*EKOLOGOS tarafından hazırlanan “Linyit Yanmaz! Yakar!” adlı rapor, Türkiye’nin yerli ve milli enerji politikası çerçevesinde değerlendirmeye çalıştığı linyit yakıtlı termik santralları ele alıyor. İklim Haber olarak rapor kapsamında yayımlanan yazıları okuyucularımızla paylaşıyoruz.
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, Eskişehir Tepebaşı ilçesi Alpu Termik Santralı Yeraltı Maden İşletmesi ve Kül Düzenli Depolama Tesisi Projesi’nin nihai ÇED raporunu, enerji politikaları ve fayda-maliyet argümanları; toprak-su varlıkları ve tarımsal faaliyet; hava modellemesi, emisyon limitleri ve kümülatiflik açısından değerlendirdi. Değerlendirmelerin geniş özetine yer verdiğimiz bu bölümde TEMA Vakfı Odunpazarı İlçe Sorumlusu Melih Karasözen’in de konuya ilişkin görüşlerini bulabilirsiniz.
1- Enerji Politikaları ve Fayda- Maliyet Argümanları
Dava konusu nihai ÇED raporu Uluslararası Enerji Ajansı’na atıfla “… kömürün günümüz elektrik üretiminde 9.707 TWh ile ana enerji kaynağı olduğu belirtilmekte ve 2040 yılı itibarıyla kömürün elektrik üretimindeki payının 15.305 TWh’e ulaşacağı öngörülmektedir” demektedir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın World Energy Outlook adlı enerji analizi web sitesi kontrol edildiğinde 2016 yılı için kömürden elektrik üretimi 9.282 TWh olarak gözükmektedir ve Yeni Politikalar Senaryosu’na göre 2040’ta kömürden elektrik üretimi 10.086 TWh’e ulaşacaktır. Artış %8,6 ile sınırlıdır. Yeni Politikalar Senaryosu’na göre 1990-2015 yılları arasında kömür birincil enerji arzında liderken, 2015-2040 döneminde birincil enerji arzındaki artışının yarısının yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanacağı hesaplanmaktadır.
Nihai ÇED raporunda, “Son yıllarda petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle 2011 yılında enerji bileşeninin milli gelire oranı %6 seviyesini aşmış ve tek başına cari açığın %8’inden fazlasını oluşturur hale gelmiştir” denmektedir. Buna karşın Ocak 2018 tarihli Hazine Müsteşarlığı’nın Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü Aylık Ekonomik Göstergeler Raporu’ndaki “Dünya Ortalama Mal Fiyatları”na göre ham petrol fiyatları 2012 yılından beri 112 dolar/ bbl’den 54,4 dolar/bbl’ye, doğalgaz fiyatı 11,5 dolar/mmbtu’dan 5,6 dolar/mmbtu’ya düşmüştür. (2012 yılının baz alınmasının nedeni 2012 yılının, 60 milyar dolarlık enerji ithalatı faturası nedeniyle Enerji Bakanlığı tarafından “Kömür Yılı” ilan edilmesidir.) Benzer şekilde dış ticaret verileri de 2011 yılında 54,1 milyar dolar olan enerji ithalatı bedelinin, 2016 yılında 27,1 milyar dolara indiğini göstermektedir. ÇED raporunun dayandığı argüman hatalıdır, mal fiyatları ve enerji faturamızın bedeli artmamış aksine azalmıştır.
Nihai ÇED raporunda “doğalgazın elektrik enerjisi üretimindeki payının dönem sonuna kadar %38 seviyelerine indirilmesi hedeflenmektedir” denmektedir. TEİAŞ’a göre 2016 yılında doğalgazın elektrik üretimindeki payı %32,5 olmuştur. Enerji Atlası web sitesindeki kesin olmayan verilere göre doğalgazın elektrik üretimindeki payı 1.1.2017 tarihinden itibaren 27.3.2018 tarihine kadarki sürede %36,7 civarındadır. Görüldüğü gibi hedeflenen orana halihazırda ulaşılmış durumdadır.
