;
Politika

“Ormanların Üzerindeki Baskıyı Acilen Azaltmalıyız”

orman

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Ormancılık Politikası ve Yönetimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, günümüzde ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilen, yani orman niteliği yok edilen alan miktarının 700 bin hektara ulaştığını belirtirken, “Öyle görünüyor ki bu miktar kısa süre içinde ikiye katlanabilir. İklim krizinin bu derece tehditkar olduğu; ormanların ekolojik, ekonomik ve sosyal işlevlerinin alternatifinin kesinlikle bulunmadığı böyle bir dönemde bu durumun kabul edilmesi olanaklı değil” diyor.

Yazı: Bulut BAGATIR

Dünya iklim değişikliği, biyoçeşitlilik krizi ve kirlilik gibi üçlü bir kriz içerisinde. Tüm bunlar, birbirini daha da şiddetlendiren, iç içe geçmiş krizler. Bu üçlü krizin ormanlardaki yansıması ne yönde oluyor?

Ormanlar iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik krizinin tam ortasında. İklim değişikliği ormanları pek çok açıdan olumsuz etkiliyor. Orman yangınlarının daha kolay çıkmasına ve daha kolay yayılmasına yol açıyor. Bitkilerin büyümesi üzerinde etkili oluyor. Yine bitkilere zarar veren böcek ve mantar hastalıkları üzerinde iklim değişikliğinin önemli etkileri var. Bitki göçleri, orman kompozisyonlarının değişmesi ve ormanlardaki biyolojik çeşitliliğin azalması da iklim değişikliğinin ormanlar üzerindeki doğrudan etkilerinden. Bir de iklim değişikliğinin ormanlar üzerinde dolaylı etkileri var. Örneğin, iklim değişikliği nedeniyle insanlar ormanlardan daha fazla şey talep etmeye başlıyorlar. Ormanlarda daha fazla zaman geçirmek, konut ve dinlenme alanlarının daha çok orman içi ya da yakınlarında yer alması gibi eğilimler de ormanlara zarar veriyor. Öte yandan ormanların da iklim değişikliği üzerinde etkileri var. Bir defa ormanlar en önemli karasal karbon yutakları. Bu nedenle iklim değişikliğiyle mücadelenin en önemli araçları ormanlar. Ne var ki dünya genelinde orman alanı kaybı, yani ormansızlaşma devam ettiği için başka pek çok olumsuz sonuçla birlikte ormanlardan iklim değişikliğiyle mücadele konusunda da yeterince yararlanmamız söz konusu olamıyor.

Diğer yandan ormanlar karasal biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapan en önemli ekosistemler. Dünya karasal alanlarının yalnızca %30’u ormanlarla kaplı olmasına karşın tüm canlı türlerinin, yani biyolojik çeşitliliğin %80’i ormanlarda bulunuyor. Ormanlarla ilgili her türlü olumsuzluk; ormansızlaşma ya da orman alanlarının niteliklerinin zarar görmesi biyolojik çeşitliliğin darbe alması anlamına geliyor. Ormanlar zarar gördükçe hem canlı türlerinin çeşitliliği hem de popülasyonlarında azalma meydana geliyor. Biyolojik çeşitlilikte yaşanan bu olumsuzluk geri dönerek ormanın yapısını olumsuz etkiliyor ve kırılması mümkün olmayan bir kısır döngü yaşanmaya başlıyor.

Kirlilik de ormanlara zarar veren önemli etkenlerden. Çeşitli kimyasalların toprakta birikmesi, suların kirlenmesi, hava kirliliği, plastik atıklar, endüstri kaynaklı zehirli atıklar gibi ormanlar üzerinde olumsuz etkilere sahip. Kirlilik dediğimiz olguya yol açan her türlü atık bir yolla orman ekosistemlerini oluşturan bitkiler, hayvanlar ya da diğer canlılara zarar veriyor; toprağın, suyun ve havanın kalitesini bozuyor. Kirliliğin türüne göre orman ekosistemini oluşturan canlılardan bazıları zarar görmeye başladığında ekosistemin dengesi bozulup büyük ekolojik çöküşlere kadar uzanan süreçlerin yaşanması söz konusu olabiliyor.

Türkiye’de farklı iklim tipleri ve buna bağlı olarak zengin bir biyoçeşitlilik mevcut. Ancak iklim değişikliğiyle birlikte ormanlardaki insan faaliyetleri bu zenginliğe büyük darbe vuruyor. Özellikle ormandaki insan faaliyetlerinin yolunu açan politikalara dair neler söyleyebiliriz?

