Yazı: Prof.Dr. Etem KARAKAYA, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü
İklim değişikliği ile mücadele için toplanan son iki COP toplantısından COP26 Glasgow’un en belirgin özelliği azaltım azmi ve hedef yükseltme ile ilgiliydi. Ülkelerin iddialı bir şekilde net-sıfır hedeflerini duyurduğu bu COP26’da ümitler yükseldi. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), CarbonTracker gibi bu hedefleri esas alarak yerkürenin ısınmasının ne kadar olacağını tahmin eden kuruluşlar iyimser rakamlardan bahsediyordu. Ancak, 2050 için alınan bu net-sıfır hedeflerin duyurulması her ne kadar ümitleri arttırsa da kısa sürede fark edilen şey, bu hedeflere nasıl ulaşılacağına yönelik yol haritalarının içinin boş olduğu endişesi idi. Başka bir deyişle, eğer bir mucize gerçekleşmeyecek ve ülkeler 2050 yılına geldiğinde birden emisyonlarını nötr hale getiremeyecekse, bu hedeflere ulaşmak için kısa-orta ve uzun vadeyi içerecek şekilde kapsamlı bir eylem planı gerekmekte idi. Türkiye’den örnek vermek gerekirse Cumhurbaşkanı 2021 sonunda 2053 için net-sıfır hedefini BM toplantısında duyurduğunda herkes heyecanlanmıştı. Ancak, bu hedefe ulaşmak için yol haritası henüz ortaya konulmamıştı. Daha sonra, Mısır’da düzenlenen COP27 toplantısında öğrendik ki Türkiye resmi projeksiyonlarına göre emisyonların zirve (peak) olacağı tarihi 2038 olarak öngördüğünü duyurdu. Emisyon zirvesini 1990’lı yıllarda gören AB ülkeleri için acaba 2050 hedefini tutturabilirler mi diye tartışmalar yapılırken, Türkiye’nin 2038 yılına kadar emisyon artırımı yapıp daha sonra kalan 15 yılda nasıl net-sıfır sağlayacağı muammasına bir cevap verilemedi. Bu konu çok çetrefilli ve uzun bir yazı gerektirdiği için şimdilik burada bırakalım ve asıl konumuza dönelim. Görüleceği gibi ülkelerin uzun dönemli net-sıfır hedefi almaları tek başına bir anlam ifade etmiyor. Gerçekçi bir 2030 orta vadeli hedefleri ve daha sonrası için yol haritasına acil ihtiyaç var. Sanıyorum, bu nedenledir ki COP27 Mısır görüşmelerinde en çok konuşulan kelimelerden birisi ACTION (EYLEM) konusu idi.
COP27’de hem uluslararası müzakerelerde hem de yan etkinliklerde (Side Events) gündeme getirilen diğer çarpıcı ifadelerden bazıları ise azaltım yapılması zor sektörler (hard to abate sectors), sanayide karbonsuzlaşma ve temiz enerji teknolojileri idi. Ev sahibi Mısır’ın bu konuyu yoğunlukla gündeme getirmesinin nedenini anlayabiliriz. Çünkü Mısır hidrojen teknolojilerine vurgu yaparak, kendi ülkesi ve Kuzey Afrika’nın yeşil hidrojen için ihtiyaç duyduğu yenilenebilir enerjiyi temin edip büyük bir yenilenebilir ve yeşil hidrojen üssü olmayı planlamaktadır. Büyük ihtimalle COP28 UAE de yapılacağı için UAE de bu konuya özellikle atıf yapmakta ve bu sebeple COP28’de de bu konuların yoğun bir şekilde konuşulacağını göreceğiz. COP28 Dubai görüşmelerinde İlk Küresel Durum Değerlendirmesi yapılacağı için ayrıca önem arz etmektedir. Küresel Durum Değerlendirmesi, özellikle Paris Anlaşması’nın kabul edilmesinden bu yana kaydedilen ilerlemenin kapsamlı bir değerlendirmesini sunacak. Bu, ilerlemekte olan boşlukları kapatmak için alınması gereken önlemler de dahil olmak üzere, iklim eylemi konusundaki çabaların uyumlaştırılmasına yardımcı olacaktır. Eylem zamanı, geleceğin yeşil teknolojilerinin konuşulması ve bu alana yatırım ve finansmanın sağlanması oldukça kıymetlidir. Ancak, bu yazıda, ben özellikle EYLEME yönelik konuşulan bu konulardan “Malzemenin” rolünün niçin önemli olduğunu spesifik olarak sanayide karbonsuzlaşma ve döngüsel ekonomi bağlamında tartışmak istiyorum.