Nihai ÇED raporunda “Türkiye’de ekonomik büyüme ve nüfus artışına paralel olarak enerjiye olan talebin de arttığı, tükettiğimiz doğalgaz ve petrolün %90’ından fazlasını ithal etmek durumunda olduğumuz, bu denli yüksek oranda dışa bağımlı olmamızın arz güvenliği riski oluşturduğu” söylenmiş, “kömür kaynağı yönünden zengin bir ülke olmamız nedeniyle” kömür kaynaklarının kullanılması önerilmiştir. Bu öneri yapılırken ülkemizde petrolün elektrik üretmek için değil karayolu taşımacılığında kullanıldığı, ithal edilen doğalgazın da yalnızca %43’ünün elektrik üretiminde kullanıldığı, kömürden elektrik üretmenin maliyetinin güneş ve rüzgardan elektrik üretmenin maliyetinin iki katına çıktığı, yapılan YEKA ihaleleri ile yerli ve milli rüzgar ve güneş kurulu gücünün her sene en az 1.500 MW artacağı, enerji verimliliği potansiyeli oranının %27 olduğu, Türkiye’nin termik santral kaynaklı malzeme ithalatı nedeniyle her sene 2,5 milyar dolar dış ticaret açığı verdiği, yerli kömür kaynaklarını düşük kaliteli ve yüksek kükürt, nem içerikli, yani çevresel maliyetlerinin yüksek olduğu unutulmuştur. Nihai ÇED raporu kapsamlı bir fayda-maliyet analizi içermemekte hatta yanlış argümanlara dayanarak fayda tespiti yapmaktadır.
2- Toprak-Su Varlıkları ve Tarımsal Faaliyet
Eskişehir ve söz konusu projenin planlandığı Alpu Ovası tarımsal açıdan önemlidir. Coğrafi konumu nedeniyle önemli ticaret yollarının geçtiği bir kavşak da olan Eskişehir, birbirinden farklı iklim özellikleri gösteren üretim alanlarına sahip ve bu farklılıklar sayesinde Orta Anadolu Bölgesi’nin diğer birçok yöresinde yetiştirilemeyen tarım ürünlerini yetiştirebilen bir ildir. Farklı özelliklere sahip ve yılın değişik mevsimlerinde elde edilen ürünler sayesinde, hem üretici hem de il ekonomisine yıl boyunca büyük katkılar olmakta, istihdama önemli destek sağlanmaktadır.
2002 tarihli Tarım Master Planı’na göre Eskişehir ili iklim, arazi formu, toprak yapısı ve/veya arazi örtüsüne göre dört agro-ekolojik bölgeye ayrılmıştır. Dava konusu projenin planlandığı alan III. agro-ekolojik bölge içinde kalmaktadır. III. agro-ekolojik bölgenin tarım alanlarının çok büyük kısmı mutlak tarım arazisidir. İlin sulanan alanlarının en önemli kısmı yine bu alanlarda yer almakta olup, bu agro-ekolojide yer alan sulanabilir alanların %70’ten fazlasında halihazırda sulu tarım yapılmaktadır. Eskişehir’de üretilen buğdayın %50’sinden fazlası, arpa ve yulaf üretiminin %50’ye yakını, şekerpancarı üretiminin %60’tan fazlası, yoncanın %60’tan fazlası, silajlık mısırın %70’ten fazlası ve kuru fasulye üretiminin %25 kadarı bu bölgeden elde edilmektedir. Büyükbaş hayvancılık bakımından da önemli olan bölge, ilin büyükbaş yetiştiriciliğinde %50’nin üzerinde bir paya sahiptir.
Bölgenin tarımsal niteliğini bozma riski taşıyan, literatürün toprak ve su kaynaklarına olumsuz etkilerini ortaya koyduğu, kirletici niteliği yüksek bir tesis projelendirilmiş ve çevresindeki arazi kullanım kararları ile ilgili ilişkisi kurulmadan, planlama disiplininin gerektirdiği ilkelerle yer seçimi karar süreci yürütülmeden ÇED süreci başlatılmıştır.
Bütünleşik bir planlama ve arazi kullanımı yaklaşımı yerine, meselenin yatırımcı tarafından herhangi bir sanayi tesisi gibi proje düzeyinde değerlendirilmesi ve bunu yaparken bile yeterli özenin gösterilmemesi sorunludur. Eskişehir ve söz konusu projenin planlandığı Alpu Ovası’nın tarımsal önemi dikkate alındığında, nihai ÇED raporunda Eskişehir’in toprağına ve tarımsal faaliyetlerine dair sunulan bilgi ve değerlendirme yetersizdir.
