Gazeteci Melis Alphan, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı ve İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar ile İklim Haber için özel bir röportaj gerçekleştirmişti. Birpınar, Alphan’a yaptığı açıklamada Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele etmeye devam edeceğini söyleyerek önceliğin yenilenebilir enerji olacağını ifade etmişti. Mehmet Emin Birpınar’ın röportajının yazılı halini aşağıda bulabilirsiniz.
-Burada ne oluyor? Senelerdir aynı şeyi tekrarlamaktan bıkmış durumdasınız ama bize kısaca durumu özetleyebilir misiniz? Herkes size Paris Anlaşması ne zaman meclisten geçecek diye soruyor. Buyurun anlatın.
Bu çok klasik bir soru. Türkiye’deki STK’ların, medyanın veya zaman zaman muhalefetin de ısrarlı üzerinden durduğu bir konu. “Haydi meclisten geçirin” diye bir talepleri var. Niye geçireceğiz, Türkiye’nin menfaatleri mi var veya yanlışlar/eksiklikler mi var bunları kimse sorgulamıyor. İklim değişikliği müzakereleri zor bir süreç. Ben beş senedir Türkiye Cumhuriyeti’nin İklim Değişikliği Başmüzakerecisi olarak bu mesele ile ilgili bütün toplantılara katıldım. Bu toplantılardan Türkiye adına bir sonuç alabilmek için 300 uçuş gerçekleştirdim. Maalesef 1992 yılında yapılan bir hata var. Türkiye eklerde yanlış konumlandırılmış ama bu kutsal bir kitap değil. Çerçeve sözleşmesinde Türkiye emisyon azaltımı yapması gereken ülke sınıfında. Dolayısıyla finans yardımı alamayacak ülkeler arasında bulunuyoruz. Paris’te bunu düzeltmeye çalıştık. Paris Anlaşması, CBDR (Common But Differentiated Responsibilities) dediğimiz herkesin farklı sorumlulukları olduğu ve herkesin elini taşın altına sokması gerektiği bir sistemdi. Eskisinden farklı olarak yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya bir sistem değil herkes yapabildiği kadarını yapsın şeklinde bir ruha sahipti. Buradan da şunu anlıyorduk: Her ülke kendi INDC’lerini sunsun. Türkiye 2030’a kadar emisyonlarını artıştan azaltıma %21’e kadar düşürmeyi hedefledi. Normalde bizim emisyonlarımız 1 milyar 200 milyon tona çıkacak, bunu biliyoruz. Projeksiyonlarımız öyle. Ancak biz %21 oranında azaltım ile emisyonlarımızı 900 milyon tonlara indirmeyi dünyaya taahhüt ettik. Bunu da resmi belge olarak iklim değişikliği sekretaryasına sunduk. Biz Güney Kore, Arjantin, Brezilya, Meksika, Şili, Suudi Arabistan ve Çin gibi gelişmekte olan ülkeler kategorisine alınmak istiyoruz. Bu ülkeler finans yardımı alabiliyorlar. ABD, İngiltere, AB ülkeleri ve Yeni Zelanda gibi ülkelerden bu yardımı alacaklar. Bunların da hepsi yardım fonları değil, kredi fonları.
-Ve Yeşil İklim Fonu…
Bu fon oluşturuldu. Onun ruhunda şu var: Gelişmiş ülkeler bu fona para verir, gelişmekte olan ülkeler bu fondan para alır. Bu fon 100 milyar dolar civarında olacak. Bunun 50 milyar doları uyum için harcanacak. Bunlar daha çok az gelişmiş ülkeler ve küçük ada ülkelerine hibe olacak. Diğer kalan 50 milyar dolarda emisyon azaltımı için kullanılacak. Mesele bu 50 milyar dolar da değil aslında. Yeşil İklim Fonu genellikle co-finance yolu ile uygulanıyor. Mesela Avrupa Yatırım Bankası bir bölgesel proje yapıyor. İklim fonundan %10 pay alıyor, %90’ı kendisi koyuyor. Dolayısıyla özel sektör kaldıracı ile birlikte ortaya mesela 20 milyar dolarlık bir proje çıkıyor. 20 milyar dolarlık projeden de Türkiye’yi faydalandırmıyorlar. Türkiye’nin Yeşil İklim Fonu’nda ehil olmadığını söylüyorlar. Dolayısıyla bu bölgesel projelerden de Türkiye yararlanamıyor. Çok taraflı bankaların vereceği kredilerin önü kesiliyor.