Ormanlardan insanların, toplumların doğal olarak pek çok beklentisi var. Odun ve odun dışı orman ürünleri (yemek için bitki ve mantarlar, tıbbi bitkiler, endüstriyel ve kozmetik değer taşıyan yağlar, lif vb.) bu beklentiler arasında ilk akla gelen. Fakat bununla kalmıyor. İnsanlar aynı zamanda boş zamanlarını ormanda geçirmek, turistik ve rekreasyonel faaliyetlerinde ormanla iç içe olmak istiyorlar. Dünya genelinde nüfusun artması ve beklentilerin çoğalması ormanlar üzerindeki baskıyı daha da artırıyor. Bu saydıklarım orman, orman olarak kalırken karşılanabilecek beklentilere örnekler. Bir de ormanı orman olarak koruyamamamıza yol açan beklentiler var. Örneğin, Türkiye’de, göçlerle kırsal alanların boşaldığı son 30-40 yılı saymazsak orman alanları tarım ve hayvancılık alanlarına dönüştürüldü. Bu eğilimne yazık ki dünyanın pek çok yerinde hâlâ devam ediyor. Dünya genelindeki ormansızlaşmanın en önemli nedeni orman alanlarının tarım (örneğin kahve, palmiye vb.) alanlarına ya da hayvancılık alanlarına dönüştürülmesi. Benzer şekilde madenciliğin ormanlar üzerinde çok büyük bir baskısı var. Yine dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de madencilik, orman ekosistemlerine zarar veren en önemli etkenler arasında. Nüfus artışı ve ekonomik büyüme arzusu daha fazla üretim ve tüketimi tetikliyor. Madencilikten enerjiye, tarımdan turizme her türlü mal ve hizmet üretimi için geniş arazi parçalarına ihtiyaç var. Madenci maden çıkarmak için, enerjici türbin ya da santral kurmak için, ulaştırmacı yol yapmak için, ziraatçı ekip biçmek için, turizmci tesis yapıp müşteri ağırlamak için ormandan yer talep ediyor.

Bu taleplerin tümünün reddedilmesi mümkün olmadığı gibi tamamının karşılanması da mümkün değil. Biz şunu söylüyoruz: Eğer bir faaliyet mutlaka ormanda yapılmak zorundaysa (mutlak zorunluluk ilkesi) ve ormanın orman olarak korunmasından daha yüksek bir kamu yararı üretecekse (üstün kamu yararı ilkesi) o faaliyetin ormanda yapılmasına izin verilebilir. Fakat Türkiye’de bu iki ilkeye de kesinlikle uyulmuyor. Orman dışında da pekâlâ yapılması olanaklı olan ya da ormanın ürettiği kamu yararının yanına bile yaklaşması mümkün olmayan faaliyetler için orman alanı tahsisi yapılıyor. Yasal düzenlemelerde bir engel varsa derhal kanun ya da yönetmelik değişikliği ile bu tür faaliyetlerin ormanda yapılabilmesinin önü açılıyor. Günümüzde ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilen, yani orman niteliği yok edilen alan miktarı 700 bin hektara ulaştı. Öyle görünüyor ki bu miktar kısa süre içinde ikiye katlanabilir. İklim krizinin bu derece tehditkar olduğu, ormanların ekolojik, ekonomik ve sosyal işlevlerinin alternatifinin kesinlikle bulunmadığı böyle bir dönemde bu durumun kabul edilmesi olanaklı değil.

İklim değişikliği ile birlikte orman yangınlarının da sıklığı ve şiddeti artıyor. Türkiye de coğrafi konumu itibarıyla bunu daha sık tecrübe etmeye başladı. Orman yangınları sürecinde ve sonrasında biyoçeşitlilik nasıl etkileniyor ve toparlanma süreci nasıl gerçekleşiyor?

Evet, iklim değişikliği orman yangınlarını doğrudan etkiliyor. İklim değişikliği nedeniyle kendiliğinden orman yangını çıkmıyor; ancak diğer etkenlerle (ihmal, kaza, kasıt, yıldırım düşmesi vb.) çıkması muhtemel yangınlar daha kolay çıkıyor ve yayılması kolaylaşırken söndürülmesi zorlaşıyor. Yani iklim değişikliği nedeniyle daha sık yangın çıkarken çıkan yangınlar daha büyük alanları etkiliyor.

