SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin yayımladığı “Türkiye Elektrik Sistemine Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Entegrasyonu” isimli son rapor farklı senaryolar altında Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyelini değerlendiriyor. Merkezin araştırma koordinatörü Hasan Aksoy ile raporun çıktılarını ve Türkiye’nin yatırım tercihlerinin ülkeyi nasıl bir yola sokabileceğini konuştuk.
YAZI: Bulut BAGATIR
– Yeni raporunuzda üç senaryo üzerinden farklı veriler sunuyorsunuz. Öncelikle “Mevcut durum”, “Kömür Azaltım Senaryosu” ve “Hızlandırılmış Yenilenebilir Enerji Senaryosu” olarak adlandırılan bu üç senaryonun çıktıları ile başlayalım isterseniz…
Üç ana senaryo oluşturduk. Ayrıca bu senaryoları da kapsayan 10’a yakın duyarlılık analizi senaryosunu yaptık. “Mevcut durum” senaryosu adından da anlaşılacağı üzere mevcut politikaların devam etmesi ve yatırım hızlarının günümüzden çok da farklı olmaması durumunda 2030 yılında nasıl bir tabloyla karşı karşıya kaldığımızı gösteren bir senaryo. Böyle bir senaryoda günümüzde yaklaşık 10 GW’ın biraz üzerindeki rüzgar kurulu güç kapasitemiz 2030 yılında 17 GW’lara, 8 GW’lardaki güneş kapasitemiz ise 20 GW’lara kadar çıkıyor. Çok da hızlı bir gelişim değil. 2019 yılında yenilenebilir enerjinin üretim payı yaklaşık %42’lere ulaşmıştı. Bu senaryoya göre 2030’lara gelindiğinde %45 civarına yaklaşıyor ki bu neredeyse aynı seviyede kaldığımız anlamına geliyor.
– Bir de hidroelektrik santralların katkısı var…
Kesinlikle. Halihazırda yüksek kurulu güce sahip hidroelektrik santrallarımız var. Onlar da bu senaryo kapsamında, diğer kaynaklarla birlikte değerlendirildi. Tüketime baktığımızda geçtiğimiz yıl 330 terawatt-saat değerden 460 terawatt-saate çıkan bir tüketim değeri var. Özetle bu senaryo mevcut durumun devamı niteliğinde. “Hızlandırılmış Yenilenebilir Enerji Senaryosu” ve “Kömür Azaltım Senaryosu” da oluşturduk. Bu senaryolarda yenilenebilir enerji üretim oranları sırasıyla 2030 yılında %60 ve %70’lere kadar ulaşabiliyor. Bunu gerçekleştirmek kolay değil. Her iki senaryoda da rüzgar ve güneş kurulu kapasitelerinin 30 GW’a çıkması gerekiyor. Böyle bir durumda da mevcuttaki 20 GW’lık kömür kapasitesi 5 GW’lara kadar düşebiliyor. Yenilenebilir enerji kömür santrallarının yerini alıyor. Bunun gerçekleşmesi sadece kapasite artışlarıyla değil, aynı zamanda iletim şebekesindeki planlanan yatırımların hayata geçirilmesiyle de bağlantılı. Ayrıca elektrik sisteminin esnekliğini artıracak teknolojilerden de faydalanmak gerekiyor. Burada batarya enerji depolama, pompaj depolamalı hidroelektrik santrallar ve talep tarafı katılımı gibi esnekliği sağlayacak teknolojilerden de faydalanmak gerekiyor.
– Yatırımların, büyüyen ve değişen elektrik sisteminin temeli için kritik önem taşıdığı aşikar. Bunun yanı sıra fayda maliyet analiziyle senaryolar arasında kıyaslama da yapıldı. Raporun buna dair sonuçları neler?
