Son üç yıldır 8 Haziran, Türkiye Çevre Haftası kapsamında ‘‘Marmara Denizi Günü’’ olarak kutlanıyor. Marmara Belediyeler Birliği; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın da desteğiyle, Marmara Denizi’ni çevreleyen yedi ilde (İstanbul, Kocaeli, Bursa, Yalova, Balıkesir, Çanakkale ve Tekirdağ) etkinlikler düzenleyecek. Bu gün, Marmara Denizi’nin sorunlarını tartışmak ve korunmasına yönelik farkındalık yaratmak için de önemli bir fırsat. Nitekim bilim insanlarına göre Marmara Denizi ‘‘hasta’’ ve ekosistemi, eski haline döndürülemeyecek şekilde zarar görmüş durumda.
Daha büyük denizlere ancak iki dar boğaz ile bağlanan ve su sirkülasyonu sınırlı olan Marmara Denizi, 1980’lerden bu yana artan insan kaynaklı baskılar nedeniyle belirgin şekilde zarar görüyor. Denizi çevreleyen yedi ilin en az 25 milyonluk nüfusu ve özellikle İzmit Körfezi’nde yoğunlaşan sanayi; kentsel ve endüstriyel kirlilik yaratıyor. İzmit’in yanı sıra Gemlik, Bandırma ve Tekirdağ’daki limanlar da gemicilik kaynaklı kirliliğe sebep oluyor. Gelişmiş teknolojilerle donatılmış balıkçılık filosu ise, Marmara Denizi’nde hâlâ tutunmaya çalışan az sayıda türe göz açtırmıyor. Son yıllarda Marmara Denizi’nde yapılan balıkçılığın %90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor. Bu türlerin başında her geçen yıl av verimi giderek azalan hamsi geliyor. Tüm bu olumsuzlukların Marmara Denizi ekosistemi üzerindeki etkisi, küresel ısınma ile birlikte daha da perçinleniyor.
Uzmanlar, Marmara Denizi ekosisteminin son 30 yılda oldukça ağır dönüşümler geçirerek bozulduğuna ve hiç olmadığı kadar kırılgan hale geldiğine dikkat çekiyorlar. Bilim insanlarına göre kaybolan türlerin geri gelmesi ve ekosistemin eski sağlığına kavuşması ancak ve ancak bu deniz üzerindeki insan kaynaklı her türlü baskının ciddi oranda azaltılmasıyla mümkün olabilir.
İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nden Prof. Dr. Nazlı Demirel İklim Masası’na konuyla ilgili şu değerlendirmeleri yaptı:
‘‘Marmara Denizi, ekonomik öneme sahip birçok balığın, beslenmek için Akdeniz ve Ege’den Karadeniz’e uzanan yolculuklarında konakladıkları ve yumurta bıraktıkları bir iç deniz. Aynı zamanda hem Akdeniz hem Karadeniz sularının etkisi altında olduğu için, buradaki ekosistemin kendine has özellikleri var.
Marmara Denizi’nde, Akdeniz’in tuzlu ve yoğun sularının alt tabakada, Karadeniz sularının ise üstte yer aldığı iki katmanlı bir yapı var. Besin açısından zengin Karadeniz suları, yüksek verimli bir üst tabaka oluştururken, oksijence zengin Akdeniz suları ise dip yaşamını ve biyoçeşitliliği destekliyor. Dolayısıyla Marmara, yüzölçümü anlamında diğer denizlerimizden çok daha küçük olsa da balıkçılık anlamında epey verimli. Hatta 2000’li yılların sonuna kadar Türkiye balıkçılığındaki payı, Akdeniz ve Ege’den yüksek seyrediyordu.
Ne var ki bu ekosistem, temelde insan kaynaklı çevresel etkiler yüzünden, son 30 yılda önemli değişim ve dönüşümler geçirdi. 2023 yılında yayınlanan bir çalışmamızda ilk defa kurulan ekosistem modeli, 1990-2020 yılları için Marmara Denizi’nde ekosistemin durumunu ortaya koyuyordu. Buna göre Marmara Denizi ekosisteminin dirençliliği, son 30 yılda önemli ölçüde azalmış durumda ve bu nedenle de insan kaynaklı rahatsızlıklara karşı hiç olmadığı kadar kırılgan.’’
