Çevre Mühendisleri Odası’nın 31 Mayıs 2011‘de Hopa’da HES karşıtı mücadelede yaşamını yitiren Metin Lokumcu’nun ölüm yıl dönümünü ve Gezi Direnişinin başlangıç gününü referans alarak ilan ettiği 31 Mayıs-5 Haziran “Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası” kapsamında 2023 İstanbul Çevre Durum Raporu’nu yayınladı.
Raporu Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube’sinde Yönetim Kurulu Sekreteri Zeynep Karamanlı sundu. Raporda İstanbul’un en önemli üç çevre sorunu su kirliliği, atık yönetimi ve hava kirliliği olarak sıralandı.
Raporda Yale Üniversitesi tarafından yayımlanan raporlarda Türkiye’nin, Çevresel Performans Endeksinde 180 ülke arasında 172. sırada, Ekosistem Canlılığında 176. Sırada, İklim değişikliği azaltılmasında 166. sırada yer aldığı ifade edilirken 10 yıllık değişim trendinin olumsuz yönde devam ettiği, İstanbul’da 2013 yılında başlayan 3.Köprü, Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Havalimanı gibi 31 adet ekolojik yıkım projesine başlandığı ve bu sürecin sürdüğü vurgulandı.
İSKİ tarafından tüketilen elektrik enerjisinin yaklaşık yüzde 75’lik kısmının içme suyu tesislerinde kullanıldığı ve kente uzak havzalardan su temininin enerji tüketimini dolayı ile maliyeti artırdığı, kent içi havzaların yapılaşmaya açılmasının, İstanbul’u başka kentlerin su havzalarına muhtaç hale getirdiği ve suyun yüksek maliyetinin kent halkına yüklendiği vurgulanan raporda, Melen Barajı’ndaki gecikmenin ise kentin su riskini daha da arttırdığı söylendi.
Raporda bu risklere karşı, su yönetimlerinin kent içi havzaların korunmasının sağlanması, yapılaşmanın önüne geçilmesi, su toplama havzalarını genişletmesi, kent içi derelerin temizlenerek su kaynağı haline dönüştürülmesi önerildi.
İstanbul’da atık su tesislerinde atık suyun sadece fiziksel olarak içindeki iri ve çökelebilen katı maddelerden ayrıldığı fakat biyolojik arıtma işleminin gerçekleştirilmediğinin altı çizilen raporda; “İstanbul’dan kullanımdan kaynaklanan evsel atık sularda Karbon, Azot ve Fosfor kirleticilerinin bulunduğu ve bütün atık suların Marmara denizine deşarj edildiği ifade edilerek, “Kentte bulunan atıksu arıtma tesislerinin yüzde 50-55’i ‘Ön arıtma’, ‘Biyolojik Arıtma’ ve ‘Hızlı Aktif Çamur Sistemi’ olup organik kirleticileri yeterli oranda arıtacak nitelikte değildir. Bu durum Marmara denizinde kirletici baskıları arttırmaktadır. Atıksu yönetimleri Karbon, Azot ve Fosfor arıtımını gerçekleştirecek İleri Biyolojik Atıksu arıtma tesis yapımına bir an önce başlamalıdır” denildi.
Kent içinde toplanan 4.5 ton evsel katı atığın ise 65-70 km yol katedilerek depolama sahasına iletildiği, bu durumun maliyeti yükselttiği ve yakıt tüketiminden kaynaklanan kirleticilerin insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği vurgulananan İstanbul’un atık yönetimindeki problemler raporunda, “Yakma tesisinin yapılmasında katı atık miktarında azalma meydana getirerek düzenli depolama için alan ihtiyacını azaltmak ve katı atık nakliye maliyetlerini en aza indirmek amaçlansa da yakma işlemi sonucu bacadan çıkan gazın canlı yaşamına etkisi, hâkim rüzgârlar ile yayılma alanları, kazan tabanından depolama alanına götürülecek kül ve cürufun miktarı dikkate alındığında, atık yakma tesislerinin atık yönetimi için bir bertaraf yöntemi olarak kabul edilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Tesisin bulunduğu alan Kuzey Ormanları içinde olması ise durumu daha tehlikeli hale getirmektedir” şeklinde yer aldı.
Raporda, İstanbul’un mevcut atık yönetim biçiminin atıkların açığa çıkardığı sorunları bertaraf etmek üzerine kurulmuş olduğu belirtilerek planlamanın atık üretimini önleyecek faaliyetlerden oluşması, tüketim alışkanlıklarını değiştirici/azaltıcı proje ve politikaların hazırlanması gerektiği ifade edildi.
