Bunu akşam haberlerinde duymayı beklemeyin.
Yazar: Ben Ehrenreich
Ufkun bir zamanlar olduğu yer artık bulanık görünüyor. Artık her cümlenin arkasından bir soru işareti geliyor. Nergisler güzel, ama bu yıl biraz erken ortaya çıkmadılar mı? Şubat ayında çıplak kollarınızda güneşin sıcaklığının tadını çıkarmak sorun olur mu?
Bazılarımız iklim değişikliğini bir ruh hali, bir harabe olarak tanıdığımız ve sevdiğimiz her şeyi hayal etmemizi sağlayan istenmeyen bir altıncı his gibi deneyimliyoruz. Sadece ani, manşetlik haberlerde somutlaşıyor: Burada bir tayfun, bir orman yangını, başka bir yerde kaybedilen bir tür. Yeterince gerçek, biliyoruz, ama esas olarak bunu henüz gerçekleşmemiş bir şeyin yarattığı bir gölge olarak deneyimliyoruz. En azından bazılarımız…
Ancak iklim değişikliği her yerde bu kadar da soyut değil. 2017’de, Somali topraklarının üçte birini kaplayan, bağımsız ancak tanınmayan Somaliland ulusunu ziyaret ettim. Yolu olmayan savanada çapraz bir şekilde ilerlerken, kadavraların bir köyün yakınında olduğumuz anlamına geldiğini çabucak öğrendim. Genellikle birkaç mil ötede başlarlardı; çoğunlukla koyun ve keçiler, aynı zamanda çıplak, kavurucu ortamda kuruyan derileriyle deve ve eşekler. Önceki yıl, sonbahar yağmurları yoktu, ilkbahar yağmuru da. İnsanlar her yerde kuraklığın sürülerinin %90’ı kadarını ellerinden aldığını ifade ediyordu. Ve her yerde insanları hareket halindeyken gördüm: Çaresiz bir mera arayışı içinde, ya da zaten her şeyini kaybetmiş, başka bir devamlılık kaynağında. Şehirlerin kenarlarında yeni topluluklar oluşuyordu, yerlerinden edilmiş dağınık kamplar, bir zamanların gururlu çobanları geleceğe dönük bir umut beklemeden, para için çakıl topluyorlardı.
Bu neredeyse iki yıl önceydi. Geçen yıl, ilkbahar yağmuru sert yağdı, yine sürüler gitti, hasarlar ortaya çıktı. Ülkenin zenginliğinin çoğu zaten kemiklere indirgenmişti. Sonbaharın yağmurları yine zayıftı ve açlık bir kez daha kapıyı çaldı. Batının gözünden uzak olan Afrika Boynuzu’nda, iklim değişikliğinin yarattığı felaket çoktan her şeyi değiştirdi.
Uluslararası bir STK olan CARE geçen hafta*, dünyanın en az haberleştirilen 10 büyük insani krizlerine dair üçüncü yıllık raporunu yayımladı. ABD’de terörle mücadelede bir savaş alanı olmak sizi hâlâ haberlerde tutuyor, bu yüzden olsa gerek Somali sıralamada yok, ancak komşusu Etiyopya listeye ikinci kez girdi. Ülke, doğusundaki açlık krizi ile listede kendine yer buldu. Bu bölge, iki yıl önce Somali’yi vuran, 3 milyondan insanı yardıma muhtaç bırakan ölümcül kuraklıkla yüz yüze kalmıştı. Bu kuraklık sonrasında bu ülkelerde şiddet olayları artmış, kırsal ekonomiler yıkıma uğramış ve binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştı. Bu yaz sonu itibari ile bölgeden yaklaşık 500 bin insan göç etti.
CARE’nin bu sene yayımladığı rapordaki diğer ilginç bir kısım ise neredeyse tüm bu 10 küresel insani yardım krizinin köklerinde iklim değişikliğinin ayak izine rastlanmasıydı. Sudan’da tahmin edilemeyen yağmur rejimi kuraklık, su baskınları ve aşırı açlık anlamına geldi. Madagaskar adasındaki siklonlar ve kuraklık 1.3 milyon insanı açlık riski ile karşı karşıya getirdi. UNICEF ‘in çarpıcı rakamlarına göre, ülkedeki çocukların %49’u yetersiz beslenme yüzünden olması gereken boydan daha kısa bir boya sahip. Filipinler’de, 2018’in en şiddetli fırtınası olan “süper tayfun” Mangkhut, ısınan okyanusların ısısıyla beslendi ve bir milyondan fazla insanı yerinden etti. Nijer’de çölleşme, nüfusun neredeyse yarısının kronik olarak yetersiz beslendiği Çad’da olduğu gibi, şiddeti ve yerinden edilmeyi tetiklemeye devam etti. Bölgedeki en büyük tatlı su kaynağı Çad Gölü, bir zamanlar kapladığı alanın yirmide biri kadar küçüldü. Haiti’de tekrar kuraklık yaşandı, iki yıl üst üste üç yıkıcı kasırga çıktı ve bu yüzden bölgede neredeyse 3 milyon insanın acil yardıma ihtiyacı var.
