IPCC, 6. Değerlendirme Döngüsü’nün (AR6) sentez raporunu 20 Mart’ta yayımlayacak. Rapor, iklim değişikliğinin mevcut durumunu ve 2030 ile 2040 arasındaki kısa vadeli yanıtları ve uzun vadeli iklim ve kalkınma etkilerini içerecek.
İklim biliminden sorumlu BM kuruluşu, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 13 Mart’ta başlayan ve 19 Mart’a kadar devam edecek yüz yüze bir genel toplantının ardından 20 Mart 2023’te 6. Değerlendirme Döngüsü’nün (AR6) son raporunu yayımlayacak. Sentez raporda üç Değerlendirme Raporu (Fiziksel Bilim Temeli, Etkiler, Uyum ve Kırılganlık ve İklim Değişikliği Azaltım) ve önceki üç Özel Rapordan (1,5C Küresel Isınma, İklim Değişikliği ve Arazi, Değişen İklimde Okyanus ve Kriyosfer) en son bulgular ele alınacak. Sentez Raporu iklim değişikliğinin mevcut durumunu ve iklim değişikliğindeki trendleri, 2030 ile 2040 arasındaki kısa vadeli yanıtları ve uzun vadeli iklim ve kalkınma etkilerini içerecek.
Altıncı Değerlendirme raporlarının sonuncusunun yayımlama hazırlıkları kapsamında Zero Carbon Analytics ise bir brifing hazırlayarak, Özel ve Çalışma Grubu Raporlarından önemli konuları özetledi.
1. İklim değişikliği Her Yerde!
İklimin insan faaliyetlerinin bir sonucu olarak değişerek insanların refahı, toplumlar ve doğal yaşam için tehdit oluşturduğuna dair bilimsel konsensüsü tarif etmek için WG1 ve WG2’de “tartışmasız” terimi kullanıldı. İnsan faaliyetleri, en azından son 2.000 yıldır görülmemiş bir hızda iklimi ısıttı ve son 10 yıl, 125 bin yıldır görülen en sıcak 10 yıl oldu. Dünya genelinde olağanüstü hava olaylarının sıklığı ve şiddetinde artış olduğuna ilişkin kanıtlar var. İklim değişikliğinin fiziksel etkileri önemli zararlara ve bazı durumlarda geri döndürülemez kayıplara neden oluyor. Bilimsel bilgideki ilerlemeler, bu zararların artık insan kaynaklı iklim değişikliğine isnat edildiği anlamına geliyor.
İklim değişikliği aşırı sıcaklık, şiddetli yağmur, kuraklık ve yangınları daha yoğun ve sık hale getiriyor. Artan sıcaklıklar buz tabakasında, buzullarda ve kar örtüsünde devasa kayıplara neden oluyor, deniz seviyesinin yükselmesini, okyanus asitlenmesini ve yoğun tropik siklonları tahrik ediyor. ,Bazı toplumlar ve dünyanın doğasının bazı kısımları şimdiden, uyum sağlayabilecekleri sınırları aşan geri döndürülemez risklerle karşı karşıya kalıyor. Dünyanın her tarafından insanlar iklim değişikliğinin fiziksel ve zihinsel sağlık üzerindeki etkilerine maruz kalıyor, ancak bir fırtına, kuraklık veya selin, en savunmasız bölgelerdeki insanları öldürme olasılığı 15 kat daha fazla.
İklim değişikliği gıda üretimini ve ulaşılabilirliğini vurarak, özellikle dünyanın en fakir bölgelerinde, milyonları aşırı gıda güvensizliğine maruz bırakıyor. Kuraklık ve seller insani krizler kötüleştirerek insanları yurtlarından etmekte ve şiddetli çatışmaları daha da körüklüyor.
Toprak, Okyanus ve Kriyosfer Hakkında Özel Rapor ve WG2 raporu, iklim değişikliğinin ekonomik zarara neden olduğunu, özellikle tarım, balıkçılık, ormancılık, turizm ve dışarıda çalışanların emek verimliliğini etkilediğini açıkça ortaya koyuyor. Tropik siklonlar gibi aşırı hava olayları, kısa vadeli ekonomik büyümeyi düşürüyor.
