Hamsi, istavrit, sardalya, palamut ve lüfer türlerinin 20 yıllık avlanma verilerindeki değişimler ile Marmara Denizi yüzey suyu sıcaklığında yaşanan artışı inceleyen yeni araştırmamız, avlanma takvimlerinde kayma yaşanan balıkların, tehlikeli düzeyde avcılık baskısıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.
İklim değişikliği nedeniyle balıkların iyi bilinen avlanma takviminde kaymalar olduğunu gösteren, Doç. Dr. Taner Yıldız ve Doç. Dr. Ekin Akoğlu ile birlikte yayınladığımız çalışmaya göre, su sıcaklığının soğuması geciktikçe, palamut ve lüfer gibi balıkların göçleri de erteleniyor: Eylül ortasında başlayan av sezonları, artık Ekim ortasına kaymış durumda.
Bu durumda avcılık, hamsi ve istavrit gibi türler üzerinde yoğunlaşıyor. Palamut ve lüfer gecikmeli olarak Marmara Denizi’ne geldiklerinde ise, temel besin kaynaklarını oluşturan balıkların miktarı oldukça azalmış oluyor.
Yalnızca Türkiye balıkçılığının ana ekseni değil, avcı türler için de çok önemli bir besin kaynağı olan hamsi, aynı zamanda ekosistemin ‘kilit türü’ olma özelliği taşıyor. Özetle, hamsi stoklarındaki azalma, tüm avcı balık türlerinin stoklarını etkileyecek nitelikte.
Çalışmanın bulgularına dayanarak yaptığımız en acil öneri, balıkçılık sezonunun 45 gün gecikmeli başlatılarak 15 Ekim’e kaydırılması ve toplam av sezonunun da kısaltılarak 180 günle sınırlandırılması. Bu önlem, Türkiye balıkçılığındaki en önemli pelajik türlerin (deniz yüzeyine yakın yaşayan, büyük miktarda sürü oluşturan ve sürekli hareket halinde olan balıkların) stoklarını çökmekten korumanın kısa ve orta vadedeki tek yolu.
1971’den bu yana uygulanan, endüstriyel balıkçılığın zamansal av yasağı, Türkiye’de balık stoklarının korunması için yapılmış düzenlemeler arasında en iyi bilineni.
Türkiye denizlerinde bulunan, ekonomik öneme sahip balıkların büyük çoğunluğu (hamsi, istavrit, lüfer gibi) ilkbahar-yaz döneminde üreyen türler. Dolayısıyla, bu balıkların korunması için, 15 Nisan – 1 Eylül tarihleri arasında toplam 135 günlük av yasağı bulunuyor.
Ancak Türkiye denizlerinin ‘veri-seti kısıtlı’ bölgeler olması, yani balık stok durumlarına ilişkin düzenli veriler bulunmaması, av yasağı gibi düzenlemeleri güncel veriler doğrultusunda gözden geçirerek iyileştirmeyi zorlaştırıyor. İstanbul Balık Hali’nin 20 yıllık karaya çıkarma verilerine dayanan çalışmamız, bu eksikliği gidermeye yardımcı olmayı hedefliyor.
Çalışma kapsamında, özellikle iklim krizinin yaşandığı günümüzde, Marmara Denizi yüzey suyu sıcaklığındaki değişimleri ve hamsi, istavrit, sardalya, palamut ve lüfer türlerinin İstanbul’daki 20 yıllık avlanma verilerini inceledik. Hem bu türlerin değişen çevre koşullarına verdikleri tepkilerden hem de av-avcı ilişkisi kapsamında birbirleriyle ilişkilerinden yola çıkarak, av mevsiminde acil değişikliklere gidilmesi gerektiğini öne sürüyoruz.
İklim değişikliğinin denizel ekosistemler üzerindeki etkileri, deniz suyu sıcaklıklarının artması, akıntı sistemlerinin değişmesi, canlıların biyolojik süreçlerinin farklılaşması gibi oldukça farklı şekillerde olabiliyor.
Çalışmanın sonuçları, son 20 yılda, Marmara Denizi yüzey suyu sıcaklıklarının yıllık ortalama 0,05℃ anlamlı ısınma eğiliminde olduğunu ve bu durumun tüm havza boyunca gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Bu artış trendi Karadeniz’den daha az, ancak Ege ve Akdeniz’den daha fazla.
Ilıman iklim kuşağı denizlerinde, sıcaklık değişimleri büyük önem taşır. Sıcaklık, canlıların biyolojik döngülerinde belirleyicidir. Palamut, lüfer gibi türler de, ilkbaharda üreme amacıyla Akdeniz’den Karadeniz’e göç eder, sonbaharda ise kışlama amacıyla Akdeniz’e geri dönerler. Üç bin yıllık İstanbul tarihi boyunca önem arz eden balıkların oldukça iyi bilinen bu göçü, hem su sıcaklığı hem de besin bulunurluğu ile oldukça yakın ilişki içindedir.
Çalışmanın bulgularına göre, mevsimsel olarak su sıcaklığının göç için yeterince soğuması geciktikçe, bu balıkların göç zamanları da erteleniyor. Eylül ortasında beklenen palamut ve lüfer, artık Ekim ortasında Marmara Denizi’ne geliyor. Bu nedenle hamsi ve istavrit gibi türler üzerinde yoğunlaşan avcılık, palamut ve lüferin temel besin kaynaklarının da tükenmesine neden oluyor.