Grafik 1: Kaynak: Ellen MacArthur Foundation (2019)
İlk olarak gözden kaçan bir gerçeği vurgulamak lazım; net-sıfır hedefinin sadece enerji sistemine odaklanılarak sağlanamayacağı birçok insan tarafından ihmal ediliyor. Yakın zamana kadar azaltım çabaları, net sıfır ekonomiye geçişte yenilenebilir ve enerji verimli önlemlerin kritik rolüne odaklandı. Ancak, mevcut enerji odaklı iyileştirmeler ile emisyonların %55’i azaltılabilecektir; net-sıfır hedefine ulaşmak için kalan %45 azaltım gerekliliği ise ürün ve malzeme kullanımında yapılacak daha zor olan dönüşüm ile ancak başarılabilecektir (Ellen MacArthur Foundation, 2019).
Bu anlamda hem üretim hem tüketim süreçlerinde malzeme kullanımı ve malzeme verimliliğinin sağlanmasına yönelik geliştirilecek stratejiler oldukça önemli olacaktır. Peki ama dönüşüm için neden malzeme bu kadar kritiktir?
Yeşil dönüşüm sürecinde MALZEMENİN rolünün birkaç nedenle çok kritik olduğunu görüyoruz. Başka bir ifadeyle yeni sistemin yol açtığı malzeme gereksinimi ve malzeme kullanımın neden olduğu emisyonlar ve bu emisyonların nasıl azaltılacağı küresel ve yerel ölçekte gündemin en önemli başlıklarından birisi olacak. Öncelikle karbonsuz bir ekonomiye geçişte malzeme kullanımı ihtiyacı nasıl bir değişim gösterecek konusundan başlayalım. Mevcut fosil-yakıt temelli ekonomik sistemde, büyüyen ekonomiler, altyapıyı iyileştirmek, üretim kapasitesini sağlamak, insan refahını artırmak ve kalkınma sürecinde yoksulluğu azaltmak için üretim ve tüketim süreçlerinde ciddi anlamda malzeme kullandılar (Hertwich vd, 2020). Planlanan yeni karbonsuz sisteme dönüşüm ise, bugünkü fosil temelli ekonomiye göre çok daha büyük hacimli malzeme kullanımı gerektiriyor. Örneğin, yenilenebilir enerji teknolojilerin malzeme gereksinimi doğal gaz veya kömür teknolojisine göre kat kat daha fazla materyal kullanımı gerektiriyor. IEA verilerine göre, deniz-üstü rüzgar türbini (off-shore wind) malzeme ihtiyacı, kömür madenine göre 13 kat daha fazladır. Benzer şekilde, elektrikli araçların ihtiyaç duyduğu malzeme miktarı, klasik içten yanmalı motorlu araçlara göre altı kat daha fazladır (IEA, 2021).
