Kaliforniya’nın Los Angeles vilayetinde devam eden ve tarihin en yıkıcısı olarak tarif edilen yangınlarda beş kişi yaşamını yitirdi, aralarında evlerin de bulunduğu iki binden fazla bina ise tamamen yandı veya hasar gördü. Bölgede yaşayan yaklaşık 130 bin kişi tahliye ediliyor.
Palisades Yangını, Malibu ve Santa Monica şehirleri arasında, Belgrad Ormanları’ndan 1,3 kat daha büyük bir alanda hızlı yayıldı. Salı günü akşam saatlerinde çıkan Eaton Yangını’nda ise New York’taki Central Park’ın yaklaşık 12 katı büyüklüğünde bir alan yandı; üç kişi hayatını kaybetti. Ardından Çarşamba akşamüstü, Hollywood Tepesi’nde Sunset Yangını başladı. Yangınların sebep olduğu ekonomik hasar, en az 50 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.
Devam eden yangınlarla ilgili görüşlerine başvurduğumuz, Oregon Eyalet Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapan ve yangın yönetimi alanında uzmanlaşan Doç. Dr. Okan Ürker, iklim değişikliği nedeniyle, özellikle Akdeniz tipi ekosistemlere sahip yangın coğrafyalarında, yangınların sayısının ve şiddetinin arttığını belirtiyor. Kaliforniya gibi birçok eyalette, katastrofik yangınların ‘‘yeni normal’’ haline geldiğini aktaran Ürker, agresif yangın söndürmeye dayalı yangın yönetiminin yetersiz kaldığına ve hatta ters etki yaptığına dikkat çekiyor.
‘‘Şu an kış döneminde gerçekleşen yangınların yıkıcı hale dönüşmesinin en büyük nedenlerinden biri, 2024 yılı boyunca Kaliforniya’da yakıt yükü tedbirlerine gerekli bütçenin ayrılmamış olması,’’ diyen Ürker, Kaliforniya’nın yangınla mücadeleden sorumlu birimi CalFire’ın bütçesinin 10 yılda 1,7 milyar dolardan 3,7 milyar dolara çıktığına dikkat çekiyor.
“CalFire halihazırda yangınla mücadeleye neredeyse sınırsız kaynak ayırıyor. Ne var ki bu kaynağı baskın olarak yangını söndürmeye ayırıyor. Bu nedenle de yakıt yükü her geçen gün artıyor ve sorun daha girift bir hâl alıyor” diyen Ürker, yangının bütüncül yönetimine doğru bir dönüşüm gerektiğini vurguluyor.
Şu anda Oregon Eyalet Üniversitesi’nde Misafir Öğretim Üyesi olarak görev yapan, Çankırı Karatekin Üniversitesi Çevre Sağlığı Programı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Okan Ürker’in Kaliforniya’da devam eden yangınlarla ilgili İklim Masası’na yaptığı değerlendirmeleri şu şekilde:
‘‘Yangınlar, doğada milyonlarca yıllık süreçte yangına adapte olmuş ekosistemler için hayatı bir ihtiyaç iken, yangını pek fazla deneyimlememiş ekosistemler için yıkıcı olabiliyor. Ancak son yıllarda, yangına uyum sağlamış ekosistemlerde de yangın rejimlerinde şiddetlenme eğilimi var. İklim değişimi ile insan faktörünün kümülatif etkisinin bir sonucu olan bu değişim; habitat mozaiklerini ortadan kaldırıyor, meşcere çeşitliliğini azaltıyor, toprak tohum bankaları ve sürgün verme gibi yenileme stratejilerini sekteye uğratıyor.
Ülkemiz gibi Kaliforniya da Akdeniz tipi ekosistemlere sahip. Bunlar gibi birçok yangın coğrafyasında yangınlar, küresel iklim değişikliğinin yarattığı trendler nedeniyle, hem sayıca hem de şiddet bakımından artış eğilimi gösteriyor. Doğadaki canlı ve cansız varlıkların uyum kapasitelerini sekteye uğratan bu yeni durum, kompleks ve katastrofik sonuçlar doğuruyor.
Şunu da eklemek gerekiyor: Bir yangının başlayabilmesi için oksijen, yakıt ve ısı gerekir. Doğal koşullarda yıldırımlar, ana ısı kaynağı görevini görüyordu. Ancak günümüzde yangınların neredeyse %90’ı insan kaynaklı çıkıyor. İnsan nüfusunun aşırı artmasının yanı sıra bu nüfusun giderek insan-doğa veya kent-kır ara yüzeylerinde sıkışmaya başlamış olması, yangınların da daha fazla sayıda ve noktada çıkmasına yol açıyor.
Kaliforniya yaklaşık 30 yıldır, “mega” veya “giga” yangınlar olarak bilinen, çok geniş alanlarda etkili olan büyük yangınlar çağına girmiş durumda. Bunun yanı sıra yıl boyunca, yerleşim birimlerinin yakınlarındaki daha küçük alanlarda yaşanan, ancak yıkıcı etkisi çok daha yüksek olan katastrofik yangınlarla da mücadele etmeye başladı.
