İklim değişikliğinin etkileri toplumsal cinsiyet ekseninde farklılaşıyor ve kadınlar, sadece kadın oldukları için değil yaş, yoksulluk seviyesi, etnik köken ve marjinalleştirilmenin kesişimselliği gibi bir dizi faktör sebebiyle iklim değişikliğinin yarattığı sorunlarda daha savunmasız kalıyor.
Haber: Adelle Thomas
Çeviri: Gülce Demirer, Çisil Sevinç
Özellikle Güney ülkelerinde iklim değişikliğinin kadınları ve erkekleri nasıl farklı etkilediğine dair birçok güncel örnek mevcut. Sel, taşkın, deprem, kuraklık gibi felaketlerin ardından erkeklere oranlara daha fazla kadın yerinden ediliyor, cinsel aşağılamaya ve şiddete uğrarken birçok farklı temel insan haklarının ihlaline maruz kalıyor.
Birçok bölgede kadınlar eğitimi erkeklere göre daha erkenden bitiriyor. Bu da onları iklim değişikliği hakkında daha az bilgili olmaları ve kırılganlığı etkileyecek karar alma süreçlerine daha az dahil olmalarıyla sonuçlanabiliyor.
Ayrıca kadınlar kuraklık ve su kıtlığından daha fazla etkilenmekte, ailelerine su sağlamak için genellikle uzak su kaynaklarına seyahat etmek ve eve dönmek için önemli zaman harcamak zorunda kalıyorlar. Kıtlık zamanlarında kız çocuklarına, oğlan çocuklarına göre daha az gıda sağlanıyor. Bu sebeple yetersiz beslenme ve hastalıklara yakalanma olasılıkları daha yüksek oluyor.
Ancak kadınlar, sadece cinsiyetlerinin kendisi nedeniyle değil bir dizi faktör nedeniyle iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha savunmasız kalıyorlar. Toplumsal cinsiyet ile yaş, yoksulluk seviyesi, etnik köken ve marjinalleştirilmenin kesişimselliği sebebiyle kadınlar iklim değişikliğinin yarattığı sorunlarda daha savunmasız kalıyor.
Bu kesişimin kabul edilmesi önemli, çünkü kadınların ‘doğası gereği’ savunmasız olmadıklarını; ancak iklim değişikliğinin etkilerinin farklı deneyimlenmesinde kompleks güç ilişkilerinin ve sosyoekonomik etkenlerin olduğunu vurguluyor.
İklim Haber'i Telegram'da Takip Edin!İklim Haber'i Linkedin'de Takip Edin!
Örneğin toplumsal normlar, iklim değişikliğinin etkilediği doğal kaynaklara bağımlı kadınlar için geçim kaynaklarının sınırlanmasına neden oluyor.
Doğu Afrika’da kuraklık, çiftçilerin su bulmak için önemli ölçüde daha fazla seyahat etmesine neden oldu. Kadınlar normalde bu grupların bir parçası olmakla birlikte, mesafelerin artması, aile üyelerine bakmakla yükümlendirilen kadınlar için eve dönmelerini zorlaştırıyor, bu da kadınların dışlanmasıyla sonuçlanıyor. Bu dışlanma kadınların ekonomik gelirlerini ve hane içi gıda güvenliğini olumsuz etkiliyor.
Pakistan’da ise muson yağmurları ve sel, pamuk mahsullerini yok ederek bütün çiftçiler üzerinde yıkıcı etkilere neden oldu. Ancak, erkekler daha yüksek ücretlerle başka yerlerde iş bulabiliyorken, bakım emeği kadınlara atfedildiği için kadınlar evlerinden çok uzağa gidemiyor ve yer değiştiremiyor. Bu sebeple kadınlar bakım emeği sağlamak zorunda kaldıkları için çok daha düşük ücretlerle çalışıyor ve bu durum da güvencesizlik ve adaletsizlik ile sonuçlanıyor.
Kadınların aile içi bakım emeği sağlaması beklentisi, afet durumlarında da oldukça eşitsiz durumlarla sonuçlanıyor.