Bu etkiler giderek daha karmaşık ve yönetilmesi zor bir hal alıyor. Aşırı hava olaylarının etkileri art arda geliyor; orman yangınları doğaya, insanlara, altyapıya ve ekonomiye zarar veriyor. Ekonomiler ve toplumlar sınırlarla korunmazken tedarik zincirleri ve doğal kaynak akışları iklim değişikliğinin tahrik ettiği ekstrem olaylar nedeniyle kesintiye uğruyor.
İklim değişikliğinin doğal yaşama verdiği zarar, daha önce belirlenenden çok daha büyük. Araştırma yapılan tüm türlerin yarısı, yaşam alanlarını değiştirmiş ve artık pek çoğunun nesli yerel olarak tükendi. Bazı türlerin nesli, iklim değişikliği nedeniyle tümüyle tükendi. Aşırı sıcaklıklar kitlesel hayvan ve bitki ölümlerine, ekosistemlerin geniş çapta bozulmasına neden oluyor.
2. Fosil Yakıtlara Bağımlılık İklim Değişikliğinin Ana Nedeni
Fosil yakıt tüketimine dayalı insan faaliyetleri, endüstriyel süreçler, toprak kullanımındaki değişiklik ve ormancılık, iklim değişikliğinin nedeni olan seragazı (GHG) emisyonlarının, sanayi öncesi zamanlardan beri dramatik bir şekilde artmasına yol açtı; 2010-2019 arasındaki emisyonlar daha önceki tüm yıllara göre daha yüksek oldu. Seragazları arasından CO2, bugüne kadar kaydedilmiş ısınmaya en çok katkıda bulunan gaz olurken, onu metan izledi.,
2019’da insan kaynaklı tüm CO2 emisyonlarına kömürün katkısı %33 olurken bunu petrol (%29) ve gaz (%18) takip etti. Kamusal ve özel finansman fosil yakıtlara akmayı sürdürmekte ve dolayısıyla GHG emisyonları, en hızlı ulaştırma ve sanayi olmak üzere tüm sektörlerde ve alt sektörlerde artmaya devam ediyor. 2019 ile 2020 arasında fosil yakıt yatırımları, iklim değişikliği uyum ve azaltıma yapılan yatırımlardan daha fazla oldu. Enerji sektöründe fosil yakıtla ilgili yatırımlar, ortalama olarak yılda 120 milyar dolar oldu. Ortalama 650 milyar dolar petrol arzına yatırım yapılırken kömür arzına 100 milyar dolar yatırım yapıldı. Karşılaştırmak gerekirse uyum için gerçekleşen küresel kamu finansmanı 46 milyar dolar oldu.
Fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı azaltmaya yönelik geciken iklim eylemi, kısmen iklim bilimini baltalayan ve risk ile aciliyeti göz ardı eden retorik ve yanlış bilgi üretmeye dönük ortak çabaların bir sonucu. Bu, iklim değişikliği üzerindeki insan kaynaklı etkinin bilimsel kesinliğine rağmen, yanlış bilgi ve iklim değişikliği biliminin politize edilmesinin kamusal ve siyasi alanlarda kutuplaşma yarattığı ABD için özellikle doğru.
Mevcut iklim krizine en az neden olan insanlar muhtemelen en savunmasız ve en az uyum sağlayabilecek insanlar olacak. Hane halklarının en zengin %10’u, küresel GHG emisyonlarının yaklaşık %36 ila %45’ine neden oluyor. En zengin %10 hane halkının yaklaşık üçte ikisi gelişmiş ülkelerde yaşıyor. Ancak artan şiddetli yağmurlar, tropik siklonlar ve kuraklık, özellikle daha savunmasız ve uyum sağlama yeteneğinin daha az olduğu yerlerde daha fazla insanı evlerini terk etmeye zorlayacaktır.