Örneğin son iki aydır eyaletin güneyindeki Malibu ve Santa Barbara’da, son bir haftadır ise insan nüfusunun giderek arttığı Santa Ana’da güçlü rüzgarlar sonucu kış yangınları yaşanıyor. Aslında bunlar, normal yangın rejiminin bir parçasıydı ancak insan yerleşimlerini çok hızlı tahrip eden bir hâl aldılar.
Yerleşim yerlerine büyük zarar veren katastrofik yangınlar; Kaliforniya, Oregon, Washington, Idaho, Montano ve Colorado gibi birçok eyalette yeni normal haline gelmeye başladı. Yangınların yaşandığı şehirlerin altyapıları, çok kısa sürede çöküyor. Önce elektrik şebekesi etkileniyor, ardından su hatları kontamine oluyor. Evlerdeki isale hatları da sıcaklıklar 300- 400°C’ye ulaştığında çok çabuk hasar görebiliyor – ki bu tarz yangınlarda sıcaklıklar binlerce dereceye ulaşıyor.
Eğer hastaneler de hasar görürse, sağlık hizmetleri doğrudan aksıyor. Görmediyse bile vardiya usulü çalışan personelin hizmet verme döngüsü kırılıyor. Benzer şekilde eğitim, güvenlik ve tedarik hizmetlerinde aksaklıklar yaşanıyor. Kısacası deprem vakalarına benzer sonuçlar doğuyor.
Üçüncü dalga etki ise yangın bittikten sonra yaşanıyor: Toplumun barınaksız kalmasına bağlı olarak temel gıdaya, suya, enerjiye, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimde uzun vadeli sıkıntı yaşanabiliyor.
Kaliforniya Eyaleti’nin yangın yönetimine ayırdığı bütçe, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) diğer eyaletlerine kıyasla değil, dünya genelinde de birçok devletten fazla. Eyaletin yangınlarla mücadeleden sorumlu birimi olan Ormancılık ve Yangınla Mücadele Departmanı (CalFire) da küresel olarak da yangınla mücadelede en fazla personele, araca ve kapasiteye sahip kuruluşlardan biri olarak biliniyor.
Kaliforniya’da birçok farklı yangın yönetim politikası uygulansa da çoğunlukla agresif yangın söndürme araçlarına yatırım yapılıyor. CalFire, 2014-2015 yılında yangın söndürme yatırımlarına 1,7 milyar dolarlık bütçe ayırmıştı. 2023-2024’te bu bütçe, 3,7 milyar dolara yükselmiş durumda. Artan söndürme yatırımlarına karşın bu yıl daha çok sayıda, daha geniş alanda ve daha fazla can ve mal kaybına yol açan yangınların varlığı, yalnızca klimatolojik koşullarla ilgili değil, yakıt yükünün aşırı artışının da bir sonucu.
Bir yangının başlayabilmesi için oksijen, ısı ve yakıt gerekir. Yangın başladıktan sonra ise seyrini ve şiddetini, topoğrafik ve klimatolojik koşulların yanı sıra ortamdaki yakıt belirler. Eğim, bakı, yükselti, rüzgar, hava nemi veya sıcaklık gibi topoğrafik ve klimatolojik koşulları değiştirme imkanımız yok. Bu nedenle başarılı yangın yönetimi ancak yakıt yükü kontrolü ile mümkün.
Misafir öğretim üyesi olarak bulunduğum Oregon Eyalet Üniversitesi’ndeki yangın risk uzmanı meslektaşlarımın geçen sene yaptığı bir çalışmada, varsayımsal bir noktada 40 yıl boyunca agresif yangın söndürme uygulaması yapıldığında – yani yangın sistemden dışlandığında – yakıt yükünün daha da artarak şiddetli yangınlara zemin hazırladığı tespit edildi. Ancak aynı süre zarfında sadece yangını baskılamak yerine düzenli yakıt yükü kontrolü de yapıldığında, şiddetli ve yıkıcı yangın için gerekli ortamı da yok etmiş oluyorsunuz. Her yangın sezonu öncesi yapılan sıklık bakımı, otlama yönetimi, diri örtü temizliğinin yanına kontrollü/denetimli yakmayı (düşük şiddetli örtü yangınları) da dahil edince, sistem daha da direnç kazanıyor.
Geçtiğimiz yaz ayları boyunca Kaliforniya’nın çeşitli noktalarında yangın yönetimine dair gözlemler yaptım. Bunların yanı sıra, bölgedeki yangınla mücadele uzmanı meslektaşlarımın da görüşünü dikkate aldığımda şunu söyleyebilirim: Şu an kış döneminde gerçekleşen yangınların yıkıcı hale dönüşmesinin en büyük nedenlerinden biri, 2024 yılı boyunca Kaliforniya’da yakıt yükü tedbirlerine gerekli bütçenin ayrılmamış olması.
