Yazı: Erhan ARCA
Dünya şu ana kadar beş büyük kitlesel yok oluş yaşadı. 10 milyon yıldır görülmeyen bir hızla yok olan hayvan ve bitki türleri göz önünde bulundurulduğunda, uzmanlar şu anda altıncı kitlesel yok oluşun içinde olduğumuzu düşünüyor. Bunun sonuçları dünya üzerindeki tüm yaşamı etkileyecek. Biyoçeşitliliğe bakıldığında ise insanlık tarihinin herhangi bir dönemindeki azalış hızından daha hızlı bir şekilde kayıp yaşadığımızı görüyoruz. Dünya genelindeki türlerin neredeyse dörtte birinin -yaklaşık 1 milyon hayvan ve bitki türü- soyunun tükenme tehdidi altında olduğu düşünülüyor. Araştırmacılara göre, dünyanın ekolojik bir çöküşe sürüklenmesini önlemek için “güvenli sınır” kabul edilen biyolojik çeşitlilik koruma oranı olan %90’ın altına düşmüş durumdayız. Dünyanın yaşamakta olduğu biyoçeşitlilik krizinde iklim değişikliği ile sıcaklıkların artmasının yanı sıra habitat kaybı ve çevre kirliliği de büyük rol oynuyor. 2018’de, Science dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, eğer emisyonlarda keskin düşüş olmaz ise bu yüzyılın sonuna gelindiğinde türlerin en az yarısı hayatta kalma kabiliyetlerinin ötesinde şartlarla ve sıcaklıklarla karşılaşacak. Göç edemeyenler veya adapte olamayanlar yok olacak. Deniz çayırları ve mercan resifleri gibi ekosistemlerin kaybı dünyanın daha az doğal karbon tutmasına neden olacak. Halihazırda bu “karbon yutakları” insanların atmosfere gönderdiği emisyonların neredeyse yarısını emiyor.
CBD (Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi) ilk olarak 1992 Rio Zirvesi’nde 150 hükümet lideri tarafından imzalandı. Yasal olarak bağlayıcı bir uluslararası anlaşma olan CBD, hükümetleri teknik olarak biyoçeşitliliği korumakla yükümlü kılıyor. Anlaşma; ekosistemleri, hayvanları, bitkileri, mikroorganizmaları ve mantarları kapsamasıyla dünya üzerindeki tüm yaşamı gözetmeyi ve biyoçeşitliliği tehdit etmeden insani ilerlemeye odaklanmayı hedefliyor.
2002’de CBD tarafları “2010 yılına kadar mev-biyoçeşitlilik kaybı oranında önemli bir azalma” taahhüt etmişti ancak başarısız oldular. Taraflar bu kez 2010 yılında Japonya’da bir araya geldiler ve 20 hedefi barındıran Aichi Planı üzerinde anlaştılar. Aichi Planı’nın misyonu şu şekildeydi: “2020 yılına kadar ekosistemlerin dayanıklı olmasını ve temel hizmetleri sağlamaya devam etmesini, böylece gezegenin çeşitliliğini güvence altına alarak insan refahına ve yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunacak biyoçeşitlilik kaybını durdurmak için etkili ve acil önlemler alınmalıdır. Bu amaçla, biyolojik çeşitlilik üzerindeki baskılar azaltılmalı, ekosistemler restore edilmeli, biyolojik kaynaklar sürdürülebilir şekilde kullanılmalı ve genetik kaynakların kullanımından elde edilen faydalar adil ve eşit şekilde paylaşılmalıdır. Yeterli finansal kaynaklar sağlanmalı, kapasiteler artırılmalı, biyoçeşitlilik konuları ve değerleri anaakıma entegre edilmeli, uygun politikalar etkin bir şekilde uygulanmalı ve karar alma süreçleri bilim ve önleyici yaklaşıma dayandırılmalıdır”.