‘‘Bir ekosistemin sağlığı ve direnci, barındırdığı canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkisine bakarak anlaşılabilir. Bu canlı grupları arasındaki dengenin insan kaynaklı etkilerle değiştirilmesi; direnci daha düşük, yeni bir sistemin ortaya çıkmasına neden olur. Yalnızca doğal süreçler değil, insanların denizden elde ettiği yararlar da aksar. Toplumsal, ekonomik, yönetimsel sorunlar meydana gelir.
Başlangıç dönemindeki ilk koşullara baktığımızda palamut ve lüfer gibi türlerin bol; daha küçük balıkların ise dengede olduğunu görüyoruz – çünkü büyük balıklar, küçük balıklar üzerinde bir av baskısı kuruyorlar. Bu dönemde iklim değişikliğinin etkilerini henüz çok hissetmediğimiz gibi, endüstriyel baskı ve balıkçılık baskısı da oldukça az.
Ancak bir süre sonra, sistemin dengesi bozuldukça, besin zincirinin alt basamaklarında bulunan mikro canlıların (fitoplankton yani birincil üreticiler ile onun üzerinden beslenen zooplankton yani birincil tüketicilere ait türlerin) kompozisyonunda değişimler oluşuyor ve hassas olan türler sistemden çekiliyor. Örneğin oksijensizlik koşullarına veya sıcaklıklardaki dengesizliklere toleransı yüksek olan, ‘fırsatçı’ dediğimiz türler, tür kompozisyonu içinde ağırlıklı hale gelmeye başlıyor.
1990’larla birlikte, bir yandan Marmara Denizi üzerindeki nüfus ve sanayi baskısı artarken bir yandan da teknolojik gelişmeler nedeniyle balıkçılık filomuz genişledi ve denizde kalma kapasitesi de yükseldi. 2000’lerin başına geldiğimizde hem balıkçılık baskısı çok yükselmişti hem de sanayi kirliliği ve su kalitesindeki azalma çok ciddi seviyelere ulaşmıştı. Aynı dönemde yüzey suyu sıcaklıklarında kaydedilen artışlar ile iklim değişikliğinin etkileri de belirginleşmeye başladı ve bu durum mevcut olumsuzlukların etkisini artırdı.
Bugün geldiğimiz noktada, Marmara’nın 40-50 yıl önceki eski haline dönebilmesi mümkün görünmüyor.Bu nedenle de gözlenen değişiklikleri, ekosistemin denge eşiğinin aşıldığı ‘doğrusal olmayan ekolojik rejim kayması’ olarak tanımlıyoruz.’’
‘‘Marmara Denizi’nde kaybolan türler arasında büyük, avcı türler bulunması, ekosistemin dengesinin de giderek bozulduğuna yönelik önemli bir gösterge. Besin zincirinin üst basamaklarında ne kadar tür varsa, sistemin de o türleri besleyebilecek kapasitede olduğunu söyleyebiliriz. Bir sistemin yunusları, balinası, köpek balıkları varsa; bu türleri besleyebildiği için sistemin dengede ve iyi olduğu sonucunu çıkarırız. Fakat bir sistemin üst besin basamakları giderek yok oluyorsa, sistem o türleri besleyemez hale geliyor demektir. Bunun nedenlerini araştırmak gerekir.
