Kısa dönemde yaşanan güçlüklerin ötesinde fosil yakıt bağımlılığını azaltarak yüzyıl ortasına kadar ortadan kaldırmak, enerjide fiyat dalgalanmaları ile tüketim maliyetlerini azaltmak, temiz ve güvenilir enerji arzı için yegane yöntem olarak görülmeli.
YAZI: Yael Taranto, SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Kıdemli Analisti
2022 yılına tüm dünya COVID-19 sonrası yükselen enerji talebi ve katlanan enerji fiyatları ile girdi. Diğer taraftan, Ukrayna’daki savaş, yaşanmakta olan sorunları ağırlaştırdı. İnsani kayıpların ötesinde savaş ve yaptırımlar Avrupa ve Türkiye için enerji, gıda, madenler gibi temel maddelere erişimde sıkıntıları gündeme getirdi. Bu ortamda petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil yakıt fiyatları yılbaşındaki düzeyleri de aşarak önemli ölçüde yükselirken, hafızalarda 1970’lerde yaşanan petrol krizleri canlandı. İçinde bulunduğumuz dönemin bu anlamda önceki dönemlerden en önemli farkı enerji krizinin iklim krizi ile birlikte ortaya çıkması. Bu bağlamda verimli ve ağırlıkla yenilenebilir kaynakları kullanan, düşük karbonlu enerjiye dayalı bir ekonomiye geçiş arz güvenliği açısından kritik önem taşıyor.
1970’li yıllardaki petrol krizi ithalatçı ülkelerde ulaştırmada enerji verimliliğini, ısıtma, sanayi ve elektrik üretiminde ise doğalgaz ve kömür gibi petrole alternatif fosil yakıtlara ve kısmen nükleer enerjiye geçişi tetiklemişti. İklim değişikliği tehdidi ise ancak 1990’lardan sonra uluslararası gündemde yerini almıştı. Günümüze dönecek olursak, mevcut krizin hemen öncesinde dünya ülkeleri iklim felaketini önlemek için COP26’da bir araya gelmiş, önümüzdeki 30 yıl içinde karbon salımlarını sıfırlamak için taahhütlerde bulunmuştu. Toplantı öncesinde Türkiye de Paris Anlaşması’nı onaylayarak 2053 yılına kadar karbon nötr olma hedefi açıklamıştı. Bugün bulunduğumuz noktada toplam karbon salımının %90’ınından sorumlu olan 135 ülke bu salımları sonlandırmayı taahhüt ediyor. Böylece fosil yakıt kullanımının ağırlıkta olduğu mevcut enerji sisteminden %100 yenilenebilir veya karbonsuz enerjiye geçişi öngören yeşil dönüşüm temel gelecek vizyonu haline geldi.
Elektrik Üretiminin Tamamı Karbonsuzlaşabilir
Peki, bu dönüşüm teknik ve ekonomik açıdan ne kadar mümkün? İklim taahhütlerini yerine getirirken aynı zamanda enerjiye güvenilir ve düşük maliyetli bir şekilde ulaşabilecek miyiz? Son 20 yıldaki gelişmeleri değerlendirdiğimizde, yenilenebilir kaynaklara dayalı güvenli bir enerji sistemine erişmenin teknolojik ve ekonomik açıdan mümkün olduğunu görüyoruz.
2000’li yılların başından bu yana elektrik üretim maliyetleri başta güneş ve rüzgar enerjisi olmak üzere tüm yenilenebilir enerji kaynakları için çok hızlı bir şekilde azaldı. Türkiye için güneş ve rüzgardan elektrik üretmek artık kömür ve doğalgaza kıyasla daha düşük maliyetli ve maliyet düşüşünün özellikle güneş ve rüzgar enerjisinde önümüzdeki 30 yıl boyunca sürmesi bekleniyor. Maliyetlerin öngörülebilirliği açısından da yakıt gideri olmayan yenilenebilir kaynaklar, yüksek fiyat dalgalanmalarına maruz kalan doğalgaz ve kömüre kıyasla avantaj sağlıyor. Hızla gelişen ve maliyetleri düşen batarya enerji depolama teknolojileri ile elektrik şebekesinin esnekliğine katkı yapan diğer çözümler de, dijitalleşmenin getirdiği olanaklarla birlikte, yenilenebilir kaynakların elektrik tüketiminin giderek daha büyük bölümünü karşılayabilmesine olanak sağlıyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde şebekede ve tüketim noktalarında yani evlerimizde, işyerlerimizde elektriğin depolanması için kullanılan batarya maliyetlerinin daha da azalması ve kullanımının yaygınlaşması bekleniyor.
