Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2022 Raporu’na göre insan sağlığı, fosil yakıtların insafına kaldı.
Ülkeler ve sağlık sistemleri COVID-19 salgınının, Ukrayna’daki çatışmaların ve küresel enerji ve hayat pahalılığı krizinin sağlık, sosyal ve ekonomik sonuçlarıyla boğuşmaya devam ederken, iklim değişikliği de hız kesmeden artmaya devam ediyor. “Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2022 Raporu: Fosil Yakıtların İnsafında İnsan Sağlığı”na göre fosil yakıtlara olan bağımlılık, bu krizlerin insan sağlığı üzerindeki etkilerini artırıyor.
Yedinci Lancet Geri Sayım raporu, aralarında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Meteoroloji Örgütü’nün de bulunduğu 51 kurumdan 99 uzmanın çalışmalarını temsil ediyor ve University College London tarafından yönetiliyor. Rapor, 27. BM Taraflar Konferansı (COP27) öncesinde yayınlanarak, aşırı sıcaklığın gıda güvensizliği, hane halkı hava kirliliği ve fosil yakıt endüstrisinin sağlıklı bir gelecekle uyumu üzerindeki etkisini izleyen yeni ve geliştirilmiş ölçütleri içeren 43 gösterge sunuyor.
İklim Değişikliği Çoklu Krizlerin Sağlık Üzerindeki Etkilerini Artırıyor
Fosil yakıtlara aşırı bağımlılık iklim değişikliğini hızla kötüleştirmekte ve dünyanın dört bir yanındaki insanlar tarafından hissedilen tehlikeli sağlık etkilerine yol açıyor. Veriler, hiçbir ülkenin güvende olmadığını gösteriyor. İklim değişikliği, sıcak hava dalgaları, şiddetli yağışlar, orman yangınları, fırtınalar ve kuraklıklar gibi aşırı hava olaylarının olasılığını ve şiddetini artırarak dünya genelinde her yıl yüz binlerce insanın hayatına mâl oluyor.
Bu yılki raporda yer alan veriler, iklim değişikliğinin yakın vadede gıda güvenliğinin her ayağını etkilediğini gösteriyor. Artan sıcaklıklar ve aşırı hava olayları, ürün verimini doğrudan tehdit ederek ürünlerin büyüme mevsimini mısır için 9,3 gün, pirinç için 1,7 gün ve kış ve ilkbahar buğdayı için 6 gün kısaltıyor. Aşırı sıcaklar, 2020 yılında 103 ülkede, 1981 ve 2010 yılları arasına kıyasla, 98 milyon daha fazla insanın orta ila şiddetli gıda güvensizliği bildirmesiyle ilişkilendirildi. Ortalama olarak, 2012-2021 yılları arasında küresel kara alanının %29’u, 1951-1960 yılları arasında olduğundan her yıl daha fazla aşırı kuraklıktan etkilenerek insanları su ve gıda güvensizliği riskiyle karşı karşıya bıraktı.
Aşırı sıcağa maruz kalmak sağlığı doğrudan etkiliyor, kardiyovasküler ve solunum yolu hastalıkları gibi altta yatan rahatsızlıkları şiddetlendiriyor ve sıcak çarpmasına, olumsuz hamilelik sonuçlarına, kötüleşen uyku düzenine, kötü ruh sağlığına ve yaralanmaya bağlı ölümlerin artmasına neden oluyor. Ayrıca, insanların çalışma ve egzersiz yapma kapasitelerini sınırlandırarak sağlığı dolaylı olarak da etkiliyor.
Hassas gruplar, aşırı sıcaklardan dolayı en fazla risk altında olan gruplar. 1986-2005yıllarına kıyasla 2012-2021 yılları arasında bir yaşın altındaki çocuklar toplam 600 milyon gün (çocuk başına 4,4 gün), 65 yaş üstü yetişkinler ise 3,1 milyar gün (kişi başına 3,2 gün) daha fazla sıcak hava dalgası yaşadı. Sıcaklığa bağlı ölümler 2000-2004 yıllarına kıyasla 2017-2021 yılları arasında %68 oranında artarken; insanların çok yüksek veya aşırı yüksek yangın tehlikesi günlerine maruz kalma oranı 2001-2004’ten 2018-2021’e kadar ülkelerin %61’inde artı.
Isıya maruz kalma, 2021 yılında küresel olarak 470 milyar potansiyel işgücü saati kaybına yol açarak ülkelerin GSYH’sinin önemli oranlarına eşdeğer gelir kayıplarına neden oldu, düşük ve orta gelirli ülkeleri orantısız bir şekilde etkiledi (düşük ve orta gelirli ülkelerde %5,6) ve hayat pahalılığı krizinin etkisini kötüleştirdi.
Değişen iklim, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını da etkiliyor. Sıtmanın bulaşması için uygun olan süre, 1951-1960 yıllarına kıyasla 2012-2021 yılları arasında Amerika’nın dağlık bölgelerinde %32,1, Afrika’da ise %14,9 oranında arttı. İklimin dang bulaşması riski üzerindeki etkisi aynı dönemde küresel olarak %12 oranında arttı. COVID-19 salgını ile birlikte, iklim değişikliğine bağlı olarak bulaşıcı hastalıkların artması yanlış teşhislere, sağlık sistemleri üzerinde baskıya ve eş zamanlı hastalık salgınlarını yönetmede zorluklara yol açtı.
Fosil Yakıtlara Öncelik Veriliyor
Yeni ve güncellenmiş göstergeler, hükümetlerin ve şirketlerin, iklim değişikliğinin ciddi ve bileşik sağlık zararlarına rağmen fosil yakıt çıkarma ve yakmaya öncelik vermeye devam ettiğini ortaya koyuyor.