2030 yılına doğru giderken, yatırımların hangi üretim kaynaklarına yapılması gerektiği konusu en kritik konulardan bir tanesi. Bu çalışma kapsamında da üç ana senaryo arasında bir kıyaslama yaptık. Ne gibi faydalar sağlıyoruz ve ne gibi maliyetler söz konusu oluyor, buna baktık. Bu fayda maliyet analizlerinde de dikkat ettiğimiz noktalar oldu. Sistemin toplam karbon maliyetini hesapladık. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kesintiye uğratılma ihtiyacını dikkate aldık. Çünkü yüksek kapasitede yenilenebilir enerji devreye girdiğinde zaman zaman bunların kesintiye uğratılması gerekebiliyor. Yük-al/yük-at dediğimiz, elektrik sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlayan maliyetler söz konusu olabiliyor. Spot piyasa elektrik fiyatlarındaki değişimleri dikkate aldık. Ortalama yatırım ve işletme bakım maliyetlerini göz önünde bulundurduk. Olası kapasite mekanizmasını da gözettik ve tüm bu etkenlerin hepsi bir arada dikkate alındığında, biraz önce bahsettiğim mevcut politikalar senaryosuna kıyasla, kömür azaltım senaryosunda megawatt-saat başına yaklaşık 5,5 euroluk bir avantaj sağlandığını gördük. Ciddi bir rakam. Bildiğiniz üzere Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Sınırda Karbon Düzenleme mekanizması önümüzdeki yıllarda devreye girecek. Türkiye’nin ihracatının bu uygulamadan olumsuz etkilenmemesi için tüm enerji sisteminin ve ilgili sektörlerin karbonsuzlaşması önemli olacak. Bizim bu çalışmamızda gördüğümüz en kritik nokta sistemin karbon maliyetinin azaltılması. Çok yüksek bir potansiyel var. Daha fazla yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve elektrik sisteminden kömür santrallarının devreden çıkmasıyla megawatt-saat başına 5,5 euroluk bir fayda sağlanabilir.
– Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefine ulaşması, tüm bu konuştuklarımız içerisinde gerçekçi bir hedef olarak değerlendirilebilir mi?
Özellikle Avrupa ve diğer bölgelere kıyasla ülkemizin bu konuda şanslı olduğunu düşünüyorum. Halihazırda Türkiye elektrik sisteminde yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulu gücü, neredeyse toplam kurulu gücün yarısından biraz fazla. Aynı zamanda üretim payı da 2019 yılında %42-43 bandına kadar ulaşmıştı. Elimizdeki hidroelektrik santrallar, güneş ve rüzgar gibi kaynaklarımız çok büyük bir potansiyel sunuyor. Büyük hidroelektrik santrallar sisteme esneklik de sağlıyorlar. Diğer taraftan kullanmadığımız, henüz devreye girmeyen çok yüksek seviyelerdeki rüzgar ve güneş potansiyelimiz de mevcut. Tüm bunları dikkate alarak, bir de bunun üzerine mevcut elektrik iletim ve dağıtım sistemi altyapımızı koyarsak ki çok kuvvetli bir altyapımız var, diğer ülkelere kıyasla bu hedefe çok daha önce ulaşabileceğimizi düşünüyorum.
Burada en önemli nokta finansman olacak. Bu yatırımların hayata geçmesi için bu finansman kaynaklarına nasıl ulaşabiliriz sorusunun cevabı kritik. Bir diğer önemli konu ise düzenlemeler. Biz bu düzenlemelerle, özel sektörün ya da fonların bu yatırımların hayata geçmesi için Türkiye’ye nasıl geleceğini belirlememiz gerekiyor. Kısacası potansiyelimiz var. 2053’te net sıfır hedefine ulaşacağımızı tahmin ediyorum.
– AB, yenilenebilir enerji projelerinde yavaş ve karmaşık izinler süreçlerinin üstesinden gelmeyi hedefliyor. Türkiye’deki izin süreçleri hakkında neler söylersiniz?
Rusya-Ukrayna savaşının etkileriyle AB, karbonsuzlaşma çabaları çerçevesinde çok hızlı bir şekilde eyleme geçmeye çalışıyor. Rusya’ya olan doğalgaz bağımlığı açısından da bu çalışmalar devam ediyor. Burada en önemli kaynaklar rüzgar ve güneş. Bunun yanında da yeşil hidrojen gibi, aslında karbonsuzlaşması zor olan sektörleri karbonsuzlaştıracak teknolojilere odaklanıyorlar. Çok ciddi eylem planları sunuyorlar. Bunları da hızlı bir şekilde hayat geçiyorlar. Yenilenebilir enerji alanı da bunlardan bir tanesi. Yenilenebilirlerin bir an önce devreye girmesi için de önemli mekanizmalar ve düzenlemeler oluşturuyorlar.
Türkiye’ye dönecek olursak, bir hızlanmadan bahsedebilirim. YEKA ihaleleri burada önemli bir katkı sunuyor. Ancak yeterli mi derseniz, değil. 30 GW rüzgar ve 30 GW güneş kapasitesine ulaşmak istiyorsak çok daha hızlı olmamız gerekiyor. Burada en önemli konu bağlantı kapasiteleri. Özel sektörden aldığım duyumlar doğrultusunda bunu söylüyorum. Bağlantı kapasitelerinin verilmemesi ya da çok yavaş davranılması bir sorun. Düzenlemelere ihtiyaç var. Bunu da başarabileceğimizi ve bu konuya dair hızlı adımların atılacağını düşünüyorum.