Nitekim çalışmanın en çarpıcı sonuçlarından biri de av sezonlarına ilişkin: Buna göre, yıllar içinde türlerin av sezonunun başlangıç ve bitiş dönemlerinde kaymalar yaşanıyor. Lüfer ve palamut avcılığının başlangıcının Eylül ortasından Ekim ortasına sarktığı, buna karşın, hamsi avcılığının Kasım ortasından Ekim ortasına gerilediği görülüyor.
Av sezonunun süresi açısından bakıldığında ise, lüfer ve palamut avcılığı Ocak ortasında biterken Aralık ortasına gerilemiş, hamsi avcılığı ise Şubat’tan Ocak ortasına gerilemiş görünüyor.
Her ne kadar Türkiye’nin diğer denizlerinden çok daha küçük bir yüzölçümüne sahip olsa da, oldukça verimli bir deniz olan Marmara’nın verimliliği, zaten uzun süredir azalıyor.
2000’li yılların sonuna kadar Marmara Denizi, Türkiye balıkçılığının yüzde 10 ila 15’inden sorumluydu, bugün bu rakam %5 ila 7 oranına gerilemiş bulunuyor. Son yıllarda, Marmara’daki toplam balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor: Hamsi, istavrit, sardalya, palamut, lüfer, mezgit, tekir, kefal ve derin su pembe karidesi.
Bu noktada dikkat çektiğimiz önemli bir mesele, bu balıklardan hamsinin bir ‘kilittaşı tür’ olması. Bu türlerin ekosistemlerde üstlendiği görev, bir kemerdeki kilittaşının rolüne benzetilebilir: Ortamdan çekilmeleri, bütün ekosistemi olumsuz etkiliyor.
Özellikle göç ve av sezonlarındaki kayma nedeniyle, avcı türler için de çok önemli bir besin kaynağı olan hamsi stoklarının azalması, tüm avcı balık türlerinin stoklarını etkileyebilir.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) iklim projeksiyonları, deniz suyu sıcaklıklarının yükselmeye devam edeceğini gösteriyor. Bu durum, balıkçılık yönetiminin, iklim değişikliğinin olası etkilerini gözetecek şekilde, ‘uyarlamalı yönetim düzenlemeleri’ oluşturmasını acil ve mecbur kılıyor. Yani mevcut yönetim işleyişi, sürekli yeni bilgilerle beslenmeli ve esnek olmalı. İklim değişikliğinin etkileri fark edildikçe, yönetim biçimi yeni duruma uyarlanabilmeli.
Bu çerçevede en acil önerimiz, balıkçılık sezonunun başlangıcının 45 gün ertelenerek 15 Ekim’e kaydırılması ve toplam av sezonunun daraltılarak 180 günle sınırlandırılması. Bu yapılmadığı takdirde, oldukça yakın bir gelecekte, Marmara Denizi’nde çok daha sert önlemler alınması ve endüstriyel balıkçılığın tamamen yasaklanması gerekecek.
Herhangi bir ekosistemin direnci ve sağlığı, içinde barındırdığı canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkileri ile yakından bağlantılı. Bu canlılar arasındaki dengenin, insan etkileriyle değiştirilmesi, oluşan yeni sistemin direncini düşürür. Buna bağlı olarak da insanların denizlerden elde ettiği yararları aksatır; toplumsal, ekonomik ve yönetimsel sorunlar yaratır. Bu nedenle, ekosistem üzerindeki baskıları dikkate alan bütüncül değerlendirmeler yapılması ve tüm paydaşların katılımıyla kararlar alınması – kısaca ‘ekosistem yaklaşımlı yönetim’ anlayışının benimsenmesi gerekir.
Marmara Denizi ekosisteminin mevcut durumu, sürdürülebilir deniz ekosistemleri için yerel ve merkezi yönetimler arasında ciddi bir işbirliği gerektiğini de ortaya koyuyor. Bunun için orta ve uzun vadede, iklim değişikliğinin olası etkilerini göz önünde bulunduracak, bilimsel tabanlı, iyi balıkçılık yönetimi uygulamalarını benimseyecek, kentsel ve endüstriyel faaliyetlerle denize verilen yükleri azaltmayı planlayacak, aşırı avlanmadan kirliliğe kadar tüm baskı bileşenleri için kısa, orta ve uzun vadeli çözümler sunabilecek, farklı paydaşların karar alma süreçlerine katılımı sağlayacak bir yaklaşımı acilen hayata geçirmek şart.
*İklim Masası, iklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri kamuoyunda yaygınlaştırmayı hedefleyen ücretsiz bir haber servisidir. Yazarları, haberleştirdikleri konularda uzmanlığı bulunan bilim insanlarıdır.
İklim değişikliği açısından dönüm noktası olarak nitelendirilen ve Uluslararası Adalet Divanı'ndan görülen davanın duruşmaları sona…
Enerji Yatırımcıları Derneği Başkanı Cem Özkök, GES ve RES projelerinin yapı denetim kapsamından çıkarılmasının, yatırımcıların…
Dünya Ekonomik Forumu’nun yeni bir çalışmasına göre, küresel seragazı emisyonlarının %40’ını oluşturan sekiz sektördeki emisyon…
Dünya, kuraklık ve arazi bozulumuna en çok maruz kalan ülkeleri desteklemek için yeni bir çerçeve…
İklim ve çevre alanında çalışan 8 sivil toplum kuruluşu, okul, hastane, belediye binası, kamu binası,…
Çin, kömür çıkarımı sırasında açığa çıkan metan emisyonlarını azaltma amacıyla daha sert kurallar getireceğini duyurdu. Metan,…