Endonezya’da 2004 yılında yaşanan tsunamide hayatını kaybeden kadın sayısı erkeklerden dört kat daha fazlaydı. Bu korkunç örnek, ailevi sorumlulukların kadınlara nasıl atfedildiğini gözler önüne seriyor. Kadınlar çocuklarını kurtarmak için daha fazla vakit harcıyor ve bu da tsunamiden kaçmalarını yavaşlatıyor.
Yüzme bilme oranlarına bakıldığında da erkeklerden oldukça geride kalan kadınların yaşama şansları daha düşük oluyor. Bahsedilen tsunamiyi tetikleyen faktör iklim değişikliği olmasa da, iklimin sebep olduğu yükselen deniz seviyeleri ve kıyı ekosistemlerinin kaybı ile birlikte tsunami etkilerinin şiddetlenmesi bekleniyor.
İklim değişikliğinin kadınlar üzerindeki eşitsiz etkilerinin gittikçe daha fazla farkına varılmasının bir sonucu olarak, iklim etkileriyle mücadele edilirken toplumsal cinsiyet faktörüne daha fazla odaklanılmaya başlandı.
Örneğin, BM İklim Değişikliği Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı’nda (UN Climate Change Gender Action Plan), BM iklim değişikliği müzakeresinin uygulanmasında kadınların “tam, eşit ve anlamlı katılımı” ve BM organında toplumsal cinsiyet bakış açısının yaygınlaştırılması hedefleri yer alıyor. Benzer olarak, Yeşil İklim Fonu’nun (Green Climate Fund) toplumsal cinsiyet politikası özellikle toplumsal cinsiyet konusunu ilgilendiren projelerin de dahil olduğu bütün süreçlerinde ve uygulamalarında toplumsal cinsiyete duyarlı yaklaşımları destekliyor.
Küresel çabalara ek olarak, dünya genelindeki topluluklara mensup kadınlar da karar alma sürecine dahil olarak iklim değişikliği ile mücadelede ihtiyaç duyulan dönüşüme katkıda bulunuyorlar. Time dergisi yakın zamanda bu değişikliğin güçlü aktörleri olan 15 kadın lidere vurgu yaptı. Bu isimler arasında eski BM iklim başkanı Christiana Figueres, ABD Demokratları Yeşil Yeni Düzen politika başkanı Rhiana Gunn-Wright ve Çad’daki yerli topluluklar için lobicilik yapan Hindou Oumarou Ibrahim bulunuyor.
Batı Balkanlar’da yaşayan taşra kadınları, kendi yaşamlarını doğrudan etkileyen iklim değişikliği konusundaki karar alma süreçlerine dahil olabilmek adına güçlendiriliyor. Fiji’de, kasırga, taşkın ve kuraklıklara karşı üreticilerin direnç kazandırılması gibi topluluk düzeyinde uygulanan adaptasyon önlemlerini kadın grupları yönetiyor. Karayipler’deki sivil toplum kuruluşları, çeşitli çalışmalarıyla toplumsal cinsiyet bakış açısını bütünleştiriyor ve toplumsal cinsiyete duyarlı politikaların ve programların geliştirilmesine destek oluyor.
Bu seneki Uluslararası Kadınlar Günü, dünya genelindeki kadınların iklim değişikliğinden ne derece etkilendiğini gösterebilmek ve kırılganlıklarını azaltmak adına atılan adımları gösterebilmek için büyük bir fırsat.
İlerleyen zamanlarda bütün iklim eylemlerinin toplumsal cinsiyet bakış açısına sahip olabilmesi son derece önemli.
Bu, kadınların ve erkeklerin tartışma panellerinde eşit olarak temsil edilmesinin sağlanması ya da proje ve programların eşit sayıda kadın ve erkeğe yarar sağlaması konusundaki çabaların artırılması anlamına geliyor. Dünya genelindeki kadınların iklim değişikliğinden daha fazla zarar görmesine sebep olan yapısal güç ilişkilerinin ve sosyoekonomik ötekileştirmenin yeterince vurgulandığından emin olmalıyız.