Koronavirüs salgınının etkileri tüm dünyada çok farklı ölçülerde hissediliyor. Eşitsizlikler daha da derinleşirken sağlık, gıda ve ekonomi gibi birçok alanın daha farklı nasıl şekillendirilebileceğine dair tartışma alanları da beraberinde geliyor. Özellikle gıda ve tarıma yansıması, halihazırda 135 milyon insanın akut açlık çektiği bir dünyada daha da korkunç durumlara neden olabilecekken, bütün gıda üretim-tüketim zincirini yeniden inşa etmek mümkün mü?
YAZI: Gülce DEMİRER
Şüphesiz ki tarım da, pandemiden en çok etkilenenler arasında. Hem üretiminde hem de tedarikinde birçok sorun beraberinde geliyor. İlkbahar ve yaz ayları süresince patates, domates, kabak gibi birçok yeni mahsulün ekim zamanı da etkileniyor, etkilenecek. Mevcut gıda sistemimizi göz önünde bulundurduğumuzda dünyanın birçok yerinde, oldukça uzak mesafelerden ihraç ve ithal edilen gıda tedarik zincirlerindeki aksamalar gıda güvencesini de altüst edebilir. Sınırların kapatılması, karantina önlemleri ve tedarik zincirlerindeki aksamalar halihazırda gıda güvencesinin düşük olduğu bölgelerdeki riskleri artırarak sağlıklı gıdaya erişimi daha da kısıtlayabilir. Çoğu Avrupa ülkesinde ürünlerin dağıtımı, perakendesi organize ve otomatik işleyebiliyor ancak yoksul birçok ülkede bunlar emek yoğun işler, bu da fiziksel mesafenin sağlanması açısından zorluklar yaşatıyor.
Türkiye’de ise sürekli göç halindeki güvencesiz binlerce mevsimlik tarım işçisi çalışıyor. Birçoğu işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya; çalışanların ise hangi koşullar altında çalıştıkları bilinmiyor. İçişleri Bakanlığı’nın Nisan ayının başında yayınladığı sokağa çıkma yasağıyla ilgili istisnaların yer aldığı ek genelgeye göre ise sokağa çıkma yasaklarında, 18- 20 yaş arasındaki kamu çalışanları, özel sektörde çalıştığını belgeleyenler ve mevsimlik tarım işçileri sokağa çıkma yasağından muaf tutuluyor.
Üretim kısmında ise Ali Ekber Yıldırım’ın Dünya gazetesinde belirttiği üzere, buğday üretimimiz kendimize yetiyor ama un ve makarna ihracatı için un ithal ediyoruz ve buğday üretiminin artırılması gerekiyor. Bakliyatta ise fasulye, mercimek ve pirinç ithal ediyoruz. Yıldırım, tarım planlamasının şart olduğunu vurguluyor. Bülent Şık ise, Bianet’teki yazısında 1990-2018 yılları arasında buğday ekimi yapılan alanın yaklaşık %20 oranında azalarak 94 milyon dekardan 76 milyon dekara düştüğünü belirtiyor. Buğday ve baklagil ürünleri (nohut, mercimek ve kuru fasulye) gibi toplum beslenmesinde kritik önemi olan gıda maddelerinin üretim miktarını artırmaya yönelik teşvik edici, destekleyici uygulamaların hızla yürürlüğe konması gerektiğinin altını çiziyor. Baklagil üretim alanlarında ise 1990 yılında yaklaşık 20 milyon dekar olan baklagil ekim alanı 2016 yılında %65 oranında azalarak 7 milyon dekara düşmüş.
Bulgaristan ise marketlerde süt ve süt ürünleri, et ve sebze meyvede yerel ürünlerin tüketimini zorunlu hale getirmiş durumda. Ancak Yıldırım, bu yönetmelikte çiftçiden ürün alan kurum ve kuruluşlara hibe desteği sağlandığının da altını çiziyor. Türkiye’de de benzer uygulamalar ile hem tarlada üretim yapan çiftçiye, hem de gıda sektörüne belli desteklerin sağlanması gerektiğini ve böylece üretimin de daha rahat yapılabileceğini ekliyor. Şık da özellikle aile çiftçiliğini yeniden canlandırmaya yönelik bir teşvik paketi hazırlanabileceğini ve böyle bir paketin olası gıda krizine bir hazırlığın ötesinde zaman içinde toplumsal olarak başka faydalar da sağlayabileceğini belirtiyor çünkü tahıl ve baklagil üretimini artırmak olası hayvancılık krizinde de çözüm olabilir.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (World Food Program -WFP) baş ekonomisti Arif Husain, 135 milyon insanın halihazırda akut açlık yaşadığını, salgın ile birlikte bu yılın sonunda bu rakamın iki kat artarak 265 milyona ulaşabileceği uyarısında bulunuyor.