Malzeme açısından diğer önemli bir sorun ise, enerji dönüşümü için gerekli demir-çelik, bakır, alüminyum gibi standart malzemelerin talebi artacağı gibi kritik mineral ve hammadde (critical raw materials-CRM) olarak adlandırılan ve temiz enerji teknolojilerinde kullanılan malzemenin ciddi arz güvenliği sorunu oluşturmasıdır. Örneğin temiz enerji teknolojilerinde temel olarak kullanılan olmazsa olmaz lityum, kobalt, nikel, grafiti manganez ve Nadir Toprak Elementleri gibi kritik mineral ve malzemelerin talebinin 2040 yılına kadar ortalama 6 kat artış göstereceği tahmin edilmektedir (IEA, 2021). Bu kritik minerallerin dünyada sadece belli coğrafyalarda mevcut olması ve bu coğrafyaların da genellikle ekonomik veya siyasi olarak riskli bölgelerde olması önemli bir sorun olarak görülüyor. Örneğin, kobalt rezervlerinin %70’i Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndedir. Daha vahimi, bu madenin çıkartılmasının ötesinde, ilgili maden cevherlerinin işlenmesi, rafinasyonu gibi süreçler konusunda neredeyse tek hakim ülke Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Çin akıllı bir şekilde bu kritik metaryallerin önemini yıllar önce görmüş, madenlere sahip bir çok ülke ile anlaşma sağlamış ve daha önemlisi temiz enerji teknolojilerinde kullanılacak hale gelmesi için gereken rafinasyon, işleme sürecini kendi ülkesinde yapmaya başlamıştır. Kritik mineral ve malzemelerin işlenmesi konusunda Çin, ABD, AB gibi gelişmiş ülkelerin kat be kat ötesindedir. Bu açıdan bakıldığında, malzeme ve kritik hammaddelerin sadece ekonomik veya tedarik zinciri kaygıları nedeniyle değil, aynı zamanda fosil tabanlı bir enerji sisteminden düşük karbonlu yeşil enerji sistemine geçişi önemli ölçüde etkileme potansiyeline sahip olmaları nedeniyle de önemli görüldüğü oldukça açıktır. Bu konuda daha detaylı ayrı bir yazı yazacağım için konuyu burada bitiriyorum.
Malzeme kullanımı ve malzeme verimliliği sera gazı emisyonları azaltımında özellikle sanayi sektörü kaynaklı emisyonların azaltılmasında kritik role sahiptir. Şimdiye kadar enerji kaynaklı emisyonlar yenilenebilir enerjiye geçiş ve enerji verimliliği sayesinde özellikle güç sektörü (elektrik üretimi) üzerine odaklanmış ve bu alanda önemli bir ilerleme sağlanmıştır. Ancak, sanayi sektörünün karbonsuzlaşması gelişmiş AB ülkeleri dahil olmak üzere sürekli ertelenmiştir. Bu ertelemenin temel sebeplerinden birisi emisyon azaltımı kapsamında uygulanacak ekonomik araçların, AB içindeki bu sektörlere getireceği yükün dış ticarette rekabet dezavantajı yaratmasından korkulmuş olmasıdır. Bunun en önemli örneği AB ülkelerinin ETS uygulamasında görülmektedir. Ancak emisyon azaltımının küreselleştirilmesi, karbon sızıntısının önlenmek istenmesi ve dış ticarette rekabet dezavantajından yerli üreticilerin korunması amacıyla Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) gündeme getirilmiştir. Ancak, bu yeni düzenleme ile sanayide karbonsuzlaşma ciddi anlamda gündeme gelebilmiştir. Küresel emisyonların neredeyse %30’unu oluşturan sanayi sektörü karbonsuzlaşmadan net-sıfır hedefleri hayal olacaktır. Sanayi her ne kadar birçok üretim kolunu barındırsa da doğrudan küresel sanayi emisyonlarının %63’ü metaller (demir-çelik, alüminyum, bakır), kimyasallar ve çimento gibi ağır sanayi, malzeme-yoğun sektörlerin üretiminden kaynaklanmaktadır. Türkiye gibi ağır sanayisi güçlü bir ülkede ise, metaller, kimyasallar ve metal-dışı mineraller (çimento, cam ve seramik) 2021 yılı toplam sanayi emisyonlarının %72’sini oluşturmaktadır (TUİK, Turkish Greenhouse Gas Inventory 1990-2021, 2023). Sanayi, yalnızca büyük miktarda fosil yakıt yakmaz aynı zamanda bazı