Çiftçilerin Sorunları
Dava konusu nihai ÇED raporunda “… Faaliyet halindeki derin su kuyularının olumsuz etkilenmemesi için gerekli tedbirler alınacak ve mevcut kuyuların ve sulama tesisi bedellerinin tamamı yüklenici tarafından karşılanacaktır” denmiştir. ÇED raporunun ÇED mevzuatına göre bu olumsuzları öngörmesi ve çözüm önerilerini sunması beklenir. Dava konusu ÇED raporu olası etkileri ve önlemleri sunmaktan uzaktır.
Karo Sahası
ÇED raporuna göre toplamda 2.202 kişiye servis sağlayacak “Alpu-B Sektörü Rezerv Sahası’nda 1 adet karo sahası yer alacaktır. Karo sahası alanı yaklaşık 30 hektar olarak belirlenmiştir.” Ancak karo sahası olarak önerilen alan tarım arazisi niteliğindedir ve bu 30 hektarlık alanın tarım dışına çıkarılması için herhangi bir Toprak Koruma Kurulu kararı ya da Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı kararı alınmamıştır. Ayrıca 6,7 kilometrelik kömür madeninden termik santrala kadar kömürü taşıyacak bant konveyör sistemi de tarım alanları üzerinden geçecektir. Bant sisteminin toz emisyonuna kadar bir hesaplama ya da modelleme yapılmamıştır. Dava konusu ÇED raporu senede en az 7,8 milyon ton kömür taşıyacak sistemden kaynaklanacak tozumanın tarım alanlarına olası etkisi ya da olasının etkinin önlenmesine dair önlemleri içermemektedir. Alpu Ovası’nın ortasında hem termik santral kadar fazla hava kirliliğine neden olacak bir bant konveyör önerilmekte ancak herhangi bir önlemden bahsedilmemektedir.
Tarımsal Üretime Etki
Hava kirliliğinin toprak varlıkları ve tarım alanları için ciddi bir tehdit olduğunu literatür de teyit etmektedir. Bilimsel çalışmaların gösterdiği üzere, termik santral emisyonları, toprağın biyolojisini ve kimyasını etkilemektedir, Türkiye’deki yerli linyitlerin yüksek kükürt içeriği dikkate alındığında, asit yağmurları hem toprak hem de bitki sağlığını bozmaktadır. Ayrıca gerek madencilik gerekse termik santral faaliyeti ile verimli tarım alanları kirlenme, yok olma riski ile karşı karşıyadır.
Susuzlaştırma ile İlgili Belirsizlikler
Kömürün yeraltından çıkarılması için sahadaki suyun çekilmesi, yani sahanın susuzlaştırılması gerekmektedir. Bu operasyon, iki büyük risk taşımaktadır; ovanın su rejimin bozulması riski ve asit maden drenajı (AMD). Madencilik faaliyetinde projenin çevre ve iş güvenliği riskini en aza indirmek için bölgenin hidrojeolojisinin iyi anlaşılması elzemdir. Dava konusu ÇED raporu ise tamamlanmamış bir hidrojeolojik etüde dayandırılmıştır.
ÇED raporunda sulama amaçlı kuyuların durumuna, hangi kuyuların atıl kalacağına dair bir değerlendirme yapılamamıştır; susuzlaştırma için ne kadar suyun çekileceği, bu faaliyet nedeniyle taban suyunun ne kadar düşeceği, hangi sulama kuyularının atıl hale geleceği, susuzlaştırmada kullanılacak yöntemin detayları ve maliyeti belirtilmemektedir. Raporda sadece faaliyet alanı ve çevresindeki akarsulara ve kuru dere yataklarına zarar verilmeyeceği belirtilmektedir ancak hangi önlemlerle bunun gerçekleşeceğine yönelik herhangi bir bilgi sunulmamaktadır.
