YAZI: Doç. Dr. İzzet Arı
Küresel ısınmayı, Paris Anlaşması ile uyumlu olacak şekilde, 1.5 derece ile sınırlandırma mücadelesinin aciliyet kazanması, net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirketlerin sayısında da hızlı bir artışa sebep oldu. Bilim Temelli Hedefler İnisiyatifi’ne (Science Based Targets Initiative, SBTi) göre net sıfır emisyon hedefi bulunan şirketlerin sayısı, bir önceki yıla göre %102 artarak 4,205’e yükseldi.
Ancak bu hedeflerin küresel emisyonların azaltımına olumlu etki sağlaması, şirketlerin sıkça başvurduğu bir karbon dengeleme yöntemi olan karbon kredilerinin etkinliği ile doğrudan ilgili. Ne var ki birçok araştırma, karbon kredilerinin emisyon azaltımında etkili olmadığı gibi, gerçek karbonsuzlaşma çalışmalarını olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulunuyor.
Bugünkü koşullarda şirketler, sebep oldukları emisyonları azaltmak için kapsamlı bir yol haritası geliştirmeden de karbon kredisi satın alarak emisyonlarını dengeleyebiliyor. Bu durum, daha kapsamlı sürdürülebilirlik çalışmalarının ve iklim değişikliğiyle etkin mücadelenin önünü tıkıyor.
Bunun yanı sıra gönüllü karbon piyasaları, ciddi bir şeffaflık sorunundan muzdarip ve projelerin etkinliğini güvenilir şekilde ölçebilecek, herkes tarafından kabul gören yöntemlerin eksikliği devam ediyor. Nitekim SBTi da raporunda, tüm bu riskler nedeniyle gönüllü karbon kredilerinin net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için kabul edilebilir bir yöntem olmaktan uzak olduğunu ifade ediyor.
Giderek büyüyen bu güven sorunu, gönüllü karbon piyasalarının devamlılığını da tehdit ediyor. Net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirket ve kuruluşların sayısındaki artışa karşın gönüllü karbon piyasalarında son iki yıldır gözlenen daralma, mevcut durumun sürdürülebilir olmadığına işaret ediyor. Bu zorlukların üstesinden gelmek ve iklim değişikliği ile mücadele potansiyelini değerlendirebilmek için, gönüllü karbon piyasalarında özellikle hesap verebilirlik ve yönetişimde ciddi iyileştirmeler sağlanması gerekiyor.
Geçtiğimiz ay yayımlanan SBTi 2023 yılı İzleme Raporu, bilim temelli hedefler belirleyen şirketlerin sayısında önemli artış yaşandığını gösteriyor. Temmuz 2024 itibarıyla binin üzerinde şirketin SBTi onaylı, yani bilim temelli, net sıfır hedefleri bulunuyor.
Özel sektör şirketlerine ve finansal kurumlara emisyonlarını azaltabilmeleri için rehberlik eden SBTi; küresel iklim değişikliği ile mücadele edebilecek, sürdürülebilir iş geliştirmeyi hedefliyor. Bu kapsamda şirketlerin hedeflerinin, Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırma hedefiyle uyumlu ve bilim temelli olması gerektiğinden yola çıkıyor. Emisyon azaltım girişimlerinin şeffaf ve nesnel olmasına duyulan ihtiyaç da SBTi gibi yapıların önemini giderek artırıyor çünkü SBTi, şirketlere, neyi nasıl yapacakları konusunda önemli bir rehberlik sunuyor.
İzleme Raporu’na göre bilim temelli hedefler belirleyen şirketlerin sayısı en fazla Avrupa’da artıyor (%53). Avrupa’yı Asya (%27) ve Kuzey Amerika (%14) merkezli şirketler takip ediyor.
2023 yılında net sıfır emisyon hedefi bulunan şirketlerin sayısı ise 2022’ye kıyasla %102 artarak 4,205’ye yükseldi. Bu şirketlerin, küresel ekonominin piyasa kapitalizasyonunun %39’unu temsil etmesi, ilerleme için iyimser bir tablo çiziyor. Net sıfır emisyon hedefi bulunan 4,205 şirketin 583’ü, en geç 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı hedefliyor.
2023 yılında net sıfır emisyon hedefi belirleyen şirketlerin sayısı incelendiğinde, Japonya merkezli şirketlerin başı çektiği görülüyor. Listede Hindistan, Meksika ve Endonezya gibi gelişmekte olan ülke merkezli şirketlerin de bulunması, dikkat çekici.
