İklim Haber’in KONDA Araştırma şirketi ile birlikte gerçekleştirdiği “Türkiye’nin İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması” adlı çalışmaya “Termik Santralın Tercih Edilmemesi Tarihsel Deneyimin Ürünü” yazısıyla katkı veren Yeryüzü Derneği’nden Dr. Akif Pamuk yazısında, Türkiye halkının kömürlü termik santralları tercih etmemesinin ardında yatan nedenleri ele alıyor. Pamuk’a göre “Termik santrallarının çevresel etkilerinin sosyal yaşamda görünür olması enerji tercih yönelimlerinde temel belirleyicilerinden”. Dr. Arif Pamuk’un yazısını İklim Haber okuyucuları ile paylaşıyoruz…
Türkiye’nin enerji tercih yönelimlerine bakıldığında elektrik enerjisi üretiminin tarihsel deneyimlerinin izlerini görmek mümkündür. Türkiye’deki ilk termik santral bugün İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Santral İstanbul Kampüsü’ne adını veren Silahtarağa Elektrik Santralı’dır. 1983 yılına kadar çalışmaya devam eden termik santralın sosyal yaşam üzerine etkileri İstanbullular tarafından deneyimlenmiştir. Benzer biçimde Türkiye’nin en büyük linyit yataklarının yer aldığı Afşin-Elbistan, Muğla, Soma, Tunçbilek, Seyitömer, Konya, Beypazarı, Adana, Tufanbeyli ve Sivas havzalarında kurulan termik santrallarda benzer öyküler üretmiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda ilk üniteleri açılan termik santrallara 1980’li yıllarda diğer üniteleri eklenerek ikinci altın çağını yaşar. 1914 yılından bugüne Türkiye’de yaşayan bireylerin termik santrallara dair deneyimleri toplumun bilgi stokunu oluşturmaktadır.
Termik santrallarının çevresel etkilerinin sosyal yaşamda görünür olması enerji tercih yönelimlerinde temel belirleyicilerindendir. Termik santralların göstergelerinin hava, toprak, su ve tarımsal kirlilik gibi yaşamın temel aksında yer alan alanlara ek olarak, radyasyon, asit yağmuru gibi insan sağlığına direkt etki eden faktörleri çalışmaya katılan bireylerin tercihlerinde etkilidir. Bunlara ek olarak termik santralların iklim değişikliğine etkileri göz önüne alındığında katılımcıların termik santralı tercih etmemeleri, tarihsel deneyimin bir ürünü olarak görülebilir. Başka bir deyişle termik santralların istimlak meselelerinden dolayı mülkiyet hakkını, baca külü, atık külü ve atık su problemlerinden dolayı sağlıklı çevrede yaşama hakkını, tarımsal üretimin etkilenmesinden dolayı çalışma hakkını, temiz gıdaya ve suya ulaşma hakkını ihlal etmesinin, araştırmaya katılanların termik santralları enerji yönelimlerinin dışında tuttuğunu söyleyebiliriz.
Benzer biçimde Türkiye’de nükleer santral olmamasına rağmen Çernobil sürecinde yaşanan deneyimler ve Fukuşima felaketinin sağlık etkileri nükleer enerji konusunda katılımcıların temel yaklaşımında belirleyicidir. Özellikle Karadeniz’de yaşanan HES deneyimleri 1990’lı yıllarda Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) özelinde HES’e dair pozitif olan algıyı araştırmada görüleceği üzere negatife çevirmiştir.
Araştırma sonuçlarında katılımcıların yaşadıkları bölgede kurulmasına karşı çıkacakları enerji santrallarının nükleer, kömür ve hidroelektrik olmasını, ilgili enerji tercihlerinin yaşam hakkını ihlal etmelerinin bir sonucu olarak görmek mümkündür. Diğer taraftan güneş ve rüzgarın tercih edilmesinde temel belirleyici, bu enerji yönelimlerinin katılımcıların yaşam stillerini ve yaşam kalitelerini en az etkilemesi ve yaşam haklarını ihlal etmemesidir.
“Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması” adlı çalışmanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.