endüstriyel malzemelerin üretimi yüksek sıcaklıkta ısı gerektiren ve fosil yakıt yakmayla ilgili olmayan emisyonları (process emissions) üreten süreçleri içerir. Örneğin, demir-çelik üretimi, 1000 santigrat derecenin üstünde yüksek sıcaklıkta metalin eritilmesini gerektiren birçok aşamaya ihtiyaç duyar. Bu işlem de genellikle kok kömürü gibi fosil yakıtların yoğun bir şekilde kullanılmasını gerektirir. Öte yandan, çimento üretimi, kalker ve kil gibi hammaddelerin kalsinasyonu (yüksek sıcaklıkta ısıtılması) gibi işlemleri içerir. Dahası, çimento ve bazı kimya sektörü kaynaklı işlenmiş (proses) emisyonlar, kömür, petrol veya doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılmasıyla doğrudan bağlantılı olmaktan ziyade, kimyasal reaksiyonlardan ve diğer endüstriyel süreçlerden kaynaklanan emisyonlardır. Yani bu sektörler yüksek ısı gerektirdiği için yoğun fosil yakıt kullanımını beraberinde getirir iken, aynı zamanda hammaddelerin yararlı ürünlere (örneğin demir cevherinin demire veya kireçtaşının klinkere) dönüştürülmesi sırasında meydana gelen kimyasal reaksiyonların sonucu ortaya çıkan işlemlerden proses emisyonlar üretir ve bu emisyonlar fosil yakıt nedenli değildir. Örneğin, Türkiye’nin endüstriyel işlemlerden ve ürün kullanımından kaynaklanan toplam proses sera gazı emisyonları 2021 yılında toplam seragazı emisyonlarının %13.5’ini oluşturmaktadır (TUİK, 2023). Bazı çevreci dostlar ısrarla elektrik sektörüne atıfta bulunarak “%100 yenilenebilir enerji ile karbonsuzlaşma sağlanabilir” ifadelerinde bulunmaktadır. Ancak, bu yaklaşım sanayi sektöründe özellikle fosil yakıt kaynaklı olmayan proses emisyonlarının nasıl azaltılacağını dikkate almamaktadırlar. Gerçek şu ki, sanayi sektörü azaltım açısından en zorlu sektör olacak ve bu sektörler için ciddi alternatif çözüm stratejileri gerekecek. Dahası, sanayi sektörünün sadece temiz enerjiye geçerek dekarbonize edilmesi mümkün olmayacaktır.
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi özellikle sanayide karbonsuzlaşma süreci özellikle ürün ve malzeme kullanımıyla doğrudan ilişkili. Emisyonlar, enerji ve malzeme akışları, malzeme stokları ve son kullanıcıya sundukları hizmetler arasındaki etkileşimin bir sonucu olduğundan, düşük karbon ekonomisine yalnızca enerji perspektifinden ve enerji politikalarıyla ulaşılamayacağını görebiliriz.
Aslında son yıllarda sanayide karbonsuzlaşma ve net-sıfır hedefleri için çözüm konusunda genel bir kanı oluşmuş durumda; Yenilenebilir enerjinin yoğun kullanımı, enerji verimliliğinde iyileşme, nükleer enerji, elektrifikasyon, elektrikli araçlar, enerji depolama, malzeme kullanımı ve verimliliğinde iyileşmeler ve yeşil teknolojik çözümler. Teknolojik çözümler (hidrojen, sentetik yakıtlar, karbon yakalama ve depolama gibi) karbonsuzlaşmanın olmazsa olmazı ancak bu konuda da, bir dizi çevresel ve ekonomik sorunlar görüyoruz. Bu teknolojilerin henüz emekleme aşamasında olduğu ve ölçeklendirerek maliyetlerini düşürme sürecinin epey bir zaman alacağı görülmektedir.
İşte bu noktada malzeme kullanımını azaltmaya yönelik malzeme verimliliği stratejileri ve döngüsel ekonomi yaklaşımı azaltımı zor sektörler için önemli bir alternatif olarak düşünülmelidir. Çünkü, malzeme verimliliği ve döngüsel ekonomi uygulamaları bugün itibarıyla faaliyete geçirilebilecek ve işletmelere önemli maliyet avantajı sağlayabilecek çözümleri içermektedir. Ayrıca, malzeme verimliliği sayesinde bugünden sağlanabilecek emisyon azalışları, gelecekte kullanılacak yüksek maliyetli teknolojik dönüşümler için hem zaman kazandıracak hem de bunlara ihtiyacı kısmen azaltarak net-sıfır hedeflerine önemli katkı sağlayacaktır.