Türkiye’de ise 2022 yılında yalnızca altı şirketin net sıfır hedefi bulunuyordu. Bu sayı 2023’te 16’ya yükseldi. Küresel ortalamanın üzerinde olan bu artış oranı, gelişmekte olan ülkelerde şirketlerin, emisyon azaltımında ulusal hükümetlere kıyasla daha aktif rol üstlenebileceğine işaret ediyor.
Öte yandan, emisyon yoğunluğu düşük olan ve müşteri hizmetleri gereği reklama önem veren sektörlerin, listede sayıca fazla olduğu da dikkat çekiyor. Enerji şirketlerinin listenin en sonunda yer alması, net sıfır hedeflerinin durumunu değerlendirirken nicelik kadar niteliğe de önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Hizmet sektöründe faaliyet gösteren şirketler, net sıfır hedefi bulunan şirketlerin %32,3’üne denk geliyor. Enerji sektörü ise yalnızca %1,3 ile temsil ediliyor. Bu durum aslında, hedeflerin izlenmesinde emisyon yoğunluğu yüksek sektörler için ayrı bir kategori oluşturulması gerekliliğini de beraberinde getiriyor.
Bu şirketler; kurumsal firmalar, KOBİ’ler (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) ve finansal kuruluşlar olarak ele alındığında ise KOBİ’lerin 2,253 ile en üst sırada yer aldığı görülüyor. Kurumsal firmaların sayısı 1,866 iken, finansal kuruluşlar ise 86 ile son sırada. KOBİ’lerin bilim temelli hedefler belirleme oranlarının yüksek olması, küçük işletmeler arasında sürdürülebilirlik ve iklim eylemine yönelik artan farkındalığın bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Önemli bir katılım göstermelerine rağmen kurumsal firmalar, KOBİ’lere göre geride kalıyor. En düşük katılımı finansal kuruluşların göstermesi ise, listede hizmet sektörünün başı çektiği düşünüldüğünde, kayda değer bir çelişki olarak öne çıkıyor.
Peki net sıfır emisyon hedefi bulunan şirketlerin başvurduğu önde gelen yöntemlerden karbon kredileri, emisyonları azaltma konusunda gerçekten fayda sağlıyor mu?
Emisyon azaltımı konusundaki gelişmeleri yakından takip eden Fosil Yakıtların Ötesinde‘ye (Beyond Fossil Fuels) göre karbon dengeleme yöntemleri, şirketlerin emisyonlarını azaltmada genellikle etkisiz.
Ayrıca çalışmalar, karbon dengelemenin, gerçek karbonsuzlaşma çalışmalarını da engelleyebileceğine işaret ediyor. SBTi da Temmuz ayında yayınladığı raporda, kurumsal karbon dengeleme sertifikalarının yeterli olmadığına dikkat çekti. Ayrıca şirketleri, bu gibi karbon dengeleme programlarını iklim hedeflerine dahil etme planlarını gözden geçirmeye çağırdı.
Nitekim gönüllü karbon piyasaları – her ne kadar piyasa temelli araçlar olarak potansiyel taşısalar da – kalite ve güvenilirlikleri konusunda uzun süredir eleştiriliyor.
Karbon dengeleme kredilerinin destekçileri, bu yöntemlerin maliyet etkin olduğunu savunuyorlar. Eleştirenler ise çevresel bütünlük, dağılımsal etkiler ve etik kaygılar gibi sorunlara dikkat çekiyor ve karbon dengeleme piyasasının ekonomik verimsizliğine işaret ediyor.
Karbon dengeleme projelerinde çevresel bütünlük sorununa örnek olarak, yeniden ormanlaştırma ve ormansızlaştırmayla mücadele projelerindeki durum verilebilir. Bu projelerde ormansızlaşma riskini abartılıyor ve böylelikle önlenen karbon miktarı fazla tahmin ediliyor. Böylelikle, gerçekte önlenen emisyonlardan daha fazla karbon kredisi verilmiş oluyor. Emisyon mahsuplaşmada bu kredilerin kullanılması, küresel emisyonlarda net bir artışa neden olunuyor.