3. Mevcut Politikalar “Yaşanabilir bir Gelecek Sağlama Fırsatını” Kaçırıyor
WG2 raporunda yaşanabilir bir gelecek sağlamak için kısa ve hızla kapanan bir fırsat penceremizin olduğu vurgulandı. Acil, etkili ve adil bir azaltma olmadan, iklim değişikliği dünyanın her yerinden insanların sağlığını ve geçim kaynaklarını, ekosistem sağlığını ve biyolojik çeşitliliği giderek daha fazla tehdit ediyor.
Ancak WG3 raporunda, COP26 öncesinde hükümetler tarafından yapılan ulusal taahhütlerin ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırma hedefiyle tutarsız olduğu ve muhtemelen 2100 yılına kadar 2,8 derece küresel ısınmaya yol açacağı ifade ediliyor. Hem WG1 hem de WG3 raporunda, en iddialı emisyon azaltma senaryosunda bile, küresel ısınmanın 2030 yılına kadar 1,5 dereceye ulaşma ve tekrar düşmeden önce 1,6 dereceyi aşma ihtimalinin, olmama ihtimalinden daha yüksek olduğu konusunda mutabık kalındı.
Emisyonlar mevcut politikaların gösterdiğinden daha hızlı kesilmezse, ortaya çıkan ısınma, insan ve doğal sistemler üzerinde çok çeşitli risklere yol açacak.
Gıda üretimi ve gıda güvenliği, deniz seviyesinin yükselmesinin yanı sıra giderek artan şiddet ve sıklıkta sıcak hava dalgaları, kuraklıklar ve sellerle birlikte az miktarda ilave ısınma nedeniyle bile tehdit altında olacak. Sıcaklık 1,5 derece üzerinde arttıkça, başlıca gıda üreten farklı bölgelerde mısır mahsullerinde eş zamanlı kayıp riski artarak küresel mısır tedarik zincirlerini tehdit edecek ve riskler daha fazla ısınmayla birlikte artacak. Isınma 2 dereceye ulaşırsa pek çok bölgede temel gıda ürünlerini yetiştirmek artık mümkün olmayacak.
Daha aşırı hava olayları ve sıcak hava dalgalarından dolayı hastalık, erken ölüm ve hastalıkların yayılmasında önemli artışlar yaşanacak.
Dünya ısındıkça su mevcudiyeti giderek artan bir baskıyla karşılaşacak. 1,5 derece üstü ısınmada, Küçük Ada devletlerinde ve buzullar ile karın erimesine bağımlı bölgelerde yaşayan insanların tatlı suları yetersiz olabilecek. Bu durum, sürekli sıcaklık artışı ile hiçbir uyumun katlanılmaz riskleri engelleyemediği, uyum açısından zor sınırlara ulaşılabileceğini gösteriyor.
İklim değişikliğinin etkileri, gittikçe daha tehlikeli sonuçlarla birlikte birbirleriyle ve diğer risklerle giderek daha fazla etkileşime girecek. Örneğin, artan sıcaklık ve kuraklık birlikte gıda üretimine zarar verecek ve tarımsal verimliliği azaltacak, dolayısıyla gıda fiyatları yükselecek ve çiftçilerin gelirleri azalarak özellikle tropik bölgelerde daha fazla yetersiz beslenme ve ölümü tetikleyecek.
Deniz seviyesinin yükselmesi, kıyı ekosistemlerinin kaybına, yeraltı sularının tuzlanmasına, sellere ve kıyı altyapısının zarar görmesine yol açarak insanların geçim kaynakları, sağlıkları, refahları, gıda bulunabilirliği, su kaynakları ve kültürleri için risk oluşturacak. Yükselen denizler artan fırtına dalgası ve şiddetli yağmurla birleşerek selleri kötüleştirdiğinde bileşik hasarlar oluşacak.
Sıcaklık artışı 1,5 dereceyi geçerse, atmosferden karbondioksiti uzaklaştıracak önlemlerle daha sonra sıcaklıklar düşürülse bile tüm ekosistemler geri döndürülemez bir şekilde kaybolacak. Kutup, dağ ve kıyı ekosistemleri özellikle savunmasız. Bazı sıcak su mercan resifleri, kıyı sulak alanları, yağmur ormanları ve kutup ve dağ ekosistemleri dahil bazı ekosistemler şimdiden uyum sınırında.