Bu misyon doğrultusunda Aichi Planı’nın hedefleri arasında; doğal yaşam alanlarındaki kayıp oranını azaltmak, balık stoklarının sürdürülebilir yönetimini sağlamak, tehdit altındaki türlerin korunması ve önemli ekosistemlerin onarılması gibi hedefler vardı. Ancak Aichi Planı’nda belirtilen 20 hedeften hiçbiri son mühlet olan 2020’ye kadar tam olarak gerçekleştirilemedi. 2018’deki BM Biyoçeşitlilik Konferansı’nda anlaşmanın tüm tarafları, yani 196 ülke, Aichi hedeflerinin yerine geçmesi adına 2020 Sonrası Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi altında yeni hedefler geliştirmeyi kabul etti.
Ekim 2020’de Çin’in Kunming kentinde gerçekleşmesi planlanan COP15’in (Birleşmiş Milletler Biyoçeşitlilik Konferansı) pandemi sebebiyle dört kez ertelenmesinin ardından Çin, 2021 Ekim’inde COP15’i, CBD taraflarına bağlayıcılığı olmayan ve büyük ölçüde çevrimiçi bir etkinlik olarak resmen başlattı. Çin’de insan haklarını sorgulatan pandemi kısıtlamalarının devam etmesi nedeniyle COP15’in geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleştirilen ana bölümü, Çin’in başkanlığında Kanada’nın Montreal şehrinde yapıldı.
COP15’in kayıp ve hasara ilişkin tarihi bir anlaşma ile sona eren tartışmalı COP27 zirvesinden yalnızca birkaç hafta sonra gerçekleştirilmesine rağmen ülke liderlerinin COP27’de gösterdikleri katılımı COP15’te göstermemesi ve bakanların aracılığıyla müzakerelerin gerçekleştirilmesi de zirveye karşı eleştirileri beraberinde getirdi. Ülke liderlerinin katılım göstermediği zirve, fosil yakıtların aşamalı olarak azaltılmasından söz edilmeyen ve böylelikle hayal kırıklığı yaratan bir nihai anlaşmayla sonuçlandı.
COP15’in çıktısı olan Kunming Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi, toplamda 23 hedefi içeriyor. Hiçbir hedefin tam olarak başarılamamasıyla hayal kırıklığı yaratan Aichi Planı’nın yerini alan anlaşma, 2010’da belirlenen hedeflerden farklı olarak ölçülebilir hedefler barındırıyor. Bu önemli yeni hedef izleme ve raporlamanın kolaylaşmasını amaçlıyor. Hedef ile bu amaçlansa da sınırlı veri toplama ve raporlamayla bir şirketin biyoçeşitlilik üzerindeki etkisini ölçmenin zorluğu, finansman yöneticileri için yatırım yapmanın önündeki en büyük engellerden biri olarak görülüyor. Şirketler için, işletmelerinin hangi bölümlerinin doğayı etkilediğini ve doğaya bağımlı olduğunu belirlemeleri ve açıklamaları hakkında öneriler, Birleşmiş Milletler İklimle Bağlantılı Finansal Beyan Görev Gücü tarafından önümüzdeki Eylül ayında yapılacak. Anlaşma, ülkeleri kamu ve özel sektörden yapılacak biyoçeşitlilik girişimleri için yılda 200 milyar dolar ayırmaya yönlendiriyor. Gelişmiş ülkeler, Küresel Çevre Fonu (Global Environment Facility) kapsamında oluşturulacak yeni bir biyoçeşitlilik fonu ile yoksul ülkelere 2025’ten itibaren yılda 25 milyar dolar ve 2030’dan itibaren yılda 30 milyar dolar sağlamayı taahhüt ediyor. Ancak uygulamaların yavaş kalacağına ve vadedilen kaynakların seferber edilmemesi ile anlaşmanın altının oyulabileceğine dair şüpheler de mevcut. Bu da belirtilen hedeflere ulaşılmaması durumunda hükümetlerin eylemlerini artırmak zorunda kalacağı bir mekanizmanın yokluğu hakkında endişelerin büyümesine sebep oluyor.