Dağılımsal etkiler sorununa da yine aynı sektörden örnek verilebilir. Nitekim büyük ölçekli ağaçlandırma gibi projeler, yerel toplulukların arazi kullanımını sınırlandırarak geçim kaynaklarına zarar verebiliyor. Üstelik elde edilen karbon dengeleme sertifikaları, çoğunlukla daha zengin kuruluşların hanesine yazılıyor. Bu da karbon denkleştirmede bir dağıtımsal etki sorunu ortaya çıkarıyor.
Etik kaygılar ise şirketlerin yeşil badana pratikleriyle ilgili. Birçok şirket, kendi emisyonlarını azaltmak yerine karbon dengeleme kredileri kullanarak, çevreye, gerçekte olduklarından daha duyarlı görünebiliyorlar.
Endişe yaratan önemli noktalardan bir diğeri, dengeleme projelerinin gerçek etkisini değerlendirmeye yarayacak, güvenilir bir yöntemin eksikliği. Üstelik karbon kredileri için sağlanan fonların önemli bir kısmı, doğrudan emisyon azaltım projelerine katkı sunmak için kullanılmak yerine finansal aracılık sektörü tarafından tüketiliyor. Kamusal şeffaflık eksikliğiyle birlikte bu durum, güven sorunları yaratıyor.
Örneğin Kaliforniya’nın orman karbon dengeleme programları, sistematik olarak daha fazla kredi verdikleri gerekçesiyle eleştiriliyor. Bu programların hatalı tasarlandığı, ekolojik ve istatistiksel eksikleri olduğu ve dolayısıyla gerçek iklim faydası yaratmadığı iddia ediliyor.
Mevcut karbon yönetim modelleriyle ilgili temel bir sorun, karbon kredileri satın alarak karbon dengeleme yoluna gitmeden önce yapılması gereken emisyon azaltımlarıyla ilgili net koşullar bulunmaması.
Kısacası bir şirket, kendi sebep olduğu emisyonları azaltmak için elinden geleni yapmak zorunda tutulmuyor; bilim temelli hedefler belirlemesi veya daha geniş sürdürülebilirlik girişimlerinde nasıl bir rol oynayabileceği hakkında plan yapması gerekmiyor; doğrudan karbon kredisi satın alarak emisyonlarını kağıt üstünde düşürebiliyor.
Üstelik bazı çalışmalar, karbon dengelemenin güvenilirliğinin, genellikle gerçekçi olmayan vaatlerle desteklendiğine ve sürdürüldüğüne işaret ediyor. Buna göre, karbon dengeleme kredilerinin etkinliğine dair bilgi eksiklikleri, kendini konunun uzmanı olarak takdim eden kişilerin görüşleriyle dolduruluyor ve yöntemin güvenilirliğine dair genel kanı böylelikle sürdürülebiliyor.
Karbon yönetimine dair yapılan reform önerileri de bu gibi sorunların ve eksikliklerin giderilmesi amacını taşıyor. Hem emisyon azaltımını hızlandırmak hem de karbon dengelemenin güvenilirliğini sağlamak için daha geniş sürdürülebilirlik girişimleri ve muhasebe çerçeveleri içeren, gelişmiş bir karbon yönetim hiyerarşisi öneriliyor.
Bu hiyerarşiye göre şirketlerin ilk yapması gereken, tüm iş planlarını gözden geçirerek karbon yoğun aktivitelerden olabildiğince kaçınmanın yollarını aramak. İkinci adım, verimliliği artırmak; üçüncü adım ise karbon-yoğun enerji kaynaklarını, düşük kaynaklı alternatifler ile değiştirmek. Karbon kredileri satın almak ise, ancak bu üç adım ile önlenemeyen emisyonları dengelemek için önerilen bir son çare.
Geçtiğimiz mayıs ayında yayınlanan 2024 Gönüllü Karbon Piyasasının Durumu raporunun da ortaya koyduğu üzere küresel gönüllü karbon piyasası, 2021’de zirveye ulaştıktan sonra daralmaya başladı. İşlem hacminde %56’lık bir azalma, ortalama kredi fiyatında ise %11’lik düşüş yaşandı.
Bu azalmaların tetikleyicisi olarak, karbon kredisi projelerinin daha sıkı denetimden geçmeye başlaması gösteriliyor. Özellikle REDD+ (Ormansızlaşma ve Orman Bozulmasından Kaynaklanan Emisyonların Azaltılması) programı altındaki projelere duyulan güven eksikliği öne çıkıyor. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, bu projelere dair incelemeler, olumlu etkilerinin oldukça abartılı hesaplandığını ortaya koyuyor. Sebep olarak ise metodolojilerinin tam da bu sonucu doğuracak şekilde tasarlanması gösteriliyor.