-Bu aşamada yıllardır Türkiye’nin statüsünü değiştirmek için bir çaba var ancak bir ilerleme olmuyor. Son durum nedir?
Biz aslında Türkiye’nin menfaatlerini korumaya çalışıyoruz. Ülkemiz hızla kalkınan bir ülke, bunu kabul ediyoruz ama gelişmekte olan bir ülke. Dolayısıyla Türkiye’nin kalkınmasına engel olacak her şeye karşı çıkıyoruz. Bu sadece Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın müzakeresi de değil. Bu Türkiye’nin müzakeresi. Bu nedenle Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ekipleri var. Onlar gidip kendi fonlarında müzakere yapıyorlar. Onların fikirlerini alıyoruz. Bu tip bankacılık veya uluslararası kredi işleri onların bildiği konular. Onların fikirlerine itibar etmek zorundayız. Farklı bakanlıkların ekipleri burada. Topyekun bir müzakere yürütüyoruz. Ben sadece bu işin başındayım. Onlarla müzakere etmenden kendi içimizde de müzakere ediyoruz. Onları da ikna etmek zorundayız. Kendi açılarından olaya bakıyorlar.
Paris’te bize sözler verildi. Hatta Cumhurbaşkanımıza sözler verildi. Biz o dönemde Paris Anlaşması’nı kabul etmeyecektik. Cumhurbaşkanımızı hem Angela Merkel hem de François Hollande aynı gün içerisinde iki kere arayarak Paris Anlaşması’nın önemli bir anlaşma olduğunu, Türkiye’nin bu işe karşı çıkmaması gerektiğini belirttiler ve dönem başkanlıklarında bu işi çözeceklerine dair söz verdiler. Sayın Cumhurbaşkanımız bizi aradı ve işi bozmamamızı söyledi ve verdikleri sözden bahsetti. Fakat bir senenin içerisinde Fransızlar bize yeterince destek vermediler ve çözüm üretemedik. Hemen peşinden Marakeş’e gittik. Orada da bu iş çözülsün diye Fas Başkanlığı ile görüştük. Onlar da ucu açık istişare sürecini başlattılar. Biz de 195 ülkeye tek tek Yeşil İklim Fonu’na veya onla beraber olan çok taraflı banka finansmanına Türkiye’nin niye ihtiyacı olduğunu anlattık. Bunu istememizin ana sebebinin Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele etmek olduğunu, bu fonlara ulaşırsak daha fazla emisyon azaltımı sağlayıp, daha fazla yenilenebilir yaparız gibi savlarımızı aktardık. Bütün bunlar için para lazım. Türkiye’nin, AB’nin çevre standartlarına ulaşması için kişi başına bin euro para ayırması gerekiyor. Bu 80 milyon için 80 milyar euro para demek. Bunu kendi öz kaynaklarımızla yapma olanağımız yok. Sadece bizim değil, gelişmekte olan hiçbir ülkenin yok. Uluslararası finansmana ihtiyacımız var. Biz borç istiyoruz. Düşük faizli kredilerle bu işi yapıp geri ödemek istiyoruz. Dünya Bankası veya Avrupa Yatırım Bankası gibi bankalar Türkiye’yi iyi bir pazar olarak görüyorlar. Kredileri bize vermek istiyorlar. Çünkü bizi bu borcu ödeyen ülke olarak görüyorlar. Siz burada aldığınız kararlarla bunların önünü kapatırsanız Türkiye bu fonlardan uzaklaşır. Bu da Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele edemeyeceği anlamına gelir.