Anlaşmanın en önemli görülen kısmı ise bu fonla bağlantısı olan 30×30 taahhüdü. Montreal’deki zirve başlamadan önce 100’den fazla ülkenin imza attığı bu taahhüt ile ülkeler 2030 yılına kadar dünyadaki karaların, iç suların, kıyı bölgelerinin ve okyanusların en az %30’unu korumayı kabul etti. Yapılan ön çalışma sayesinde, müzakereler sırasında taahhüde karşı öneri sunan ülkeler de geri adım atmak zorunda kaldı. Anlaşmanın bir diğer önemli çıktısı ise “doğa pozitif” ibaresini barındırmaması olarak görülüyor. “Doğa pozitif”, “net sıfır” teriminin biyoçeşitlilikteki karşılığı olarak görülüyor. Net sıfırda amaç, seragazı emisyonlarını dengelemek için eşdeğer düzeyde emilim veya azaltma sağlayarak iklim üzerinde net sıfır etki bırakmak. Biyoçeşitlilik bağlamında, “doğa pozitif” doğaya net bir olumlu etki sağlamayı amaçlayan eylemleri ifade etse de bununla birlikte “doğa pozitif” doğrultusunda yapılacak çalışmaların koruma ve restorasyona odaklanacağı endişesini de beraberinde getiriyor. Doğa pozitif adı altında gerçekleştirilecek çalışmalarla biyoçeşitlilik üzerindeki olumsuz etkilere neden olan ana etmenlerin gözden kaçacağı ve yeşil badananın önünün açılacağı endişesi giderek büyüyor.
Kunming Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi’nde “doğa pozitif” açıkça belirtilmese de çerçeveye biyoçeşitlilik dengelemeleri ve kredilerinin dahil edilmesi ile hâlâ dolaylı olarak “doğa pozitife” benzer fikirler barındırması endişe yaratan başka bir nokta. Biyoçeşitlilik dengelemeleri ve kredileri, biyoçeşitlilik kaybının bir alanda koruma faaliyetleri yürüterek veya koruma kredileri satın alarak başka bir yerde telafi edilmesini içeren tartışmalı uygulamadır.
COP15 zirvesinden bu yana geçen zamanda, biyoçeşitliliğin uluslararası gündemde yer bulmasına katkı sağlayan önemli çevre anlaşmaları yapıldı. Ancak geçtiğimiz Aralık ayında Kanada’da imzalanan “tarihi” biyoçeşitlilik antlaşmasının hedeflerine ulaşmasında kimi aksilikler de yaşanıyor. Gelecek biyoçeşitlilik zirvesi öncesinde, çevre bakanlarının bu yılın ilerleyen dönemlerinde Dubai’de yapılacakCOP28’de gayriresmi bir değerlendirme yapması bekleniyor.
Okyanuslar soluduğumuz oksijenin yarısını üretirken gezegenin biyosferinin %95’ini temsil ediyor ve dünyanın en büyük karbon yutağı olarak karbondioksiti emiyor. Ancak şimdiye kadar, açık denizleri yöneten parçalı ve esnek şekilde uygulanan kurallar, açık denizleri kıyı sularına göre sömürüye daha açık hale getirmişti. Mart ayında yapılan BM Açık Denizler Anlaşması ile ulusal sınırların dışında kalan okyanusların neredeyse üçte ikisini kapsayarak yaban hayat kaybına karşı koruma sağlamayı ve açık denizlerin genetik kaynaklarını paylaşmak için geniş deniz koruma alanları oluşturacak bir yasal çerçeve sunacak. Çerçeve doğrultusunda ülkeler periyodik aralıklarla toplanacak ve üye devletlerin yönetişim, biyoçeşitlilik gibi konularda hesap vermesini sağlayacak bir taraflar konferansı (COP) kurulacak.