Rakamlar, milyonlarca insan sayıları, hepsi soyut. Ancak, yaşanan gerçeklikler hiç de soyut değil. Rahatlatamadığınız bir çocuk, kurtaramadığınız bir ebeveyn, karışıklıkta kaybolan bir sevgili, bir daha asla göremeyeceğiniz bir ev hayal edin. Açıklanan tüm olasılıkları hayal edin ve ardından bu hayalleri binlerce ve binlerce insanla çarpmaya başlayın.
İklim değişikliği tabii ki tüm bu acıların tek sebebi olmaktan uzak. Altyapı zaten zayıf ya da eksikti, eşitsizlik ve istikrarsızlık zaten derindi. Bu krizlerin tümü, zenginliklerin ve kaynakların bir yöne akması – fakir ülkelerden zengin olanlara – , diğer yandan da küresel bir ekonomik sistemin sebebi olarak ortaya çıktı. Ancak kuraklık ve fırtınalar, Christian Parenti’nin “yıkıcı çarpan etki” tanımında açıkladığı gibi yıkıcı etkileri tetikledi ve çoğalttı.
Bu nedenle, uzun süredir devam eden sömürgecilik, sömürü ve hırsızlık tarihi, sanayileşmeden en az yararlanan insanların, çevresel etkilerden en fazla etkilendiği bir düzen olarak dünyanın dört bir tarafında yankılanıyor. İklim değişikliğini ortaya çıkaran koşullar dünyanın sadece bir tarafında yaratıldı. Etkileri ise diğer tarafında yaşanıyor. Ayrıca, gezegenin yoksullarının, imtiyazlı azınlık gözündeki görünmezliği ise daha da karardı ve derinleşti. Bu körlük, yükselen sıcaklıklar ve artan deniz seviyeleri ile birleşerek bir başka “yıkıcı çarpan etki” yaratıyor.
CARE’in basın bülteni, medyanın bu kör göz haline ve iklim değişikliği üzerindeki etkisini de gözler önüne seriyor. Medyanın onlarca yıldır süren çıldırtıcı ihmalinden sonra, sadece son bir yıldır büyük ana akım gazeteler krizin aciliyetini görmeye başladı, TV’ler ise halen çok geride.
Ancak bu haberler hâlâ büyük ölçüde iklim bilimi ve Avrupa ile Kuzey Amerika’yı etkileyen felaketler ile sınırlı. Yine her zaman olduğu gibi, yoksullar ve koyu tenlilerin çoğunluk olduğu coğrafyalar görünmez.
Yükselen denizlerin nehir kolları üzerindeki etkileri ya da Alaska’da eriyen permafrost ve Bangladeş ya da Kiribati üzerindeki nadir fotoğraf denemeleri üzerine zaman zaman derinlemesine analizler yayımlanıyor olmasına rağmen, iklim değişikliğine bağlı kuraklığın, Orta Amerika’dan ABD’ye ve Sahraaltı Afrika’dan Avrupa’ya göçün ana nedenlerinden biri olduğunu görebilmeniz için çok dikkatli bakmanız gerekiyor. Devlette olduğu gibi medyada da kimse krizin köklerinin yaşandığı kaynaklara bakmıyor, sorunu çözmek için bir şey yapmıyor. Eğer konu hakkında konuşmazsak, konunun kapsamını ve ne ile karşı karşıya olduğumuzu anlayamayız.
Biz, dünyadaki tüm insanlar olarak, artık ötekini görmemeyi, onun sorunlarını, ihtiyaçlarını, taleplerini görmezden gelmeyi göze alamayız. Kaderimiz her zaman birbirimize bağlıydı. Şimdi, her zamankinden daha da fazla bağlı. Gezegenin zenginlerinin harekete geçmiyor olması, sadece gelecekteki insanları etkilemiyor. Şimdi, şu anda aramızda yaşayan milyonlarca insanın yaşamını tehdit ediyor.
The Nation’da yayımlanan yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
*Yazı, 1 Mart’ta kaleme alındı.