Bu tedbirler arasında kontrollü/denetimli ve geleneksel yakmalar, yol kenarı temizliği, sıklık bakımı, kırsal yerleşimlerin sınırlarında otlatma ve diri örtü temizliği gibi, yakıt yükünü azaltmaya yönelik uygulamalar sayılabilir.
Bunların yapılmaması ve yakıt yükünün aşırı artışı, dünya yangın yönetimi literatüründe ‘yangın borcu’ olarak biliniyor. Basitçe anlatmak gerekirse, yangının aşırı baskılanması sonucu ormanda artan yakıt yükü, sonraki senelerde, söndürülmesi mümkün olamayan, çok daha şiddetli mega yangınlara dönüşüyor.
Yangının kendisi değil, yol açtığı sonuçlar iyi veya kötüdür. Yangınların hepsi kötü değildir ve kontrol edip yönettiğinizde, yangın iyi bir şeye de dönüşebilir. Artık yangınla mücadele yöntemini, yangının bütüncül yönetimine doğru dönüştürmeliyiz.
Orman mühendisliği kendi başına iyi veya kötü değildir; ona sorulan sorulara karşılık üretilen yanıtlar, iyi veya kötü sonuçlar doğurabilir. Örneğin bundan yaklaşık yüz yıl önce, ülkemizde teknik ormancılığa geçerken, ekonomi odaklı bir soru soruldu: Nasıl kalem gibi orman inşa ederiz? Bu soruyu sorunca, bugünkü mega yangınlara giden yolu da açmış olduk.
Bu soruya yanıt üretirken, yörüklerin kadim keçi otlatma kültürünü ormandan dışladık. Orman köylüsünün geleneksel ekolojik bilgisini yok saydık ve yakıt yükünü artırdık. Benzer şekilde, kadim anız yakma kültürünü de sistemden dışladık. (Tabii maalesef tüm Türkiye’de kontrolsüz devam eden anız yakma uygulamaları, katastrofik yangınlara yol açıyor. Fakat anızı yasaklamak yerine ulusal bir yönetim planı ile faydaya dönüştürebiliriz.) Ayrıca maki ve frigana gibi, ekosistem fonksiyonları ve insan toplumlarına faydaları çoğu zaman orman asli türlerinden daha fazla olan, Akdeniz ekosisteminin temel unsurlarını, tek tip kızılçam plantasyonlarına dönüştürdük. Bütün bunlar, krizi daha da tetikledi. Yaşar Kemal’in 1950’li yıllara ait ‘Yanan Ormanlarda Elli Gün’ isimli röportaj kitabının sayfalarını biraz karıştırdığımızda bu dönüşümün nasıl olduğunu kolayca anlayabiliriz.
Ekolojik krizlerin tam ortasındayız ve gelecek yüzyılı da aynı soruyla geçiremeyeceğimiz ortada. Artık bu soruyu şöyle sormalıyız: Ekonomi, ekoloji ve sosyolojiyi birlikte gözetecek; doğadaki hızlı değişen koşullara karşı daha dirençli, direngen ve uyumlu, çeşitlilik arz eden ekosistemlere nasıl destek olabiliriz? Ancak doğru soruyu sorduğumuz zaman orman mühendisleri, eşsiz Anadolu doğasına çok kıymetli bir hazine bırakabilir.
Tam da bugünlerde, Türkiye’den Orman Genel Müdürlüğü (OGM), Kuzeybatı Amerika’dan Oregon Orman Müdürlüğü (Oregon Fire Department, ODF) ve Washington Doğal Kaynaklar Müdürlüğü’nden (Washington Department of Natural Resources, WDNR) toplam 1500 orman yöneticisi ile eş zamanlı yürüttüğümüz bir anket çalışmasının ilk sonuçları, umut verici görünüyor. Dünyanın farklı yangın coğrafyalarındaki orman yöneticileri, yangın yönetiminde bir an evvel agresif yangın söndürme politikalarından sıyrılıp ana kaynağın yakıt yükü kontrolüne kaydırılması gerektiği üzerinde mutabık görünüyor. (Tabii ki bu, insan yerleşimlerinde veya hassas noktalarda yangın çıktığında bir şey yapmamak anlamına gelmiyor!) Bu yeni yaklaşım, ancak orman ve yangın yönetiminin siyasi baskılardan arındırılması ve toplumun doğru taleplerde bulunması ile mümkün görünüyor.’’
Munich Re’ye göre, doğal afetler nedeniyle sigorta sektörü 2024’te 140 milyar dolarlık kayba uğradı. Bu…
Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) Direktörü Bora Şekip Güray enerji verimliliğindeki…
2024’ün en sıcak yıl olarak kayıtlara geçtiğini hatırlatan AB Copernicus İklim Değişikliği Servisi Başkanı Carlo…
Türkiye'nin iklim alanında çalışan uzman 15 sivil toplum kuruluşu, İklim Ağı çatısı altında bir araya…
Artvin Cerattepe’de Cengiz Holding’in maden projesine karşı mücadele veren Artvinliler, projenin bir an önce iptal…
Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yusuf Demir, Türkiye'nin şu anda ciddi bir kuraklık yaşadığını söylerken,…