Orman yangınları orman ekosistemini oluşturan her canlı türünü; ayrıca toprak, su ve havayı doğrudan etkiliyor. Bitkilerin çoğu yanarak ölüyor. Hayvanlar hareket kabiliyetleri ve başka bazı özelliklerine göre az ya da çok mutlaka etkileniyor. Kolay kaçabilmeleri nedeniyle hiç etkilenmeyeceğini sandığımız kuşlar bile etkileniyor. Yumurtlama ve yavru büyütme zamanında çıkan yangınlar kuşların bir nesil kaybetmesine yol açabiliyor. Ayrıca diğer zamanlarda çıkan yangınlar da yaşam ortamlarını ve besin kaynaklarını olumsuz etkilediği için doğrudan olmasa bile dolaylı tahribatlar ortaya çıkıyor. Kısacası orman yangını orman ekosistemi ve biyolojik çeşitlilik için büyük bir yıkım haline geliyor.

Toparlanma süreci biraz daha karışık bir durum. Akdeniz coğrafyasında insanın olmadığı zamanlarda da yangınlar çıkıyordu. O coğrafyadaki ekosistemler yangınlar sonrası kendini onarabilecek önlemlerle evrimleşti ve bu günlere geldi. Örneğin, kızılçam, sürekli bol tohum üretip bu tohumları yangına dayanaklı kozalaklarda korumayı geliştirdi. Bazı bitkiler toprağın altında canlı kalan köklerinden ya da yanmamış gövdelerinden sürgünler geliştirerek yaşama tutunmayı öğrendi. Hayvanların kimi kaçarak kimi saklanarak yangınla baş etmeye çalıştı. O nedenle orman yangınları Akdeniz orman ekosistemlerinde ölümcül tahribatlar yapmadı. Ne var ki bu söylediğimiz, insan öncesi dönemlerde doğal olarak çıkan yangınlarla ilgili. Günümüzde insan etkisiyle ve iklim değişikliğinin de hızlandırıcılığında doğal olarak çıkan yangınlardan sayı olarak katbekat fazla yangın çıkıyor ve bu yangınlar doğal yangınlara nazaran onlarca, yüzlerce kat büyük alanları etkiliyor. Bu nedenle, orman ekosistemlerinin yangınlara karşı geliştirmiş olduğu önlemlerin yetersiz kalması söz konusu olabiliyor. Tüm bu nedenlerle, yangınlar sonrasında ilk tercih olarak ekosistemin kendini onarmasına fırsat tanınması, bu şekilde ekosistem restorasyonu gerçekleşemezse insan müdahalesiyle mühendislik önlemleriyle doğanın desteklenmesi gerekiyor.

Geçtiğimiz günlerde korunan türlerin avlanması halinde ceza ve tazminat bedellerini gösteren bir belge oldukça tartışmaya neden olmuştu. Türkiye ormanlarındaki endemik türlerin korunmasına ilişkin politikalara dair neler söyleyebilirsiniz?

Endemik ya da nesli tehlike altında olan türlerin korunması konusunda olumsuz etkiye sahip pek çok etken var. Bunların başında yukarıda özetlemeye çalıştığım orman tahsisleri konusu geliyor. Madencilikten ulaştırmaya, enerjiden turizme kadar farklı sektörlere tahsis edilen orman alanları hem tahsis edilen orman alanlarında yaşayan türlerin yok olmasına hem de civardaki türlerin habitat parçalanması sonucu zarar görmesine yol açıyor. Bunun dışında kontrolsüz otlatmadan yanlış ağaçlandırma ve gençleştirme çalışmalarına, orman yangınlarından iklim değişikliğine kadar endemik ve nesli tehlikede olan türlere zarar veren pek çok etken sıralanabilir. Doğasever bireyler tarafından doğa gezileri sırasında bilinçsizce yapılan çiçek toplama faaliyetleri bile çok önemli olumsuz sonuçlar doğurabilir. Sayıları zaten az olan bu türlerin üreme organı olan çiçeklerinin koparılması bir sonraki neslin oluşamaması anlamına gelir. Türkiye’de endemik ya da nesli tehlikede olan türleri koruma görevi Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ne verilmiş durumda. Ancak yukarıda özetlediğim olumsuz etkenlerin ortadan kaldırılması sorunun çözümünün ilk adımını oluşturuyor. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün başta personel ve bütçe sorunlarının giderilmesi gibi yollarla sorunun çözümünün pekiştirilmesi yolunda adımlar atılabilir.