Gıda Kaynaklı Çalkantılar
Pandeminin gıdaya erişimde büyük sorunlar yaratacağının işaretleri ise şimdiden dünyanın dört bir yanında ortaya çıkmış durumda. Kenya’nın başkenti Nairobi’de un ve yağ dağıtımında izdiham yaşandı ve iki kişi hayatını kaybetti. Açlığın virüsten daha acil bir kriz olduğu Hindistan’da ise binlerce işçi, günde iki kez ekmek ve kızarmış sebze alabilmek için sıraya giriyor. Mart ayında hiçbir uyarıda bulunulmadan ilan edilen sokağa çıkma yasağıyla binlerce göçmen işçi Yeni Delhi’de kaldı ve evlerine dönmek için binlerce kişiden oluşan kafileler oluşturdu. Hükümetin oluşturduğu mutfaklar ise ihtiyacı olan insanlara yetemiyor.
Kolombiya’da ise yoksul haneler aç olduklarını belli etmek amacıyla balkonlarından kırmızı bayrak veya kıyafet sarkıtıyor. Karantina nedeniyle birçok işyeri kapanırken işten çıkartılan, ücretsiz izne çıkarılan veya yevmiyeyle çalışan milyonca işçi sağlıklı gıdaya erişimde ciddi sıkıntılar yaşıyor. Koronavirüs salgını olmadan önce de kıtlık ve gıdaya erişimde sıkıntı yaşayan birçok ülkeden biri olan Yemen’deki iş savaş yüzünden milyonlarca insan açlık yaşıyor. Doğu Afrika’da ise geçtiğimiz aylarda başlayan çekirge saldırısı ekim-dikim sürecine ciddi zarar vermişti. Amerika’da ise Kaliforniya’dan Florida’ya birçok çiftçinin ürünü çöp olma riskiyle karşı karşıya. Guardian’dan Susie Cagle’ın haberine göre, ABD gıda bankaları hiç görülmemiş seviyelerde gıda talebi alıyor, marketler ise raflarına ürün koymakta zorlanırken, binlerce çiftçinin milyarlarca dolar değerindeki süt ürünleri ve sebzeleri çöpe dönüşmüş durumda. ABD’de üretilen gıdanın yaklaşık yarısı restoranlara, okullara, statlara, parklara ve turist gemilerine gidiyordu. Karantina önlemleri kapsamında birçok işyerinin kapanması üreticiyi ciddi sıkıntıya soktu. Ulusal Sürdürülebilir Tarım Koalisyonu raporuna göre, sadece Mart ila Nisan ayları arası zarar 1.32 milyar dolar değerinde. Üretim kısmında bir sıkıntı yaşamıyor olsalar da, ABD, ürünlerin nereye ulaştırılacağı, en acil bölgelerin neresi olduğu gibi birçok yeni ve acil sorunla karşı karşıya. Wisconsin, Vermont ve diğer birçok eyalette süt üreticileri sütlerini tarlalarına ya da üretim tesislerinin tahliye borularına döktüklerini söylüyor. Bu kadar miktarda dökülen sütün daha sonra toprakta ve sulak alanlarda yaratacağı çevre tahribatı ise bambaşka bir sorun. Sütün en büyük alıcılarından biri de kapanan okullar. Restoranlara üretim yapan çiftçiler ise hiçbir ürününü satamıyor. Cagle, üreticiden doğrudan tüketiciye ulaştırılmasını sağlayan tarım ürünleri hizmetlerinin ise talep fazlalığından kriz yaşadığını, çoğunun tamamen dolu olduğunu, hatta bekleme listelerinin de olduğunu belirtiyor. Ancak çöpe giden gıda ile gıda bankalarının giderek artan ihtiyacı arasındaki tedarik zincirinde kopukluk olduğunun da altını çiziyor. Florida’da ise üreticiler, ABD Tarım Departmanı’na, üretim fazlası gıda ürünlerini satın alarak ihtiyacı olanlara dağıtması talebinde bulunmuş.
New York’ta çiftlikten sofraya hareketinin (farm-to-table) önde gelen isimlerinden, iki Michelin yıldızlı şef Dan Barber ise, küçük bağımsız çiftçi ve geçimini restoranlara satarak sağlayan üretici ve restoran ağının tamamen sarsıldığını belirtiyor. İçinde bulunduğumuz kriz toplumları hem ekonomi ve sağlık gibi alanlarda ciddi anlamda zorluyor hem de bunlardan bağımsız düşünülemeyecek adalet, eşitlik, ayrımcılık gibi toplumsal sorunları da derinleştiriyor. Çok katmanlı bir sorundan söz ediyoruz. Florida’daki üreticilerin, üretim fazlası gıdayı kamunun satın alıp dağıtması teklifi de oldukça basit ve uygulanabilir bir öneri aslında (Bu arada Türkiye’de de bazı büyükşehir belediyelerinin bunun için harekete geçtiğini belirtelim). Bülent Şık da yazısında, mevcut sorunların kolektif nitelik taşıyan bir yaklaşım içinde ele alınmasının gerekliliğini vurguluyor. Sadece Sağlık Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı’nı değil, gıda güvencesi ve güvenliği ile ilgili çiftçi örgütleri, Ziraat Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası ve Tabipler Odası başta olmak üzere ilgili meslek odaları, tarım sendikaları ve çeşitli sivil toplum örgütlerini ilgilendiren bir sorun bu ve mutlaka herkesin masada olduğu bir yaklaşımla çözülebilir ancak.