Tarımsal faaliyet açısından diğer kritik bir konu da dava konusu ÇED raporunda susuzlaştırma ile çıkarılacak su için oluşturulacak drenaj havuzları ve bu suyla tarım arazilerinin sulanması olasılığından bahsedilmesidir. Ancak havuzların nereye inşa edileceği, bu inşaat sürecinin olası çevresel etkileri, kullanılacak teknoloji, işletme maliyetleri, çıkacak suyu arıtmak için ne tür arıtma teknolojileri seçileceğine yönelik bir tespit ve açıklama yapılmamaktadır. ÇED raporunun amacı, söz konusu nihai ÇED raporundaki durumun aksine etkinin giderileceğinin taahhüdü değil, etkinin giderilmesi ya da en aza indirilmesi için hangi önlemlerin hangi teknolojilerle alınacağının açıklanmasıdır.
3- Hava Modellemesi, Emisyon Limitleri ve Kümülatiflik
Dava konusu nihai ÇED raporunda dış ortam hava kirliliğinin potansiyel etkisini değerlendirmek için AERMOD kullanılmıştır. Termik santralın 10 kilometre yarıçapı içinde kalan, yakın çevresindeki etkiyi görmek için bu tür modeller uygulanır. Ancak 10 kilometre mesafeden sonraki durumun modellenmesi için yetersizdir.
Dava konusu nihai ÇED raporunda “SKHKKY 6. Maddesi ğ bendi’nde “İşletmenin kurulu bulunduğu bölgede hava kirleticilerin Ek-2’de belirlenen hava kalitesi sınır değerlerini aşması durumunda işletmeci tarafından, valilikçe hazırlanan eylem planlarına uyulması gerekmektedir” denilmektedir. Bu kapsamda; “tesis faaliyete geçtikten sonra da Eskişehir Valiliği tarafından hazırlanacak eylem planlarına uyulacaktır” denmektedir. Hazırlanacak eylem programının içeriği, amacı, kapsamı belirsizdir. Eskişehir’in bir temiz hava eylem planı da bulunmamaktadır. ÇED raporu, olmayan bir plana atıfla taahhüt de bulunmaktadır.
Dava konusu nihai ÇED raporunun ekindeki Hava Kalitesi Modelleme Raporu SKHKKY yönetmeliğinde yer alan Pb (kurşun), Cd (kadmiyum), çöken tozda Pb ve bileşikleri, Cd ve bileşikleri, Tl ve bileşikleri ile toplam organik bileşikleri içermemektedir.
Nihai ÇED raporunda “… tüm bu etkiler; santralda herhangi emisyon azaltım tekniği uygulanmadığı Mevcut En İyi Teknikler Dokümanı’nda belirtilen emisyon azaltıcı tekniklerle donatılmayan tesislerde SKHKKY Ek-5’te Büyük Yakma Tesisleri için verilen yönetmelik sınır değerlerini aşıldığından ötürü karşılaşılan problemler arasındadır. Oysaki; yapımı planlanan santralde linyit kömürü kullanımı sonucu oluşacak kirletici emisyonların (SO2, NOX, PM, HCl, HF) değerlendirmesinde SKHKKY, HKDYY ile Endüstriyel Emisyonlar Direktifi (IEC, 2010/75/EU) ve IPPC Direktifi (2008/1/EC) kapsamında hazırlanılan Best Available Techniques Reference Document for Large Combustion Plants- Temmuz 2017 (BREF- Büyük Yakma Tesisleri İçin Mevcut En İyi Teknikler Dokümanı) dikkate alınmıştır” denilerek emisyon azaltım tekniklerinin uygulanması durumunda sanki emisyon sıfıra indirilebiliyormuş gibi bir algı yaratılmıştır. Oysa hiç bir baca gazı arıtım tekniği %100 arıtım sağlamaz. Zaten, nihai ÇED raporu incelendiğinde, en az salımı sağlayacak mevcut en iyi tekniklerin uygulanmadığı da görülmektedir.
Geniş Alandaki Kümülatif Etki
Eskişehir ilini merkeze alıp 100 kilometre yarıçaplı bir daire çizildiğinde, bu alan içinde dört işletmede (Tunçbilek TES (Kütahya), Seyitömer TES (Kütahya), Göynük TES (Bolu), Çayırhan-A (Ankara)), bir tane inşaat tamamlanmış (Yunus Emre TES (Mihalıççık Eskişehir), dava konusu santral ile birlikte iki tane de izin süreçleri devam eden aday kömürlü termik santral (Alpu TES -Tepebaşı, Eskişehir-, Çayırhan-B TES -Ankara) bulunmaktadır. Kömürlü termik santrallar, her yıl tonlarca kömür yakıp, kül ve gaz atık üreten, ciddi ölçüde kirlilik yükü yaratan tesislerdir. Hava kirliliği 1000 kilometreye ulaşan mesafelere taşınabilir. Dava konusu kömürlü termik santral ve kömür işletmesinin ÇED kapsamında uzun mesafeli kümülatif etki değerlendirme yapılması, hava kalitesinin geniş alanda modellenmesi ihtiyacı bulunmaktadır.