Marmara, iki tane dar boğaz ile daha büyük denizlere bağlanan ve su sirkülasyonu sınırlı olan, küçük bir deniz. Üstelik çevresinde en az 25 milyon nüfus barındırıyor. Altyapı sistemlerimiz ise, tüm iyileştirme çabalarına karşın, nüfus artışına paralel şekilde geliştirilemiyor. Evsel atıklarımızın yanı sıra sanayi atıklarımız da çok fazla; örneğin İzmit Körfezi, sanayi açısından Türkiye’nin en önemli bölgesi. Buradaki ve Bandırma, Gemlik, Tekirdağ’daki liman alanları da önemli gemi kirliliği yaratıyor. Bunlara ek olarak kıyı alanlarını doldurarak kendimize ilave yaşam alanları açıyoruz. Bunu yaptığımızda hem kıyı ekosistemlerini yok ediyoruz hem de kumsal alanlarının, denizi temizleme işlevini yerine getirememesine sebep oluyoruz. Marmara Denizi açık bir deniz olmadığı için tüm bu olumsuzluklar karşısında kendini hızlıca yenileyebilecek kapasitesi yok.’’
‘‘Nitekim 2000’li yılların ortasından itibaren Marmara Denizi’nde balıkçılık kaynaklarının veriminde de ciddi bir düşüş yaşandı. Bu dönemde, avcılık yapan tekne sayısında kayda değer bir değişim olmamasına karşın, karaya çıkarılan av miktarında keskin bir azalma görülüyor.
Bugün Marmara’da, 48’i balık ve 16’sı kabuklu tür olmak üzere 64 türün avcılığı yapılıyor. Ancak avcılığı yapılan tür sayısı yıldan yıla azalıyor. Nitekim son yıllarda Marmara’daki toplam balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor (hamsi, istavritler, sardalya, palamut, lüfer, mezgit, tekir, kefal ve derin su pembe karidesi).
Bu 11 tür için yapılan stok değerlendirme analizi sonuçları, mevcut balıkçılık baskısının, sürdürülebilir balıkçılığın devam etmesini sağlayacak düzeyin çok üzerinde olduğunu gösteriyor. Biyokütle değeri açısından iyi durumda olan tek türün karides olduğu görülüyor; ancak onun da yüksek balıkçılık baskısı altında olduğunu belirtmekte fayda var. Özellikle palamut, hamsi, sarıkuyruk istavrit balığı üzerindeki av baskısı çok yüksek. Balıkçılığımızın en önemli türü olan hamsinin her geçen yıl av verimi giderek azalıyor.
Çalışmalarımız şunu gösteriyor: Son 20 yılda demersal (tabansal) balıkların biyokütle değerleri %20, avcı pelajik (yüzücü) türlerinki ise yarı yarıya azaldı. Sardalya hariç tüm stoklar üzerinde aşırı avcılık baskısı var. Berlam ve palamut stoklarının durumu kritik; tekir, mezgit ve lüfer stokları ise tekrar eski haline gelemeyecek şekilde çökme tehlikesiyle karşı karşıya.’’
‘‘Etkisini giderek daha fazla hissettiren iklim değişikliği ise bahsettiğimiz tüm bu olumsuzlukların yarattığı sorunları derinleştiriyor.
Küresel ısınmayı sınırlandırma mücadelesinde 1,5 derece eşiği oldukça önemli. Biz insanlar olarak bunun önemini kolaylıkla anlayamıyoruz fakat özellikle yaşam döngüsünü birkaç gün içinde tamamlayan küçük canlılar, çevresel değişikliklere çok hızlı tepki veriyorlar.
Bu tepkinin hızı, besin basamağında yukarıya çıktıkça azalıyor. Ancak tabii ki besin ağındaki tüm canlılar arasında önemli bir ilişki var. Fotosentez yapan ve sistemin birincil üretimini sağlayan fitoplankton türleri, bir sonraki basamaktaki zooplankton türlerine besin aktarıyorlar. Hamsi ve sardalya gibi balıklar zooplanktonla besleniyor. Bir üst basamakta ise palamut, lüfer gibi balıklar var. Daha üst basamaklarda köpek balıkları, ardından yunuslar, en üstte de biz insanlar yer alıyoruz. Dolayısıyla biz henüz çok hissetmesek de ısınma, hem karasal hem de denizel ortamdaki canlıları büyük ölçüde etkiliyor.