Paris Anlaşması’nı hep beraber meclisten geçirelim. Bir saatlik bir iş. Sonrasında Türkiye bu fonlardan yararlanamayacak ise Türkiye iklim değişikliği ile mücadele edemeyecek. STK’lara buradan sesleniyorum. Bizi desteklesinler. Biz bu fonlara ulaşmayı iklim değişikliği ile daha iyi mücadele edebilmek için istiyoruz. Denizin içerisine rüzgar enerjisi santralları kurmayı sağlayacak kıyı kanunu değiştirdik. İngiltere enerji ihtiyacının %50’den fazlasını denizin içerisine kurduğu rüzgar enerjisi santrallarından karşılıyor. Türkiye’de de bu potansiyeli gördük, onu yapmaya çalışıyoruz. Ancak bir rüzgar paneli bir milyon dolara yapılıyor. Bunun gibi binlercesine ihtiyacımız var. Bunlar için de uluslararası fonlara ihtiyacımız var. Türkiye’nin bankada kişi başına düşen birikimleri düşük. Avrupa’daki gibi değil. Biz de sadece Türkiye’nin artan nüfusuyla ve özellikle Suriye’den gelen mültecilerin sayısının artmasıyla Türkiye’nin her yıl enerji ihtiyacı için 10 milyar dolar gibi ayırması gereken bir para var. Nereden bulacağız bu parayı? Uluslararası kredilerden almamız gerekiyor. Geçenlerde ilginç bir örnek oldu. Avrupa Yatırım Bankası bizi de içerisine alarak bölgesel bir iklim değişikliği projesi yaptı. Yenilenebilir enerji yapmaya çalıştı. Yeşil İklim Fonu’nun payı da %10’du. Türkiye ehil değil, bu projenin içerisinde olursa bu projede olmayız dediler ve Türkiye’yi maalesef projeden attılar. 50 milyar dolara ulaştı rakam ve Türkiye bu projeden yararlanamadı. Bizim arzumuz en azından şu: Yeşil İklim Fonu’ndan direkt para beklemiyoruz. Yoksul ülkelerin veya küçük ada ülkelerinin paralarına talip değiliz. Biz onlara zaten ülke olarak sürekli yardım ediyoruz. Ancak emisyon azaltımı ve yenilenebilir enerji için gerekli olan kredileri alabilmeliyiz. Eğer önümüzdeki engeller kalkarsa Türkiye bir dakika içerisinde Paris Anlaşması’nı meclisinden geçirir. Biz o kadar duyarlıyız ki 2020’deki Taraflar Toplantısına 2015’te aday olduk. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan yazın dedi ve Türkiye resmi olarak başvurusunu gönderdi.
Bizim arzumuz şu: EK-1 ülkesi olmak istemiyoruz. EK dışı ülke olarak iklim değişikliği ile daha iyi mücadele edebiliriz. Bizi Çin, Güney Kore veya Meksika gibi ülkeler sınıfına alın, daha iyi mücadele edebiliriz, bizi EK’ten çıkartın demek için buraya geldik. Fakat çok fazla sistemle oynamak istemiyorlar. Biz bu işi başlattığımız zaman başka ülkelerde yerlerini değiştirmek isteyecekler. Buna da karşı çıkıyorlar. Onun için beklememizi istediler. Bizim için mücadele edeceklerini belirttiler. Başkanlık olarak sözler tekrar verildi. Fransa’yı, Türkiye ile ilgili bütün görüşmeleri yapın, bir karar çıksın, en azından kredilerden mahrum olmasın diyerek tekrar görevlendirdiler. AB ekipleri bununla ilgili olarak bütün gruplarla, ülkelerle ve bizle görüşüyorlar. Bu haftanın sonunda bir karar bekliyoruz.
-Velev ki olumsuz bir karar çıktı ve Türkiye Yeşil İklim Fonu’na ulaşamadı. O zaman Türkiye iklim değişikliği ile mücadele etmeyecek mi? Bu biraz da devletin neye ne kadar para ayırdığı ile ilgili bir önceliklendirme meselesi. Dolayısıyla iklim değişikliği üst sıralarda yer alamayacak mı? Dünyadan bu anlamda geride mi kalacağız?
Biz olaya böyle bakmıyoruz. İklim değişikliği ile mücadele etmeye devam edeceğiz. Bizim önceliğimiz yenilenebilir enerji olacak. Çünkü fosil yakıtımız yok. Enerji fakiri bir ülkeyiz. Yeterli ve güçlü kömür, doğalgaz ve petrol yok. Dolayısıyla biz ne kadar çok yenilenebilir yaparsak ülkemizin lehine bir durum oluşturmuş oluruz. Mümkün olduğu kadar buraya yöneleceğiz. O krediler olmazsa başka krediler bulacağız. Türkiye çok büyük bir ülke. Sadece İstanbul’un, Balkan nüfusundan fazla nüfusu var. Türkiye’yi bu sistemin dışarısında bırakmak istemeyeceklerdir diye düşünüyorum. Burada bir çözüm bulanacağını düşünüyorum. Ancak bulunmazsa bile mücadelemize devam edeceğiz. Bu kolay değil. Ben yoruldum ancak mücadele etmeyeceğiz anlamına gelmesin. Aynı şeyleri söylemekten yorulduk. Kolay değil. 