Peki malzeme verimliliği nedir, ne değildir? Türkiye’de malzeme verimliliği kavramı çoğunlukla “kaynak verimliliği” ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Ancak, kaynak verimliliği (resource efficiency) aslında enerji, malzeme, su, toprak, hava gibi doğal kaynakların tümünün etkin yönetimi ve kullanımını kasteder iken, malzeme verimliliği (material efficiency) en basit tanımıyla, aynı düzeyde çıktı için daha az miktarda malzeme kullanılmasını ifade etmektedir. Bu anlamda malzeme verimliliği, kaynak verimliliğinin bir alt bileşenidir. Daha geniş bir tanımlama ile, malzeme verimliliği, ürün bileşiminde yer alan bazı emisyon yoğun malzemelerin daha az emisyon yoğun malzemeler ile ikame edilmesi, ya da doğrudan daha az malzeme kullanılması aracılığıyla söz konusu ürünün aynı amaçlar ile aynı işlevleri sağlayabilmesidir (Hiçyılmaz vd, 2022).
Hammaddenin çıkarılmasından, aramalı ve nihai ürünlere kadarki aşamalarda yaşanan malzeme dönüşümü, birçok sanayi sektöründe ve bunların giderek karmaşıklaşan tedarik zincirlerinde çok çeşitli stratejik çözümleri gerektirecektir. Bu amaçla son yıllarda çok kapsamlı bir şekilde malzeme verimliliği stratejileri geliştirilmektedir. Malzeme verimliliği stratejileri, büyük ölçüde malzeme talebini azaltmayı, ürün ömrünü uzatmayı, malzeme ikamesini, üretim ve tedarik zincirlerindeki malzeme kayıplarını azaltmayı ve yeniden kullanım veya geri dönüşüm yoluyla malzeme geri kazanımını içerir. Yürütücüsü olduğum “Malzeme Talebi ve Malzeme Verimliliğinin Sürdürülebilirlik Açısından Analizi: Ülkeler Arası Karşılaştırmalı bir Analiz ve Türkiye için Değerlendirmeler” başlıklı TUBİTAK 1001 projesinde, tam olarak bu konulara odaklanan önemli çalışmalar yürütmekteyiz. Proje kapsamında hazırladığımız Hiçyılmaz, Alataş, Karakaya (2023) çalışmasında önemli görülen malzeme verimliliği stratejilerini bazı sektörler için detaylı şekilde raporladık. İlgilenenler için, bu stratejilerin maden çıkarımından, ürünün tasarım, üretim, tüketim aşamalarına ve bertaraf edilmesi sürecine kadar neler olduğunu ilgili çalışmamızda görebilirler. Sürdürülebilir kaynak kullanımının sağlanması ve malzeme akışının ekonomik sistem içerisinde verimli bir şekilde yönetilmesi, yalnızca çevresel açıdan değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal açıdan da kritik öneme sahiptir.
Malzeme verimliliği stratejilerin azaltım potansiyeli konusunda yapılan çalışmalar oldukça pozitif öngörülere sahiptir. Örneğin, G7 ülkelerindeki konut kaynaklı emisyonların %35-40’ının ve Çin ve Hindistan’daki emisyonların %50-70’inin 2050’de malzeme verimliliği stratejilerinden yararlanılarak ortadan kaldırılabileceği tahmin edilmektedir (Hertwich vd, 2020).
Malzeme verimliliği stratejileri ile döngüsel ekonomi konsepti arasında benzerlikler bulunsa da, döngüsel ekonomi anlayışı ekonomi ve toplumların sürdürülebilirlik noktasında nasıl şekillenmesi gerektiğine dair daha kapsamlı sistemsel bir değişimi önermektedir. Bu anlamda Döngüsel Ekonomi, “Üret-Kullan-At” kavramının yerine, üretim/dağıtım ve tüketim süreçlerinde malzemeyi azaltma, alternatif olarak yeniden kullanma, geri dönüştürme ve geri kazanmakla ve buna dayalı yeni iş modellerini hayata geçirerek, kaynakların ve malzemelerin ekonomide yeniden dolaşımını sağlayan ekonomik bir sistem olarak tanımlanabilir. Genel olarak, malzeme verimliliği ile döngüsel ekonomi arasındaki ilişki karşılıklı pekiştirme ilişkisidir. Malzeme verimliliği döngüsel ekonominin önemli bir sağlayıcısıdır; döngüsel ekonomi ilkeleri ise malzeme verimliliği hedeflerine ulaşmak için bir çerçeve sağlar. Birlikte, daha sürdürülebilir ve kaynak açısından verimli bir ekonomi yaratmaya yönelik güçlü bir yaklaşım sunarlar.
Birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de döngüsel ekonomi anlayışı genelde sadece atık yönetimine indirgenmektedir ki, bu devasa bir sistemsel dönüşümü ihmal etmek anlamına gelir. Yeşil ekonomiye geçiş sadece AB Yeşil Mutabakatı ve Sınırda Karbon Düzenlemesine yönelik risklerin önlenmesi ve tehditlerin azaltılması şeklinde ele alınmamalı. Yeşil ekonomi ya da yeşil dönüşüm artık sadece 30 yıldır konuşulan ve belli bir mesafe kat edilen yenilenebilir enerjiye bel bağlamaktan ibaret de değildir. Herkes için daha iyi bir gelecek inşa etmek, çağı yakalamak ve yüzyılda bir karşılaşılacak bir fırsattır.
Malzeme verimliliği ve döngüsel ekonomiye geçiş ile sanayide karbonsuzluşmayı sağlamak için sistemsel ve yapısal devasa bir dönüşüme de ihtiyaç vardır. Bu anlamda, böyle bir dönüşümün sağlanabilmesi için hem üretim hem de tüketim kalıplarını değiştirme noktasında politika yapıcılara ve sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Hükümetler seviyesinde, ülkenin döngüsel ekonomi ve malzeme stratejilerini en etkin kullanacak şekilde mali ve ekonomik araçlarını yeniden tasarlaması gerekmektedir. Ancak, bunun ötesinde malzeme ve malzeme verimliliği stratejilerine özel olarak odaklanan bir yeşil sanayi stratejisinin tasarlanması ve uygulanmasının, emisyonların derin bir şekilde azaltılması için çok önemli olduğu ve tasarım aşamasından üretim aşamasına kadar tüm üretim aşamalarını etkileyerek döngüsel ekonomi çabalarına önemli ölçüde katkıda bulunabileceği değerlendirilmektedir. Diğer önemli bir konu ise, bu konularda kamuoyunda ciddi bir farkındalık yaratılmalı ve sivil toplum, medya ile birlikte, birbiriyle çelişmeyen uzun soluklu kampanya ve eğitimler düzenlenmelidir.
SON NOT: Yukarıda değindiğimiz bu konulara odaklanan güçlü bir ekiple yürütücüsü olduğum “Malzeme Talebi ve Malzeme Verimliliğinin Sürdürülebilirlik Açısından Analizi: Ülkeler Arası Karşılaştırmalı bir Analiz ve Türkiye için Değerlendirmeler” başlıklı TUBİTAK 1001 projesine yönelik bilgileri lessmaterial.ogu.edu.tr adresinde bulabilirsiniz. Ayrıca, 14 Eylül 2023 tarihinde “İklim Değişikliği Ekonomisi Çalıştayı: Malzeme Kullanımı ve Sürdürülebilirlik” başlıklı bir çalıştay düzenliyoruz. Katılımın ücretsiz olduğu bu çalıştaya katılmak için gerekli bilgileri yine https://lessmaterial.esogu.edu.tr/ proje web sitemizde görebilirsiniz.
Hava kirliliği ile fiziksel rahatsızlıklar arasındaki bağ üzerine daha önce birçok araştırma yapılmıştı. Ancak yeni…
Küresel kömür talebinin bu yıl rekor seviyeye ulaşmasının ardından 2027'ye kadar yatay bir seyir izleyeceği…
Türkiye’de 10 kentte enerji şirketlerinin projeleri için acele kamulaştırma kararı verildi. Niğde, Ankara, İstanbul, Sakarya,…
Dünyanın ortalama sıcaklığının orta vadede 1,5 dereceden öte 2 dereceyi de geçebileceğini belirten Prof. Dr.…
Karbon emisyonları azaltımı hedeflerini açıklayan Kanada hükümeti, resmi danışma kurulunun tavsiye ettiği miktarın altında bir…
Türkiye’de son yıllarda birçok göl ve su kaynağında yaşanan kuraklık, Salda Gölü'nde de derinden hissediliyor.…