Dava konusu ÇED raporunda, kümülatif değerlendirmeye dair bir başlık açılmış “Kümülatif Etki Değerlendirmesi kapsamında bölgede bulunan emisyon kaynaklarının belirlenmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar kapsamında tesis etki alanını içinde ve çevresinde yer alan potansiyel emisyon kaynakları, yerleşim birimleri tespit edilmiş olup etki alanının içerisinde yer alan emisyon kaynakları modelleme çalışmasına dahil edilmiştir” denmiştir. Ancak önerilen santral dışında hangi tesislerin etkisi kümülatif değerlendirmeye alınmış olduğu açıklanmamıştır.
***
“Geri Dönülemez Bir Ziyan”
Melih Karasözen, TEMA Vakfı Odunpazarı İlçe Sorumlusu
TEMA’nın kuruluş amacı Hayrettin Karaca’nın deyimiyle “Toprak, toprak, toprak”. Kurulduğu 1992 yılından beri tüm çalışmalar, vakfın misyonu, hedefleri doğrultusunda hep Türkiye’nin en değerli doğal varlığımız dediğimiz toprağımızı ve ona bağlı olarak ekosistemdeki havayı, suyu biyolojik çeşitliliği korumak adına yapıldı. TEMA Vakfı olarak Alpu Termik Santralı projesine bu kapsamda yaklaşıyoruz. Burada kurulmak istenen termik santral, Ocak 2017’de Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen büyük ova sınırları içinde kalmaktadır. Büyük ovalar nitelikli tarımın yapıldığı, ürün kalitesinin iyi olduğu mutlak tarım arazileridir ve bu alanlarda yasa ile tarım dışı kullanıma izin verilmemektedir.
Eskişehir tarımı açısından burası önemli bir kaynak. Tabii sadece Eskişehir açısından değil, dünya nüfusunun giderek arttığını göz önüne aldığımız zaman gıda güvenliği sıkıntısı açısından da önemli. Arazinin % 70’i sulanabilir nitelikte ve DSİ’nin de burada yaptığı çok ciddi yatırımlar var. Bunların hepsi şu andaki plana göre termik santral alanında kalacak ve kullanılamayacak. Hem yapılmış bir yatırım ziyan olacak hem de tarımla ilgili çok ciddi kaynaklar geri dönülemez bir şekilde ziyan olacak. Dolayısıyla bizim bu konudaki yaklaşımımız öncelikli olarak tarım alanlarımıza sahip çıkmamız.
27 Eylül 2017 tarihinde Beyazaltın Köyü’nde ÇED halkı bilgilendirme toplantısı yapıldı. Buraya Eskişehir ve Ankara’dan yetkililer de geldi. Yöre halkı ve muhtelif STK’ların katıldığı bu toplantıda TEMA Vakfı olarak biz de söz aldık. ÇED ön raporunu inceleyip oradaki kaygılarımızı oluşturan 17 soru çıkardık ve yetkililere ilettik ama süreç çok hızlı ilerledi. O tarihlerde çevre düzeni plan değişikliği yapıldı ve söz konusu bölge tarım arazisinden enerji tahsis sahasına çevrildi. Bu arada Toprak Koruma Kurulu toplandı. Arazinin tarım dışı kullanılması orada gündeme getirildi. Nihai olarak Şubat ayında bakanlıkta İnceleme Değerlendirme Kurulu (İDK) toplantısı düzenlendi. O toplantıya da TEMA Vakfı olarak katıldık ve projeyle ilgili sakıncalı gördüğümüz noktaları belirttik. Ama Mart ayı başında da Eskişehir İl Çevre Müdürlüğü’nün web sayfasında nihai ÇED olumlu çıkmıştır diye ilan edildi.