Benzersiz ve tehdit altındaki türler için nesli tükenme riski, sıcaklık artışı 3 dereceye kadar devam ederse, 1,5 dereceye kıyasla en az 10 kat daha fazla olacak, ancak bu daha düşük ısınma seviyesinde bile, karasal türlerin %3 ila %14’ü çok yüksek nesli tükenme riski ile karşı karşıya kalacak. Amazonlar ve bazı dağlık bölgeler, ısınmanın 2 derece ve üzerine çıkması durumunda geri dönüşü olmayan ciddi biyolojik çeşitlilik kaybıyla karşı karşıya kalacak.
İklim değişikliğinden kaynaklanan küresel ekonomik zararlar, daha fazla sıcaklık artışıyla artacak, en çok yoksul ülkeler etkilenecek ve maliyetler önceden tahmin edilenden daha yüksek olabilecek. İklim değişikliğinin etkileri ulusal ekonomik büyümeyi azaltabilir ve devlet maliyesini etkileyebilir.
4. Küresel Isınmayı Sınırlandırmak için Acil, Dönüştürücü Değişime İhtiyaç Var
Isınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için, enerji üretiminde fosil yakıtlara olan bağımlılığımızı büyük ölçüde azaltmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak yaygın elektrifikasyona geçmek üzere siyasi ve finansal kararlara uyum ve azaltmayı entegre eden koordineli, adil eylemlere ihtiyacımız var. Elektrik üretim şeklinin değiştirilmesi, enerji sistemimizi dönüştürmede özellikle önemli ve ısınmayı 1,5 derece ile sınırlayan senaryolarda (aşım olmadan veya sınırlı aşımla), elektrik sektörü 2045 ile 2055 arasında küresel olarak net sıfır CO2 emisyonuna ulaşıyor. Bu senaryolarda, elektrik arzı (2019’daki %20’ye kıyasla) 2050 yılına kadar nihai enerji kullanımının %48 ila %58’ine yükseliyor. Tüm enerji talebinin yaygın şekilde elektriğe dönüştürülmesi, CO2 emisyonu yapmayan yenilenebilir elektrik sistemlerine geçilmesi ile birlikte, daha sağlıklı ve temiz hava gibi yan faydalar sağlayacak.
Küresel kömür, petrol ve gaz [karbon tutma ve depolama (CCS) olmadan] kullanımı, ısınmayı 1,5 derece ile başarılı bir şekilde sınırlayan yöntemlerle 2050’ye kadar sırasıyla %100, %60 ve %70 azaltılacak. Aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmazsa mevcut ve planlanan fosil yakıt altyapısı (CCS olmadan), ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılmasını imkansız hale getirecek. Ayrıca metan emisyonlarında güçlü, hızlı ve devamlı azaltmalara ihtiyaç duyuluyor. Modeller, net bir soğutma etkisi yaratmak için metan emisyonlarının 2030 yılına kadar üçte bir oranında azaltılması gerektiğini gösteriyor.,
2030 yılına kadar hızlı ve daha keskin kısa vadeli sera gazı emisyonları azaltımı, uzun vadede karbondioksit gidermeye (CDR) daha az bel bağlanmasına yol açacak, ancak muhtemelen azaltılması zor sektörlerden kalan sera gazı emisyonlarını dengelemek için bir miktar CDR’ye ihtiyacımız olacak.
CDR, özellikle daha yüksek ısınma seviyelerinde bir “hiçbir ceza ödemeden kurtulma yolu” değildir, çünkü kara ve okyanus yutaklarının karbon tutma yeteneği yüksek sıcaklıklarda büyük ölçüde azalacak. Ayrıca CDR’nin mevcut ekosistemleri koruma yeteneği sınırlıdır. Sıcaklık artışı 1,5 dereceyi geçerse, atmosferden karbondioksiti uzaklaştıracak önlemlerle daha sonra sıcaklıklar düşürülse bile tüm ekosistemler geri döndürülemez bir şekilde kaybolacak (kutup, dağ ve kıyı ekosistemleri ve buz tabakası ve buzul erimesinden etkilenecek bölgeler dahil).