Daha Güvenli Ve Temiz Enerji Teminine Doğru İlerleme Sürüyor
Türkiye elektrik şebekesi için yapılan çalışmalar, 2030 yılına kadar şebekede planlanan yatırımların gerçekleşmesi ve esneklik seçeneklerinden faydalanılması durumunda, elektrik üretimindeki rüzgar ve güneş enerjisi oranının bugünküne kıyasla 2,5 kat artışla %30 seviyesine çıkabileceğini, hidroelektrik, biyogaz ve jeotermalle birlikte yenilenebilir enerjinin toplam payının %50’yi aşabileceğini gösteriyor. Doğru bir planlamayla, önümüzdeki 30 yıl içinde elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payının %100’e ulaşması, böylelikle Türkiye’nin elektriğe sıfır karbonlu, güvenilir ve düşük maliyetli bir şekilde erişmesi mümkün görünüyor. Bu dönüşüm aynı zamanda elektrik üretiminde ithalata ve yerli de olsa rezervi kısıtlı kaynaklara bağımlılığı azaltarak enerji arz güvenliğine önemli katkı sağlayacak.
Gördüğümüz gibi karbonsuz elektrik üretimi teknik ve ekonomik açıdan ulaşılabilir bir hedef. Aslında Türkiye bu doğrultuda epey mesafe almış durumda. Son 20 yılda elektrik talebi 2,5 kat artarken elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payı %25’ten %42’ye ulaştı. Başta rüzgar ve güneş olmak üzere hidroelektrik dışındaki kaynakların payı ise sıfırdan %17’ye geldi. Bu arada enerji verimliliğinde de artış oldu; birim ulusal gelir artışı için harcanan enerji miktarı (enerji yoğunluğu) yıllık %1’den fazla azaldı. Bu gelişmeleri hızlandırarak sıfır karbon hedefine doğru ilerlemeyi sürdürebiliriz.
Peki, fosil yakıtlar olmadan ısıtma ve ulaştırmada güvenilir enerji arzını sağlayabilir miyiz? Elektrik sektörü dışındaki sektörlerde enerji dönüşümü Türkiye’de de dünyada da henüz başlangıç aşamasında bulunuyor. Ulaştırma, sanayi ve ısıtmada enerji tüketiminin karbonsuzlaşması için ilk etapta bu sektörlerde fosil yakıtların yerini giderek yenilenebilir enerjiden üretilen elektriğin alması gerekecek. Bu kapsamda ulaştırmada elektrikli araçların, binalarda ise ısıtmada ısı pompaları ve elektrikli ocakların kullanımında artış gerekecek. Elektrifikasyonun güç olduğu karbon-yoğun sanayi kollarında, havayolu, denizyolu ve uzun mesafe yük taşımacılığında ise su ve yenilenebilir elektrikten üretilen yeşil hidrojene yönelmek mümkün.
Arz Güvenliği Ve Karbonsuzlaşma İçin Planlama Şart
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ve Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) gibi uluslararası kuruluşlar ve belli başlı devletler yeşil dönüşüm için ayrıntılı teknik çalışmalar yapıyor. Avrupa Birliği başta olmak üzere belli başlı ülkelerde yeşil dönüşümün tüm sosyal ve ekonomik boyutlarıyla birlikte planlanarak dönüşüme önemli miktarda kaynak ayrıldığını görüyoruz. Bu kapsamda 2030 yılına kadar kapsamlı bir yeşil altyapı dönüşümü için Avrupa Birliği 1,8 trilyon euro, ABD ise 1,8 trilyon dolar tutarında kamu kaynağını harekete geçirdi. 2030 ve 2050 yılları perspektifinde tüm ülkelerde benzer çalışmaların yapılması ve gerekli finansal kaynakların teminine yönelik politika ve eylemlerin gündeme alınması önem taşıyor.
Türkiye’de de 2022 yılı itibarıyla 2053 yılında net sıfır karbon hedefine ulaşılabilmesi için planlama yapılması ve politikaların belirlenmesi için hem kamu, hem de kamu dışı kuruluşlarda çabalar yoğunlaşıyor. Bu bağlamda önümüzdeki iki yılda dönüşümün teknik, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla planlanması için modellemeleri de kapsayan önemli çalışmalar gündemde.
Diğer taraftan, bölgesel çatışmaları da kapsayan uluslararası ortam ve bunun getirdiği ekonomik güçlükler tüm taraflarda kısa vadeli çözümlere yönelmeyi de beraberinde getirebiliyor. Bunun yanı sıra AB ülkeleri petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılığı azaltmak üzere acil planları devreye almaya başlıyor. Bu planların kömürden çıkışı geciktirmesi olasılığı üzerinde tartışmalar halen sürüyor.
Kısa dönemde yaşanan güçlüklerin ötesinde fosil yakıt bağımlılığını azaltarak yüzyıl ortasına kadar ortadan kaldırmak, enerjide fiyat dalgalanmaları ile tüketim maliyetlerini azaltmak, temiz ve güvenilir enerji arzı için yegane yöntem olarak görülmeli.