Benzer şekilde, doğa temelli projelerin karbon kredisi metodolojilerinin doğruluğuna ilişkin tartışmalar uzun süredir devam ediyor. Bu güvensizlik de fiyatların düşüşünde beklenmedik şekilde etkili oldu. Karbon kredisi projelerinin katkısallığı (yani bir proje kapsamında sağlanan emisyon azaltımının, ancak o proje faaliyetlerinin karbon kredisinin satışından sağlanan gelirle mümkün olabilecek olması) ve yönetişimi konusunda sorunlar var. Ayrıca potansiyel kurumsal alıcıların yeşil badana (greenwashing) yaptıklarına dair eleştiriler de alıcıların yatırımlarını geri çekmesine neden oluyor.
Her ne kadar gönüllü karbon kredileri için yayınlanmış ‘temel karbon ilkeleri’ bulunsa da, net sıfır hedefine ulaşmak için karbon denkleştirmenin nasıl kullanılabileceğine dair SBTi’ın sağladığı rehberliğin yetersiz olduğu görülüyor. Bu durum, kredilerin yeterli talep görmesini engelliyor. Ayrıca gönüllü karbon piyasası genişledikçe, piyasadaki aktör sayısı, nitelikleri ve beklentileri de farklılaşıyor. Bu durum da karbon kredilerinin fiyatını ve hacmini aşağı yönlü baskılayan bir diğer unsur.
Gönüllü karbon piyasalarında sistematik olarak gözlenen fazla kredi verme veya arz fazlası oluşturma sorunu; net sıfır emisyon hedefi belirleyen bunca ülke, şirket ve kurumsal yapı varken ortaya çıkmaması gereken bir durumdu.
Paris Anlaşması’nın karbon kredilerine ilişkin 6. Maddesi ile uyumlu olmak, çevresel bütünlüğü korumak ve çifte sayımdan (bu, tek bir karbon kredisinin birden fazla kuruluş tarafından sahiplenilmesi sonucu ortaya çıkan muhasebe hatası ve eksikliği olarak özetlenebilir) kaçınmak, gönüllü karbon piyasalarının etkili ve güvenilir olması için büyük önem taşıyor. Bunu sağlayabilmek için ise daha sıkı ve herkes tarafından anlaşılabilir yönergeler oluşturulması gerekiyor. Sistemin etkin bir şekilde çalışabilmesi için hesap verebilirlik ve yönetişimde önemli iyileştirmelere ihtiyaç var.
Tüm eleştirilere karşın gönüllü karbon piyasaları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, önemli iklim eylemlerini teşvik etme potansiyeli taşıyor. Tamamlayıcı proje türleri ve metodolojiler sunarak kritik bir rol oynayabilir ve net sıfır hedeflerine ulaşmak için herkesi sürece dahil edebilir. Böylelikle, devletlerin iklim eylemlerini tamamlayıcı bir rol üstlenebilir. Ancak bu zorlukların üstesinden gelmek ve potansiyelini değerlendirmek için küresel ölçekte sağlam politika desteğine ve yenilikçi çözümlere acil olarak ihtiyacı var.
Aksi halde, gönüllülük esasına dayanan gönüllü karbon piyasaları ve kurumsal karbon dengeleme sertifikaları, varoluşsal bir mücadeleyle karşı karşıya kalabilir. Bu durum, bu piyasaların geleceği ve etkisi konusunda ciddi sorgulamalara neden olabilir.
Brezilya hükümeti, Birleşmiş Milletler ve UNESCO iklim eylemini geciktiren ve raydan çıkaran dezenformasyon kampanyalarına yönelik…
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret eden Thunberg, eş başkan Bucak ile iklim değişikliği ve küresel ısınmanın…
175 ülkeden delege Pazartesi günü Güney Kore'nin Busan kentinde, plastik kirliliğini azaltmaya yönelik uluslararası bir…
Ülkeler 2 haftalık müzakereler boyunca başta iklim finansmanı olmak üzere birçok farklı konuda derin fikir…
İklim STK’ları, Türkiye’nin COP29’da kömürden çıkış tarihi vermediği gibi nükleer enerji kapasitesini artırmayı hedefleyerek enerjide…
Suudi Arabistan ve diğer fosil yakıt üreticisi devletler, başta fosil yakıtlardan uzaklaşma kararı olmak üzere,…