İklim değişikliğine uyum artıyor ve riskleri azaltmanın yanında birçok fayda sağlayabilir. Ancak emisyonlar ne kadar yavaş kesilirse, kayıplar ve zararlar o kadar artacak ve insanlar, toplumlar ve doğa giderek uyum sınırlarına ulaşacak. Uyum, iklim değişikliğinden kaynaklanan tüm kayıp ve zararları engelleyemez.
Uyum halihazırda iklim değişikliğinden kaynaklanan riskleri azaltmak için yetersiz. Şimdiye kadarki uyumun çoğu parçalı, küçük ölçekli, artımlı ve mevcut etkiler ile yakın vadeli risklere duyarlı oldu. Son zamanlarda iyileştirilmiş olsa da, uyuma yönelik uluslararası finansman eksikliği, dünya genelinde ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamalarını engelliyor.
Ancak WG2’nin açıkladığı gibi, kötü yürütülen uyum, özellikle tek sektörlere, tek risklere odaklandığı veya kısa vadeli kazanımlara öncelik verdiğinde ciddi sorunlara neden olabilir ve mevcut eşitsizlikleri sürekli kılabilir. Bu durum, uyumsuzluk olarak bilinir.
5. Bir Takım İlerlemeler Kaydediliyor
WG3 raporu, 2030 yılına kadar tüm sektörlerde küresel seragazı emisyonlarını birlikte yarıya indirebilecek azaltım seçeneklerinin mevcut olduğunu açıkça ortaya koydu. Giderek daha fazla ülke, elektrikli araçların, ısı pompalarının ve diğer akıllı, emisyonsuz uygulamaların benimsenmesini hızlandıran ucuz yenilenebilir enerji kaynaklarının yükselişinden faydalanıyor.
2010-2019 yılları arasında, güneş enerjisi (%85), rüzgar enerjisi (%55) ve lityum-iyon pillerin (%85) birim maliyetlerinde sürekli düşüş ve bunların kullanımında büyük artış oldu; örneğin güneş enerjisi kullanımında en az 10 kat ve elektrikli araç kullanımında en az 100 kat artış oldu. Güneş panelleri, karada ve denizdeki rüzgar türbinleri artık birçok yerde seviyelendirilmiş enerji maliyeti konusunda fosil yakıtlarla rekabet edebiliyor ve bazı ülke ve bölgelerdeki elektrik sistemleri şu anda ağırlıklı olarak yenilenebilir enerji kaynaklarıyla çalışıyor. Elektrik şebekelerinde büyük ölçekli batarya depolaması giderek daha uygulanabilir hale geliyor.
Elektrikli araçlar, içten yanmalı motorlara karşı giderek daha rekabetçi hale gelmekte olup pek çok ülkede 2020 yılına kadar çift haneli pazar payına ulaşarak otomobil sektöründeki en hızlı büyüyen segmenti oluşturuyor. Toplu taşımanın elektrifikasyonunun, toplu taşımayı karbondan arındırmak için uygulanabilir, ölçeklenebilir ve uygun fiyatlı bir seçenek olduğu kanıtlandı.
Ayrıca, iklim politikasının emisyonları azaltma üzerinde olumlu bir gerçek dünya etkisi yaratmaya başladığına dair kanıtlar da vardır, örneğin:
- En az 18 ülke, 10 yılı aşkın süredir üretime dayalı seragazı ve tüketime dayalı CO2 emisyonlarını azaltmayı sürdürüyor.
- 2020 yılına kadar, küresel seragazı emisyonlarının %20’den fazlası karbon vergileri veya emisyon ticaret sistemleri kapsamına alındı, ancak kapsam ve fiyatlar, derin azaltma sağlamak için yetersiz kaldı.
- 2020 itibarıyla küresel emisyonun %53’üne neden olan 56 ülkede, seragazlarının azaltılmasına odaklanan doğrudan iklim yasaları var ve iklim davaları artış gösteriyor.