İstanbul’da en önemli altıncı çevre kirliliği olan toprak kirliliğinin başlıca nedenlerinin sanayileşmeye, nüfusun artmasına bağlı olarak çarpık kentleşme ve tarım arazilerinin uygunsuz kullanımı, Kanal İstanbul gibi projelerle verimli arazilerin yok edilmesi olduğu ifade edilen raporda şu önerilerde bulunuldu; “İstanbul’daki kirli toprakların iyileştirilerek tekrar kullanılması ekolojik dengeyi korur. Kirliliğin iyileştirilmesi ve temizlenmesi için ilk olarak toprağın yerinde arıtımı, eğer mümkün değilse yerinden alınarak arıtımı sağlanarak toprak yapısının korunması gerekmektedir. İstanbul’da kirlenmiş topraklarda yapılacak uygun arıtım ve iyileştirme yöntemleri ile birlikte temiz bir toprak ekosistemi oluşturulması sağlanmalıdır.”
Raporda, DSÖ’nün çok ciddi bir sağlık sorunu olarak ifade ettiği hava kirliliğinde ise en temel hava kirliliği parametrelerinden biri olan PM10 için dahi İstanbul’da yapılan ölçümlerde solunamayacak bir hava ile karşı karşıya kalındığının, bu tablonun İstanbul’da günlük yaşamda dahi maske takılarak yaşanması gerektiğini ve akciğer hastalıklarının temelinde solunan havanın var olduğunu gösterdiğinin altı çizildi. PM2,5 için ise Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği’nde herhangi bir ulusal limitin bulunmadığı hatırlatıldı.
2022 yılında İstanbul hava kalitesinin iyileştirilmesi yönündeki çalışmaların yapılmadığı, İstanbul’daki hava kirliliğini tanımlayacak pek çok parametreye ait verilerin bulunmadığı ifade edilen raporda, “Yorum yapacak yeterli veriye sahip olamasak da, en genel anlamı ile eldeki ölçümler İstanbul’da sağlıklı bir yaşam için solunamayacak bir havanın var olduğu göstermektedir” denildi.
Plansız kentleşme sonucunda İstanbul’da gürültü kirliliğinin canlı yaşamını tehdit eder boyutlara ulaştığı vurgulanan raporda çözüm olarak şu öneriler yapıldı; “Gürültü kirliliği ile mücadele çok boyutlu olmakla birlikte öncelikle, mevzuatın, gürültüye neden olan faaliyetlerin önünü açacak değil, gürültü kaynağında gerekli önlemlerin alınmasını sağlayacak şekilde düzenlenmesidir. Bu konuda gerekli planlamalar halkın katılımı ile yapılmalı ve kentsel dönüşüm projelerinde konut alanlarında faaliyet göstermesine izin verilecek işyerleri belirlenirken gürültü kirliliği mutlaka göz önünde tutulmalıdır.”
Raporda, mega projelerin en fazla etkisinde şehir olan İstanbul’da ise kamu özel işbirliği içerisinde gerçekleşen mega projeler nedeniyle devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, madenlerin, akarsuların, göllerin, denizlerin, kıyıların, dağların ve benzeri kamusal mülkün özel sektöre kullandırıldığı; kentin su havzalarında, ormanlarında denizlerinde mega projelerin etkisi altında bir kısmının geri dönüşü olmayan ekolojik tahribata uğradığı ifade edildi.
Raporda, önümüzdeki yıllar içerisinde gerçekleşeceği beklenen İstanbul depremi için ise “Olası İstanbul depreminde yaklaşık 90 bin konutun yıkılacağı ve oluşacak atık miktarının 50 -100 milyon ton arasında olması beklenmektedir, bu atıkların bertarafı için ise 30-50 milyon m³ boyutunda depolama sahasına ihtiyaç duyulacaktır. İstanbul’da meydana gelecek olası bir depremin, en az can kaybı ile afete dönüşmeden yönetilmesi bilimsel teknik planlamalar ile mümkündür. Afet Yönetmeliklerinde belirtilenler ve dünyadaki diğer ülke deneyimleri de dikkat alınarak kamu yönetimleri tarafından deprem planlaması yapılmalıdır. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi meslek disiplini kapsamında, İstanbul depreminin yönetimi ile ilgili çalışmalarda kamu yönetimleri ve kent halkının yanında yer alacaktır” ifadeleri kullanıldı.
Hava kirliliği ile fiziksel rahatsızlıklar arasındaki bağ üzerine daha önce birçok araştırma yapılmıştı. Ancak yeni…
Küresel kömür talebinin bu yıl rekor seviyeye ulaşmasının ardından 2027'ye kadar yatay bir seyir izleyeceği…
Türkiye’de 10 kentte enerji şirketlerinin projeleri için acele kamulaştırma kararı verildi. Niğde, Ankara, İstanbul, Sakarya,…
Dünyanın ortalama sıcaklığının orta vadede 1,5 dereceden öte 2 dereceyi de geçebileceğini belirten Prof. Dr.…
Karbon emisyonları azaltımı hedeflerini açıklayan Kanada hükümeti, resmi danışma kurulunun tavsiye ettiği miktarın altında bir…
Türkiye’de son yıllarda birçok göl ve su kaynağında yaşanan kuraklık, Salda Gölü'nde de derinden hissediliyor.…