CAN Europe Türkiye ekibi, dönüşümün her yerde olduğu gibi Türkiye’de de tüm paydaşların birbirini yönlendirmesi, beslemesi, tetiklemesi ile gerçekleşebileceğini söylerken, “Dönüşümün adil olabilmesi, tüm tarafların birbirleri ile işbirliği içinde olması ve hepsinin, insan haklarını ve ekolojik hakları temel alarak, kendi perspektifinden diğer tarafları yönlendirmesi ve bilgilendirmesi ile ancak mümkün olabilir” diyor.
YAZI: Burak Yalçınyiğit, Bulut BAGATIR
Adil dönüşüm kavramının köküne inebilir miyiz? Ne zamandır tartışılan bir kavram bu ve ilk olarak hangi ihtiyaç çerçevesinde ortaya çıktı? Sonunda buraya nasıl evrildi?
Bu kavram İkinci Dünya Savaşı sonunda ekonomilerin savaş ekonomisi olmaktan çıkması ve buna bağlı oluşacak istihdam kaybı tartışmaları ve barış aktivistlerinin “Barışla İşler” (A Jobs with Peace) kampanyalarında ekolojik, antimilitarist iş talepleri ile başladı. 1970’lerde “Bombayı yasaklayın” (Ban the Bomb) nükleer silahsızlanma kampanyası savunucularından ve Petrol, Kimya ve Atom İşçileri Sendikası liderlerinden Tony Mazzochi, silahsızlanma talebinin istihdam üzerindeki etkili olabileceğini değerlendirerek barışçıl bir dünyada, temiz işler için işçilere eğitim ve destek verilmesini savundu. 1992’deki Rio İklim Zirvesi’nin ardından, fosil yakıtların iklim değişikliğine yol açtığının teyit edilmesiyle, Mazzocchi’nin mesleki eğitim fikri, enerji dönüşümünde işçileri destekleyecek “süperfon” fikrine evrildi ve çevre hareketi, süperfon (superfund for workers) fikrini “adil dönüşüm” (just transition) olarak güncelledi. Çevre örgütleri ve işçi sendikalarının çalışmaları ile adil dönüşüm, “iş gücünün adil geçişi” ve “onurlu ve kaliteli istihdamın yaratılması” sözleri ile Paris Anlaşması’nda da yer buluyor. Yıllar içinde ekoloji ve emek hareketlerinin çabaları ile önemli bir gündem maddesi olan adil dönüşüm bugün dünyanın pek çok noktasında çeşitli paydaşlar tarafından destekleniyor.
Adil dönüşüm tartışmalarında “yoksulluğun kökünün kurutulması” kavramı geride bırakılıyor gibi. Adil dönüşüm kavramının kapsadığı toplumsal kesimleri iklim adaleti kavramını da göz önünde bulundurarak nasıl çerçeveleyebiliriz?
İklim adaleti, iklim krizine karşı en kırılganların haklarını koruyarak, iklim krizinin toplumlara getirdiği/getireceği yüklerin adaletli bir şekilde paylaşılmasını hedefler. Enerji dönüşümünde de dönüşümün getireceği ekonomik değişikliklerden en fazla etkilenecekler fosil yakıt bölgelerinde yaşayan halklar, bu sektörde çalışan işçilerdir. Adil dönüşümün merkeze aldığı “kimseyi arkada bırakmama” prensibi de öncelikle en çok etkilenenlere odaklanır. Adalet kavramını içermeyen, sadece fosil yakıtların ortadan kalktığı ve yerini yenilenebilir enerji kaynaklarının aldığı enerji dönüşümü ekonomik sebeplerle kendisini zaten gerçekleştiriyor. Adil dönüşüm kavramı devreye girdiğinde ise hükümetlerin enerji dönüşümüne uyumlu taşımacılık, barınma, gıda, giyim vb. sektörleri oluşturması, geçiş sürecinde yurttaşları ve iş gücünü desteklemesi var. Adil dönüşüm ve iklim adaleti kavramları, tanımları gereği yoksulluğun kökünün kurutulmasını kapsar. Bizim de adil dönüşüm için referans aldığımız tanımlardan Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) adil dönüşüm tanımında da “yoksulluğun kökünün kurutulması” dile getiriliyor.
Görüştüğümüz işçiler bölgelerinin kalkındırılmasını, kendilerine fırsatlar yaratılmasını, bulundukları şehirde kalmayı tercih edeceklerini, gerekirse göç edebileceklerini belirtiyorlar. Ancak şu an için büyük bir umutsuzluk da var çünkü ellerindeki tek işin bu olduğunu, geçimlerini santrallardan sağladıklarını belirtiyorlar. Tüm buradan bölgesel kalkınmanın önemini anlayabiliyoruz. Adil geçiş bölgesel ekonomileri yeniden şekillendirmede nasıl bir rol oynayabilir?
Yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretiminin maliyetinin düşmesi, dünya genelinde başta kömür olmak üzere fosilden çıkış eğilimi ile fosil yakıt sektöründe istihdamdaki düşüş giderek artacak. Sorun sadece istihdamla da sınırlı değil, fosile dayalı bir yerel ekonominin dönüşmesi gerekiyor. Bu şartlar altında hükümetlerin acilen fosil yakıt ekonomisine bağımlı hale gelmiş yöreler için de çıkış seçenekleri sağlaması gerekiyor. Yerel kalkınma planları ile enerji dönüşümünü bölgeler özelinde fırsata çevirmek mümkün. Eski kömür sahalarının rehabilitasyonu, yeni ekonomik sektörlerin yaratılması için destek mekanizmaları, bunlar için gereken beceri dönüşümü, kalkınma planları kapsamında çalışılmalı. Bunun pek çok örneğini bilgi notumuzda görebilirsiniz. Hükümet ve sendikaları katılımı ile gerçekleşen Danimarka ve İspanya, ekolojik dönüşüm için iyi bir örnek olan İngiltere örneklerine bakabilir. Bilgi notuna ek olarak, yakın zamanda gündem olan, bölgede faaliyet gösteren bir şirketin ve halkın ortak çalışması ile adil bir geçiş örneği ortaya çıkan Navajo örneklerine bakabilir.
Dünyada birçok adil dönüşüm örneği mevcut. Bilgi notunuzda şöyle deniliyor: “Mevcut örneklerin bazıları ilerici politikalar sayesinde hayata geçirilirken, diğerleri ise sendikalar, sivil toplum örgütleri ve kamu şirketleri tarafından zorlanan toplumsal ve ekonomik çözümler olarak gündeme geliyor.” Türkiye şartlarını göz önünde tutarsak hangi seçenek bizim için daha gerçekçi?
Bilgi notunda derlediğimiz örnekler sizin de bildiğiniz gibi iki ana başlık altında toplanıyor. Başarılı (adil olan) ve başarısız (adil olmayan) dönüşüm örnekleri. Bu örneklerde öne çıkan aktörler (hükümet, özel sektör, yöre halkı, sivil toplum, sendika) farklı olsa da başarılı örneklerde göreceğiniz üzere aslında hepsinin katılımı gerekiyor. Tüm bu paydaşların katılımı olmadığında başarısız/geç kalınmış dönüşüm örnekleri ile karşılaşıyoruz. Bu çalışma için örnekleri seçerken Türkiye ile bağlantı kurulabileceklere de yer vermeye özen gösterdik. Maalesef farkedeceğiniz gibi benzer görünen örnekler yüklü devlet teşviklerinden yararlanmasına rağmen zarar eden kömür madenleri (Ukrayna), aniden kapanan madenler sonucu işçilerin işsiz kalması (Bulgaristan) gibi örnekler. Bildiğiniz gibi Türkiye’de henüz bir kömürden çıkış planı yok, dolayısıyla bir adil dönüşüm planı/bütçesi de yok. Dolayısıyla ilk olarak ihtiyacımız olan bu politikanın hayata geçmesi, sonrasında da yerel ekonomik inisiyatiflerin hayata geçmesi. Dönüşüm her yerde olduğu gibi Türkiye’de de tüm paydaşların birbirini yönlendirmesi, beslemesi, tetiklemesi ile gerçekleşebilir. Dönüşümün adil olabilmesi tüm tarafların birbirleri ile işbirliği içinde olması ve hepsinin, insan haklarını ve ekolojik hakları temel alarak, kendi perspektifinden diğer tarafları yönlendirmesi ve bilgilendirmesi ile ancak mümkün olabilir. Şirketler gibi ekonomik paydaşlar kadar belediye, çevre STK’ları, sendikalar gibi toplumsal paydaşların da sürece dahil olması adil dönüşümün tüm taraflar için “adil” olması için şart yoksa adil dönüşüm, fosil firmaların tazminat mekanizmasına dönüşebilir.
Görüşme gerçekleştirdiğimiz işçiler adil dönüşüm sürecinde söz hakkı istediklerini, işçilerin sorunlarıyla konu hakkında çalışan STK’ların ve sendikaların ilgilenmediklerini, sahaya inmediklerini belirttiler. Böyle bir ortamda işçilerin talebinin hayata geçmesi için neler yapılabilir? Bu kadar fazla insanı ilgilendiren bir konuda doğru ve etkili bir iletişim olmazsa olmazlar arasında duruyor…
Adil geçiş sürecinde işçilere söz hakkı tanınması zorunluluk olarak değerlendirilmeli. İşçilere söz hakkı tanınmayan bir enerji dönüşümünün adil olmasından söz edilemez. İşçiler, yöre halkları ile birlikte hem fosil yakıt bağımlılığının birincil mağdurları hem de geçiş sürecinin esas özneleridir. Geçişin adil olmasının ilk koşulu da işçilere söz hakkı verilmesi ve geleceklerini güvence altına alınmasıdır. İşçilerin fikrini ve desteğini almayan bir geçiş süreci çok önemli bir paydaşını kaybedecektir. Diğer paydaşlar enerji dönüşümü sürecini işçileri dahil etmeden adil olsun olmasın, planladıkları gibi yürütemezler. İşçilerin ve yöre halkının dahiliyeti planlama aşamasına sürecin nasıl adil olacağının ve bölgenin yeni ekonomik aktivitelerinin neler olacağının haritasını çizecektir. Diğer yandan dönüşüm sadece iş gücünün dahil olmasından ve istihdamdan ibaret değil, dönüşümün iklimi merkeze alması için iklim ve enerji alanında faaliyet gösteren aktörlerin de bu süreçte rol alması gerekiyor. Katılımın nasıl sağlanacağı ise iyi örnekler ve saha çalışmaları ile yine işçiler ve yöre halklarıyla ortak planlanmalı.