Özellikle Türkiye gibi ılıman iklim kuşağında yer alan ülkelerde, mevsimsellik çok önemli. Burada canlılar yaşam döngülerini sıcaklıkla bağlantılı olarak organize ediyorlar. Büyüme, üreme, göç etme, yavru bakımı gibi davranışların hepsi sıcaklık koşullarına bağlı olarak düzenleniyor. Yani türlerin yaşam döngülerinde sıcaklık değişimine bağlı cevaplar var. Ancak iklim değişikliği nedeniyle bir takım kaymalar başlıyor. Bu kaymaların bizi nereye götürdüğünü maalesef ancak izleyerek göreceğiz.
Marmara Denizi’nde yüzey suyu sıcaklıklarının 1970’ten bugüne nasıl değiştiğini, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı verilerden görebiliyoruz. Yalnızca bunlara baktığımızda dahi ciddi bir artış trendi göze çarpıyor. 1970’lere kıyasla 1-1,5 derecelik bir artış var. Bu konuyu detaylı çalışan hocalarımızın da gösterdiği üzere Marmara Denizi ve Karadeniz, Akdeniz havzasından daha hızlı ısınma eğiliminde.
İklim değişikliği, dolaylı olarak, her türlü sorunu en yüksek hale taşıyabiliyor. Çünkü sistemin dengesini bozuyor. Sisteme olumsuz etkilerimiz nedeniyle zaten hassas olan ve belirli sıcaklık derecelerine ancak toleransı olan türler, ortamdan giderek çekilmeye başladı. İşte bu durum, daha üst basamaklardaki canlıları da etkiliyor. Fakat özetle iklim değişikliğin en önemli etkisinin, sistemde var olan sorunları daha yüksek seviyeye taşımak olduğunu söyleyebiliriz.’’
Deniz biyoloğu Dr. Aylin Ulman, Marmara Denizi’nin geldiği durumun, dünyanın dersler çıkarmak için inceleyebileceği önemli bir örnek olduğuna işaret ediyor. Dr. Ulman İklim Masası’na şu değerlendirmelerinde bulundu:
Ö”zellikle 1980’ler ve 1990’larla birlikte Türkiye’de balıkçılık, teknolojik anlamda çok ilerledi. Bu sayede balıkçılar, ekosistemin kendini yenilemesini mümkün kılacak miktardan çok daha fazla balık avladılar. Sürdürülebilir bir şekilde alabilecekleri miktardan belki de yüzde 400 daha fazlasını aldılar. Bu çok uzun bir süre devam etti ve bugün gelinen noktada, ne yazık ki, balık stoklarının neredeyse tamamına yakını çökmek üzere.
Oysa sağlıklı bir balık stoğunun kapasitesine bakarak, en fazla ne kadar balıkçılık yapılabileceğini tahmin etmek mümkün. Ne var ki Türkiye’de balıkçılık üzerinde hiçbir zaman kayda değer bir kontrol kurulmadı.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte balıkçılar tüm paralarını teknelerine yatırdılar. Böylelikle yaklaşık 1995’lerden itibaren balık stoklarında gerilemeler gözlenmeye başladı. Bugün birçok balık türü için geri dönülemeyecek, toparlanmalarına imkan vermeyecek bir noktadayız çünkü Marmara’nın ekosistemi tamamen değişti.’’
‘‘Daha önce Marmara Denizi’nde bulunan ve birlikte göç eden birçok büyük balık türü vardı. Ancak bu balık türlerinden yalnızca bir tanesinin aşırı avlanması, diğerlerinin de artık Marmara’ya gelmemeye başlamasına sebep oldu. O döneme şahit olan tüm balıkçılar aynı şeyi söylüyor; bu balık türleri arasında bir ilişki olduğundan söz ediyorlar. Ne yazık ki bunun ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz ve zamanda geriye gidemeyeceğimiz için artık öğrenmemiz de mümkün değil. Fakat anlaşılan o ki, ekosistemin bir bölümü rahatsız edildiğinde, diğer türlere de dokunan bir domino etkisi başlatılmış oldu.
