Şimdi cesaret zamanı. Marshall Adaları Başkanı, hepimizin hayatta kalması için herkesin fedakarlık yapması gerektiğini söylüyor.
Yazı: David Kabua, Marshall Adaları Başkanı
Ülkem 30 yıl önce, 1991 yılının Eylül ayında Birleşmiş Milletler’e (BM) katıldı. Ancak şimdi diğer üye devletler eyleme geçmezse, iklim değişikliği nedeniyle yok olacak ilk ülke olacağız.
BM Genel Toplantısı, New York’ta buluşup kuruluşunun 75. Yıldönümünü kutlarken, 193 ülkeden kaç tanesi yüzüncü yıldönümünü görebilecek diye sormalıyız.
Eskiden, Marshall Adaları yurttaşları kanolarla mercan adaları arasında seyahat etmişti. Açık suda olabilecek tehlikelere karşı uyarmak için her gece bir bekçi oldu.
Bugün dünyanın bekçisi ise biziz.
İklim değişikliği burada. Benimki gibi ön safhadaki ülkeler, hayatta kalmak için nasıl adapte olabileceklerini planlıyorlar. Ancak gelişmiş ülkeler Paris Anlaşması’nın taahhütlerini yerine getirmedikçe ve bize ihtiyacımız olan desteği sağlamadıkça bunu yapamayacağımızı biliyorlar.
Bu pandemi, birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzun bir hatırlatıcısı. COVID-19’un yayılmasının başlangıcında sınırlarımızı erken kapattık ve bu acil eylemle birlikte hiçbir vaka yaşanmadı.
Ancak izolasyonun maliyeti de büyük.
Küresel tedarik zincirlerine olan bağımlılığımız güvenlik açıklarımızı ortaya çıkardı. Ekonomimizin bel kemiğini oluşturan balıkçılık sektörü tehdit altında.
Birçok ada ülkesi için salgın daha da yıkıcı oldu. Turizmin çöküşü, gelecek nesillere yıkıcı bir borç bırakırken, iklim krizine yanıt vermek için daha az kaynağa sahip olacak.
Alçakta bulunan mercan adalardan oluşan bir ulus olarak, bu zorlukları tek başımıza çözemeyeceğimizi biliyoruz. İklim değişikliğiyle mücadelede öncüyüz; Paris Anlaşması’nı imzalayanların her beş yılda bir sunması gereken güncellenmiş iklim planları kapsamında iyileştirilmiş hedeflerini sunan ilk ülke biz olduk.
Savunmasız uluslar arasında yalnız değiliz. İklim krizinden en çok zarar görecek olan Küçük Ada Devletleri İttifakını oluşturan diğer 43 devletin yanında yer alıyoruz.
Ancak en cesur ulusal eylemler bile geleceğimizi güvence altına alamaz. Büyük yayıcılar sözlerini tutmalı, yoksa ülkemin hayatta kalma yolu tehdit altında.
1.5 derecelik ısınma ile sınırlı kalsak bile, tüm ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlaması gerekecek.
Bugünün küresel sıcaklık artışındaki 1 derecelik tahmininin etkisini, yıkıcı okyanus dalgalarında, yoğun kuraklıklarda ve giderek artan sivrisinek kaynaklı salgınlarında hissediyoruz.
Bugün, hükümetim ulusal bir uyum planı üzerinde sıkı çalışıyor ve ülke genelindeki topluluklara ulaşıyor.
Halkımın yalnızca hayatta kalmayı değil, aynı zamanda daha adil bir geleceği güvence altına alacak bir şekilde uyum sağlama kararlılığından ilham alıyorum.
Bunu başarmak için, gelişmiş ülkelerin “kayıp ve zarar” ilkesine sadece sözde hizmet etmesini göze alamayız. Açıkça söylemek gerekirse, sadece vaatlere değil, fonlara ihtiyacımız var.
Geleceğimiz, gelişmekte olan dünyanın hakkı olan ve gelişmiş dünyanın harekete geçirmeyi kabul ettiği yıllık 100 milyar dolarlık iklim finansmanına bağlı. Uluslararası işbirliği test ediliyor. Çok taraflılığa her zamankinden daha fazla ihtiyaç var, ancak geri adım atılıyor.
Dünyanın en büyük iklim müzakeresi COP26’nın haklı olarak ertelenmesi, ertelenmiş eylem için bir mazeret olamaz.
Daha da sinir bozucu bir şekilde, COVID-19 kurtarma harcamalarının getirdiği fırsat israf edilme riskini taşıyor. Mevcut trilyonlarla, küresel ekonomiyi sıfır karbonlu bir geleceğe dönüştürmek için eşi görülmemiş bir şansımız var.
Bunun yerine, birçok hükümet, diğer ulusların kendi kaderini tayin hakkını doğrudan baltalayan eylemlerde bulunuyor.
Sanayileşmiş ülkelerdeki bazı meslektaşlarım fosil yakıt endüstrisini sübvanse etmeye, kömüre yeniden yatırım yapmaya devam ediyor. Ya da kirleticileri koşulsuz olarak kurtarmaya.
Şimdi şefkat ve cesaret zamanı; ülkelerin, hepimizin hayatta kalmasının fedakarlık ve dayanışma gerektireceğini kabul etmeleri için.
En savunmasızların korunmasını, çabalarımızın merkezine yerleştirirsek, kalıcı bir iyileşme adına savaşma şansımız olur.
Gezegenin varoluşsal meydan okuması karşısında, BM üyeleri, hareketsizliğin getireceği geleceği düşünmeli – bu asil kurumun safları azalabilir.
Tüm devletlerin egemen olduğu varsayılır, ancak hepsi eşit: BM’de hepimizin masada bir koltuğu var.
Marshall Adaları, bir sonraki BM yıldönümünde orada olabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor.
Asıl soru ise: Küresel ailemiz de koltuğumuzu kurtarmak için gerekeni yapacak mı?
Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.