195 ülkeye bunları tek tek anlatmak ve onları ikna etmek zorundayız. İşin başından beri arkadaşlarımızla beraber buna devam ediyoruz. 2013’ten beri her sene bakanlarımız geliyor ve müzakere yapıyorlar. Şundan kurtulalım: Türkiye anlaşmayı imzalasın, meclisinden geçirsin. Meclisten geçirelim peki mücadele edebilecek miyiz? İklim değişikliği ile mücadele edebilmek için biz bunları istiyoruz. Sekretaryanın açıklamasına göre Türkiye 2030’a kadar %21’e kadar artıştan azaltım emisyon planını çok rahat uygulayacak ülkeler listesinde yer aldı. Türkiye bunu yapar, daha iyisini de yapacaktır. Ama buradaki sadece al-ver meselesi de değil. Bazı ülkelerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerin Türkiye’nin kendi pastalarından pay alacağını düşünüp karşı çıkmalarını da anlamsız buluyorum. Çünkü Türkiye’nin potansiyeli bellidir. Bize kredi vermek isteyen çok taraflı bankaların fonlarına talibiz. Bize vermek istiyorlar, biz de o fonları alıp kullanmak ve geri ödemek istiyoruz. Başkalarının pastasından pay almak istemediğimizi ifade ediyorum. Bunu herkese anlattık. Bizi de anlamalarını bekliyoruz. Süreci tamamen takip ediyoruz. Türkiye iklim değişikliği ile mücadeleyi kapsayan dünyadaki tüm toplantıları takip ediyor. Hatta her birine görüşlerini sunuyor, katkıda bulunuyor. Hiçbir şekilde dünyadan geri kalmıyor. Neden geri kalmıyoruz çünkü iklim değişikliğinden etkilenecek ülkelerden biri de biziz. Geçenlerde Karadeniz’de taşkınlar oldu. Bir vatandaşımız vefat etti. Geçen sene İstanbul’da çok ciddi bir zarar oldu. Akdeniz Havzası en çok etkilenecek havzalardan bir tanesi.
-Germanwatch’ta iklim değişikliği kaynaklı afetlerin Türkiye’ye bedelinin 1.9 milyar dolar olduğunu açıklamıştı…
Biz bunların farkında olduğumuz söylemek istiyoruz. Bakanlığımızda eskiden İklim Değişikliği Daire Başkanlığı vardı. Şimdi İklim Değişikliği Uyum Daire Başkanlığı diye ikinci bir başkanlık kurduk. Bütün genel müdürlüklerde iklim değişikliği ile ilgili bir şubenin kurulmasını ve tüm yapılacak altyapı projelerinde iklim değişikliği ile ilgili yeni bir parametrenin geldiğini ve bu parametrenin bütün dizayn kriterlerine eklenmesi gerektiğini söyledik. Mesela boru çaplarını hesaplarken 1.20 cm buluyorsanız, bunu 1,40 cm’ye çıkarın çünkü ani taşkınlar olabilir diyoruz. Çünkü altyapısı çok iyi olan Berlin, Roma, Madrid gibi şehirlerde bile taşkınlar olabiliyor. Diğer Avrupa ülkelerinde de bunlar olduğuna göre demek ki bundan sonra dünyada yapılacak tüm projelendirmelerde yeni bir iklim değişikliği kriterinin gelmesi gerekiyor. Bu da %10-15 oranında çapların değişeceği veya farklı yeni modellerin uygulanacağı anlamına geliyor. Mesela Asya’da şöyle birörneğe çokça rastlayabilirsiniz: Meydanları çukur haline getiriyorlar ki bir taşkın halinde orası göl oluyor. Normal zamanda da insanların kitap okuduğu, güneşlendiği bir alan olarak kullanılıyor. Ani taşkınları sönümlendirecek yerleri oluşturmaya çalışıyorlar. Bunlar uyum ile ilgili atılmış adımlar. Ülkemizde de uygulamak zorundayız. İklim değişikliği ile mücadele etmeye devam edeceğiz. Bunu çocuklarımızın geleceği için yapacağız. Bize bu fonları açarlarsa daha hızlı mücadele edebiliriz ve dünyaya katkımız daha fazla olur. Çevre meselesi siyasetten uzaktır ve sınır tanımaz. Avrupalılara da şunu söylüyorum: “Bize vize koyuyorsunuz ama neden olduğumuz kirliliğe vize koyamazsınız”. Çevre ve iklim değişikliği meseleleri evrenseldir. Onun için ortak hareket ederek ortak hedefe doğru beraberce gitmek gerekiyor. Aslında hemen hemen hiçbir konuda anlaşamayan dünya BM çatısı altında oldukça önemli bir beraberliğe ve konsensusa imza atıyor. Bu noktada mutluluğumu ifade etmek istiyorum. Biz bu sisteme zarar vermek istemiyoruz. Yaptığımız müzakereler nasıl daha iyi katkı verebiliriz sorusunun mücadelesidir.