Örneğin 1985 yılında gelen Japon balıkçılar, ülkelerinde oldukça pahalı olan orkinosları avlamak için ciddi para ödemişler. Bir gün içerisinde yüzlerce orkinos avlanmış. Kanlarından denizin kırmızıya boyandığı anlatılıyor. Yalnızca bir günlük aşırı avlanmanın dahi ciddi sonuçları olabiliyor. Bu, insanlar olarak yaratabileceğimiz domino etkisini anlamak için de iyi bir örnek.’’
‘‘2020 yılında, Marmara Denizi’nin kayıp balık türlerini inceleyen bir çalışma yaptık. Bu çalışma öncesinde, daha önce Karadeniz’de 50 ticari balık türü bulunduğunu ancak bu sayının dörde düştüğünü okumuş ve çok şaşırmıştım. Hangi türlerin, ne zaman ve neden yok olduğunu incelemek istedim. Bu ‘tarihi deniz ekolojisi’ denilen yeni bir alan: Bir ekosistemin eski halini anlamayı ve böylelikle hangi noktada ne gibi değişimler yaşandığını görebilmeyi hedefliyor.
Haliç’le ilgili hikayeleri herkes bilir; balıklar o kadar bolmuş ki kovalarla yakalanırmış. Benim büyükbabam da bundan 70-80 yıl önce İstanbul’da bir balık teknesinin kaptanıymış. Babam, akşam yemeği için eve beş kiloluk torik götürdüklerini anlatır. Bu, insanların zengin olmadığı ancak yağlı balıklar tüketerek iyi beslenebildikleri bir dönem.
Bugün ise deniz tamamen hasta; ne Karadeniz ne de Marmara, artık sağlıklı değil. Bir denizdeki tür sayısı arttıkça, direnci de artıyor. Sağlıklı bir ekosistemi olan bir deniz kendini, örneğin okyanus asitlenmesi veya suların ısınması gibi olumsuzluklar karşısında, daha iyi koruyabiliyor. Ancak denizdeki biyoçeşitliliğin yüzde 80’ini yok ettiğinizde bu mümkün değil.’’
‘‘Bugün de tamamen değişmiş bir ekosistem ile karşı karşıyayız. Nitekim üç yıl önce yaptığımız çalışma, elimizde kalan yegane sağlıklı balık stoğunun sardalya olduğunu gösteriyor. Geriye kalan her şey neredeyse tükenmek üzere. Bu noktada yapabileceğimiz şey, yarattığımız tüm olumsuzlukları geri çevirmeye çalışmak. Kirlilik konusunda bu yapılmaya çalışıyor ancak aşırı avcılık gibi başka önemli unsurlar da var.
Ne var ki gerekli adımlar şu an dahi atılsa, daha önce Marmara’da bulunan balık stoklarının geri gelmesi mümkün değil. Burası net. Büyük bir değişim yaşandı ve aynı durum Karadeniz için de geçerli. Karadeniz ve Marmara Denizi arasında çok yakın bir ilişki var; birinde yaşanan durum ne yazık ki diğerini de etkiliyor. Bu anlamda Marmara Denizi, küçük kararların ne gibi sonuçlara yol açabileceğini göstermesi açısından tüm dünya için önemli bir örnek diyebilirim.’’
İklim değişikliği açısından dönüm noktası olarak nitelendirilen ve Uluslararası Adalet Divanı'ndan görülen davanın duruşmaları sona…
Enerji Yatırımcıları Derneği Başkanı Cem Özkök, GES ve RES projelerinin yapı denetim kapsamından çıkarılmasının, yatırımcıların…
Dünya Ekonomik Forumu’nun yeni bir çalışmasına göre, küresel seragazı emisyonlarının %40’ını oluşturan sekiz sektördeki emisyon…
Dünya, kuraklık ve arazi bozulumuna en çok maruz kalan ülkeleri desteklemek için yeni bir çerçeve…
İklim ve çevre alanında çalışan 8 sivil toplum kuruluşu, okul, hastane, belediye binası, kamu binası,…
Çin, kömür çıkarımı sırasında açığa çıkan metan emisyonlarını azaltma amacıyla daha sert kurallar getireceğini duyurdu. Metan,…