşil olma yolunda önemli adımlar atarken, Türkiye, Suudi Arabistan’la beraber bu konuda geride kalan ülkeler arasında gösteriliyor.
Paris Anlaşması ve İklim Gündemi Pandemi öncesinde, 2020 yılının iklim eylem yılı olması bekleniyor, ülkelerin yükselmiş hedefler ile Glasgow’da düzenlenecek COP26’ya katılması planlanıyordu. Ancak pandemi nedeni ile COP26’nın ertelenmesi ve andeminin yarattığı panik havası ile uluslararası gündem yılın başında tamamen değişti. Ancak bu gündem değişikliği, pandemi sonrası “yeni normal” tartışmaları ve giderek artan iklim felaketleri -Amazonlar, Avustralya ve Kaliforniya yangınları, Ortadoğu’da derinleşen su krizi- ile beraber iklim değişikliği konusunda gerekli olan uluslararası dayanışmanın önemini gözler önüne serdi.
AB’deki sınır dışı karbon emisyonlarına dair düzenlemeleri de içeren Yeşil Düzen tartışmaları ile ABD seçim sürecindeki iklim değişikliği ve yeni yeşil düzen gündemi ile beraber, iklim meselesi pandemiye rağmen gündemde kalmaya devam etti.
AB, İngiltere, Çin, Güney Kore ve Japonya gibi dünyanın önde gelen ekonomileri, Paris Anlaşması çerçevesinde iklim eylemi hedeflerini yükselttiklerini ve sıfır-emisyon hedef tarihlerini açıkladılar.
AB 2030’a kadar emisyonlarını yüzde 55 oranında azaltacak ve sınır dışı karbon emisyonlarına karşı sınırda karbon vergisi rejimini hayata geçirecek ve 2050 yılında da dünyanın ilk karbon nötr kıtası olacak. AB ile ticari partnerliği olan ülkeler ve özellikle AB ekonomik alanına ürün ve hizmet tedarik eden şirketler, ya sıfır emisyonlu ürünler ve hizmetler üretecekler, ya da bu süreçlerden kaynaklanan emisyonları yüzünden ek vergilerle karşılaşacaklar. Dünyanın en çok karbon emisyonuna sahip ülkesi Çin de, iklim eylemi konusunda küresel liderliğe soyunduğunun net mesajını verdi. Çin, yeşil teknolojilerin ülke ekonomisinde giderek artan payını da hesaba katarak, 2060 yılında net-zero emisyonu hedeflediğini açıkladı.Japonya, Kore ve daha birçok büyük ekonomi benzer uzun vadeli planlarını açıklar, emisyonları sıfırlayacağı tarihin adını koyarken aynı zamanda Paris Anlaşması çerçevesindeki ulusal niyet beyanlarını da 1.5 derece hedefine yaklaşarak güncelledi.
2020 yılı Kasım ayı itibari ile ABD artık Paris Anlaşması’na resmi olarak taraf değil ancak yeni seçilen başkan Biden ilk adım olarak, Trump’ın iklim meselesinde yarattığı olumsuz havayı dağıtacak. Biden ABD’yi anlaşmaya tekrardan dahil etti. COP26 ertelenince kısa bir iklim eylem zirvesi düzenleyen İngiltere’nin de 2021 yılında Brexit ile yaşanan uluslararası itibar kaybını ünlü İngiliz diplomasisini iklim mücadelesi için kullanarak Kasım 2021’de düzenlenecek COP26’dan güçlü ve yeşil dönüşümü derinleştiren bir sonuca kanalize edecek.
Yalnız Ülke Türkiye
Dünya çapında pandemi iklim değişikliği konusunda eyleme geçmeye dair istekliliği artırırken ve tüm dünya yeni bir ekonomik düzeni konuşurken, Türkiye’nin bu konudaki değersiz yalnızlığı giderek derinleşiyor. Halen Paris Anlaşması’nın dışındaki tek G20 ülkesi olarak, giderek tüm ulusal ve uluslararası politikaların öncelikli unsuru olmaya başlayan, ekonomi politikalarına yön vermeye başlayan iklim eylemi tartışmasının tamamen dışında kalmaya devam ediyor. Meseleyi dar çerçeve ile değerlendiren ve Paris Anlaşması’nın başlattığı ve pandemi sürecinin hızlandırdığı küresel dönüşümü göremeyen Türkiye’deki karar vericiler, ülkeyi bu küresel dönüşümün dışında tutmaya ve gelecek yüzyıla damga vuracak tartışmaları kaçırmaya devam ediyor. Yeni yayımlanan Paris Effect raporunun da gösterdiği gibi, Paris Anlaşması yeni yeşil düzene ışık tutuyor, Türkiye ise bu ışığın dışında kalmayı tercih ederek, sürdürülebilir kalkınma trenini kaçırıyor.
*Bu yazı EKOIQ’nun Ocak-Şubat 2021 sayısından alınmıştır.