Küresel enerji sisteminin karbon yoğunluğu (küresel seragazı emisyonlarına tek başına en çok neden olan sektör), ülkelerin insan kaynaklı tehlikeli iklim değişikliğini ve bunun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini önlemeyi kabul ettiği UNFCCC’nin kabul edildiği 1992 seviyelerine göre %1’den daha az azaldı. Mevcut değişim hızıyla, enerji sisteminin tamamen karbondan arındırılması 150 yıl sürecek ve Paris Anlaşması’nda belirtildiği üzere küresel ısınmanın 1,5°C’de tutulması gerekliliğinden çok uzak.
Hükümetler fosil yakıt üretimini ve tüketimini teşvik etmeye devam ediyor; bu raporda analiz edilen 86 hükümetten 69’u hem karbon fiyatlandırma araçlarının hem de fosil yakıt sübvansiyonlarının katkısı dikkate alındığında, 2019 yılında toplam 400 milyar dolar tutarında net fosil yakıt sübvansiyonu sağladı. Bu sübvansiyonlar, ülkelerin 31’inde ulusal sağlık harcamalarının %10’unu, beşinde ise %100’ünü aştı. Aynı zamanda hükümetler, Kopenhag Anlaşması’nda 2020 yılına kadar ulaşılması taahhüt edilen, düşük gelirli ülkelerde iklim eylemini desteklemeye yardımcı olmak için yıllık 100 milyar dolarlık görece daha küçük bir meblağı şimdiye kadar sağlayamadı ve sağlıklı bir geleceğe adil bir geçişi tehlikeye attı.
İklim konusundaki iddiaları ve taahhütleri ne olursa olsun, en büyük 15 petrol ve gaz şirketinin mevcut stratejileri, seragazı üretimlerinin 1,5°C ısınma ile uyumlu emisyon paylarını 2030 yılında %37, 2040 yılında ise %103 oranında aşmasına yol açacak. Birçoğu bu yıl rekor kârlar elde ederken, sıfır karbonlu enerjiye geçiş için yatırımlarını daha da ertelemeleri, dünyayı Paris Anlaşması’nda belirlenen taahhütleri yerine getirmekten kalıcı olarak uzaklaştırma tehdidinde bulunuyor.
Bu arada, temiz enerjiye erişimdeki gecikmeler ve adaletsiz erişim, hane halklarını kirli yakıtların kullanımına bağımlı hale getirdi, enerji yoksulluğuna ve tehlikeli seviyelerde iç mekan hava kirliliğine maruz bırakı. Biyokütle (odun veya tezek gibi) 2020 yılında küresel olarak ev sektöründe tüketilen enerjinin %31’ine katkıda bulunurken, düşük ve orta gelirli ülkelerde bu oran %96’ya çıkıyor. Tehlikeli partikül madde hava kirliliğinin hane içi konsantrasyonları (PM2.5 ), değerlendirilen 62 ülkede 2020 yılında DSÖ tavsiyesini 30 kat aşarak aileleri tehlikeli seviyelerde hava kirliliğine maruz bırakıyor.
Sağlık Merkezli bir Müdahale İnsanlığa Bir Gelecek Sağlayabilir
Bu raporda ortaya konan endişe verici göstergelere rağmen umut hâlâ mevcut. Mevcut enerji, hayat pahalılığı ve iklim krizlerine sağlık merkezli bir yanıt, enerji şirketlerinin hızla temiz yakıtlara geçmesini ve ülkelerin derhal net sıfır seragazı emisyonuna ulaşmasını sağlayarak sürdürülebilir kalkınma, sağlıklı çevre ve sağlıkta eşitliğin olduğu bir geleceğin kilidini açarken enerji güvenliğini artıracak ve ekonomik iyileşme için bir yol sunacak.
Hava kalitesindeki iyileşmeler, fosil yakıt kaynaklı partikül madde hava kirliliğine maruz kalmaktan kaynaklanan ve sadece 2020 yılında 1,3 milyon olan ölümlerin önlenmesine yardımcı olacak. Daha dengeli ve bitki temelli beslenmeye geçişin hızlandırılması, kırmızı et ve süt üretiminden kaynaklanan tarım sektörü emisyonlarının %55’ini azaltmakla kalmayacak, aynı zamanda yılda 11,5 milyona kadar beslenme kaynaklı ölümü önleyecek ve zoonotik hastalık riskini azaltacak.
Bu yılki raporda yer alan verilerden, eyleme geçme yönünde bazı umut ve hareket işaretleri görülüyor. Toplam temiz enerji üretimi yetersiz kalsa da 2020’de rekor seviyelere ulaştı ve sıfır karbonlu kaynaklar 2021’de elektrik üretim yöntemlerine yapılan yatırımın %80’ini oluşturdu. Yenilenebilir enerjideki doğrudan ve dolaylı istihdam ilk kez fosil yakıt çıkarma endüstrisindeki doğrudan istihdamı aşarak 10,5 milyon çalışana ulaştı (2019’a göre %10 düşüş) ve yenilenebilir enerjinin şimdi ve gelecekte iş güvenliğini destekleyebileceğini bir kez daha teyit etti.
Sağlık sektörü, halen tüm küresel emisyonların %5,2’sinden sorumlu olsa da, etkileyici bir iklim liderliği gösterdi ve 60 ülke, COP26 Sağlık Programı’nın bir parçası olarak iklime dirençli ve/veya düşük veya net sıfır karbonlu sağlık sistemlerine geçmeyi taahhüt etti.