WWF-Türkiye, Yeryüzü Derneği ve İngiliz düşünce kuruluşu E3G’nin işbirliğiyle hayata geçirilen “Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Patikaları ve Uygulamaları Projesi” kapsamında enerji sektörü başta olmak üzere düşük karbonlu ekonomiye geçişte gecikmenin maliyetleri ele alındı. Proje kapsamında, aynı zamanda, Paris Anlaşması’nda üzerinde anlaşılan sıcaklık artışını 1,5 – 2 derece bandında sınırlama hedefine ulaşılamadığı takdirde Türkiye ekonomisini bekleyen riskler de ortaya koyuldu.
WWF-Türkiye, Yeryüzü Derneği ve İngiliz düşünce kuruluşu E3G’nin ortaklığıyla hayat bulan “Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Patikaları ve Uygulamaları Projesi” geçtiğimiz Ekim ayında kamuoyuna tanıtıldı. Enerji talebinin %75’ini ithal kaynaklardan karşılayan Türkiye’nin mevcut enerji ve iklim politikaları milyar dolarlık finansal riskler taşıyor. Proje kapsamında Türkiye’nin düşük karbonlu ekonomiye geçişi önündeki engel ve fırsatları değerlendiren analiz, Türkiye’nin kömür politikalarının uzun vadede önemli ekonomik riskler barındırdığını ortaya koyuyor. Analize göre enerji piyasalarındaki gelişmeler sonucunda kömürlü termik santraller giderek daha fazla mali külfet doğuruyor.
Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının en ucuz elektrik üretim teknolojileri haline gelmeye başlaması, enerji depolama gibi alternatif teknolojilerdeki ilerleme, fosil yakıt kullanımının getirdiği sosyal, ekonomik ve çevresel maliyetler ile iklim değişikliği hedefleriyle bağlantılı olarak politika ve düzenlemelerdeki değişiklikler sonucunda kömürlü termik santrallerin atıl duruma düşme riski artıyor. Söz konusu yatırımların, ekonomik ömürleri dolmadan kapılarına kilit vurmak zorunda kalınabilir.
152,8 Milyar Dolarlık Atıl Varlık Riski
Türkiye’nin mevcut kömür kurulu gücü halen 17,3 GW civarında. Planlama aşamasında ise, elektrik üretimi için devreye alınacağı belirtilen yeni kömür sahalarıyla beraber ithal ve yerli kömüre dayalı toplam 60 GW civarında bir yeni kurulu güç söz konusu. Analize göre bu projelerin devreye girmesi ve 10 yıl içerisinde atıl duruma düşmesinin toplam maliyeti 152,8 milyar dolara ulaşabilir. Bu, 2016 yılındaki milli gelirimizin beşte biri. Başka bir yol ise mümkün. Yapılan değerlendirme, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye öncelik veren politikalar ve düşük karbonlu ekonomiye geçişin bu riskin önemli ölçüde azaltılmasını mümkün kılabileceğini gösteriyor.
Güvenli Eşik Aşılırsa Ekonomik Daralma Yaşanabilir
Proje kapsamında yapılan ikinci analizde ise iklim değişikliği hedeflerine ulaşılamamasının sektörel ve makroekonomik etkileri incelendi. Paris Anlaşması’nda belirlenen 1.5 derece hedefine ulaşılmamasının Türkiye ekonomisi için sonuçlarını inceleyen çalışma çarpıcı sonuçlar içeriyor.
Türkiye iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden birisi olan Akdeniz Havzası’nda yer alıyor. Emisyonlardaki mevcut gidişat sonucunda havzada sıcaklık artışının 4 dereceyi aşabileceği öngörülüyor. Analiz, böyle bir senaryonun, sosyal ve ekonomik faturasının hayli yüksek olacağını gösteriyor.
İklim Değişikliği, 2050’de Milli Gelirimizi %50 Küçültebilir!
Bulgulara göre, iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine ulaşılamaması durumunda en kötü senaryoda, 2050’de gerçekleşmesi beklenen milli gelir düzeyinde %50’lere ulaşan bir düşüş ile karşı karşıya kalınabilir. İyi senaryoda ise %10 düzeyinde bir milli gelir kaybı olası. Böyle bir negatif şokun sonucunda kayıtlı istihdam ve ücretlerde düşüş yaşanabilir; bu düşüş dar gelirli bölgelerden yüksek gelirli bölgelere göçü tetikleyebilir. Sonuçlar, etkilerin dar gelirli bölgelerde yüksek gelirli bölgelere göre çok daha şiddetli bir şekilde hissedileceğini, istihdamda ciddi düşüşler yaşanabileceğini ortaya koyuyor.