Lula hükümeti, dünyanın en büyük yağmur ormanlarında ormansızlaşmayı azaltmada şimdiden başarılı oldu ve Brezilya başkanı, korumaları biyomlara da yaymak için harekete geçti. Lula, iklim ve biyoçeşitlilik hedefleri için kritik olan ekosistemin yok edilişini kalıcı olarak durdurma çabası doğrultusunda, bir Pan-Amazon zirvesine ev sahipliği yapmak için emek sarf ediyor. Ancak, COP15 anlaşmasının temel ilkelerinden biri olan yerli haklarını daha iyi koruma planları, Brezilya’da, muhafazakar ağırlıklı olan senatonun oylarıyla geçen yasa, insan topluluklarına ve çevreye zarar verdiği zararla Lula’nın çabalarını gölgeliyor. Avrupa’da doğa restorasyonu konusunda yasal olarak bağlayıcı hedeflerin tanıtılma çabaları, Avrupa Parlamentosu’nun en büyük grubu olan merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) tekliflere destek vermeyi reddetmesiyle politik tartışmalara karıştı veşu anda tehlikeli bir durumda. Eğer yasa geçmezse, COP15’te kabul edilen hedeflere ulaşma konusunda büyük bir darbe alınacak.
Avrupa’da, doğa restorasyonu konusunda yasal olarak bağlayıcı hedefler koyma çabaları, Avrupa Parlamentosu’nun en büyük grubu olan merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin önerileri desteklemeyi reddetmesiyle siyasi tartışmalara karıştı. Yasanın geçmemesi, COP15’te kararlaştırılan hedeflere ulaşmak yolunda büyük bir darbe olacak. Nisan ayında Royal Society’nin ekolojik gecikme ilkesine dayanarak hazırlanan bir araştırma, COP15’te kabul edilen 2030’a kadar vahşi yaşam azalmalarını durdurma hedeflerinin kayda değer önlemler olmadan ulaşılamayacak durumda olabileceğini buldu. Çalışma aynı zamanda, 2010’a dek meydana gelmiş çevresel değişime 2050’ye kadar vahşi hayat popülasyonlarının yanıt vermeye devam edeceği konusunda uyarıda da bulundu.
COP15 ve COP27 gibi büyük uluslararası konferanslar genellikle iyi görünen niyetlerle başlasa da tartışmalı sonuçlar doğurur. Önceki biyoçeşitlilik COP’larından farklı olarak COP15’te, delegeler vaatlerini yerine getirmek için bağlayıcı ve ileriye doğru bir adım olarak yorumlanabilecek resmi bir anlaşmayı yürütmeyi başlattı. Ancak hedeflerin gerçeğe dönüşüp dönüşmeyeceklerini bilebilmek için henüz çok erken. Bu yıl gerçekleştirilecek olan COP16 ile önümüzü görmek biraz daha kolaylaşacak. Şubat ayında yaşanan üç büyük deprem nedeniyle Türkiye’nin ev sahipliği yapmaktan çekildiği COP16’nın; ekonomik çıkarlarla gölgelenmeyen, biyoçeşitliliğe dair bir farkındalık yaratacak ve başta karar alıcılar olmak üzere insanları tüm canlılar için harekete geçirecek bir etkinlik olması umuduyla…
BM iklim şefi Stiell, gelecek hafta toplanacak G20 liderlerine iklim finansmanı çabalarına destek verme çağrısında…
İlham Aliyev’in geçtiğimiz 1 senede yaptığı konuşmaları analiz eden bir çalışmaya göre, COP29’un ev sahibinin…
G7, son 20 yılda iklim finansmanı borçlarını ödememesi nedeniyle COP29’da “Günün Fosili” ödülünü aldı. BM…
Bu yılki BM iklim zirvesine ev sahipliği yapan Azerbaycan, fosil yakıt patronlarına ve lobicilere başkanlığın…
Azerbaycan COP29 Başkanlığı, girişimin 2025 sonrası iklim finansmanı hedefiyle ilgili müzakerelerle iç içe geçme riski…
UNEP, küresel ısınmayı olumsuz yönde etkileyen metan emisyonlarını azaltmaya yönelik taahhütlerin arttığını, ancak bu yöndeki…