;
Bilim

Deprem ve Kuraklık Bir Arada: Tarımsal Üretim Büyük Risk Altında

kuraklık

Deprem bölgesi Türkiye’nin hayvansal ve bitkisel tarım üretim alanının %15 ila %25’ini kapsıyor. Uzmanlar, bölgedeki hidrolojik ve tarımsal kuraklığa ek olarak depremin yol açtığı devasa sorunların da tarımsal kayba neden olacağını belirtti.

YAZI: Erhan ARCA

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün normalin yüzdesi metoduna göre hesapladığı 1, 3, 6, 9 ve 12 aylık Meteorolojik Kuraklık Durumu’na göre Türkiye’de kuraklık giderek şiddetleniyor. Deprem bölgesi başta olmak üzere Türkiye’de yaşanan kuraklığı ve gelecek riskleri su politikaları araştırmacısı Gökçe Şencan ve Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş ile konuştuk.

2020-2021 kuraklığının sonucunda Türkiye’nin tahıl rekoltesinde ciddi bir düşüş yaşanmıştı. Murat Türkeş, 2020-2021 kuraklığına benzeyen bu seneye 2022-2023 kuraklığı diyebileceğimizi ifade etti. Uzun ve sıcak geçen yazdan sonra yeni su yılıyla beraber Türkiye’de hava sıcaklıkları genel artış eğilimine ek olarak neredeyse ülkenin tamamının uzun süreli ortalamalardan daha sıcak gerçekleştiğini belirten M. Türkeş: “Önümüzdeki aylarda da hava sıcaklıkları Türkiye’de uzun süreli ortalama koşullardan, yani normallerden daha yüksek olabilecek. Bu artık klimatolojik bir gerçeklik” dedi.

2022 yaz sonundan bu yana yeterli yağış düşmeyen deprem bölgesinde henüz Türkiye’nin güneybatısı hariç 2020 -2021 yılının kuraklığının etkilerinin bitmediğini ve bu sene yeni bir kuraklıkla karşılaştığımızı söyleyen Murat Türkeş, 2022 Ekim’inden bugüne dek Türkiye’nin güneyi ve batı Akdeniz’i dışında büyük bir bölümünde kuvvetli, şiddetli ve aşırı kuraklıkların etkili olduğunu belirtti.

Depremlerin etkilendiği bölgeyi 2019’da ziyaret eden Gökçe Şencan, o zamanlar bile bölge halkının içme suyunun güvenilir olmadığını ve yazın kimi musluklardan su gelmediğini ifade ettiğini aktarırken kuraklığın iyi bir yönetimle, belki ilk kuraklık sinyalleri görüldüğünde tedbir alınarak, insanların mağdur olmayacağı şekilde daha iyi kontrol altında tutulabileceğini söyledi ve ekledi: “Bazen yönetim de iyi olmadığı zaman, mesela devlet hızlı yanıt veremediği zaman bu tür değişen koşullara kuraklığın kendisi bir afet oluyor, sonrasında da o devletin beceriksizliği bir afete dönüşüyor.”

Yeni Kurak Devre

Akdeniz bölgesi, iklim değişikliği bağlamında Dünya’nın en fazla etkilenen yerlerinden biri ve Orta Doğu’yu da içinde bulunduran Akdeniz havzasındaki sıcaklıklar ortalama olarak daha fazla yükseliyor. Paris Anlaşması doğrultusunda ülkeler küresel sıcaklık artışını sanayi devrimi öncesine göre 1.5 derecede sınırlamayı kabul ettiler. Ancak bu hedef yeterli emisyon azaltımı sağlanamaması nedeniyle ciddi anlamda tehlikede.

1.5 derece çıtasının Orta Doğu’da aşılmaya başlandığını belirten Gökçe Şencan, bölgenin iklim değişikliğinden etkilenmeye başladığını ve bu koşullar altında da hidrolojik kuraklık sıklığı, şiddeti ve süresinin uzamaya devam edeceğini söyledi.

Eskiden gelen kuraklık devresine yeni bir kuraklık devresinin de eklendiğini belirten Türkeş: “Hem 3 aylık hem 6 aylık standartlaştırılmış yağış indisi ve buharlaşmayı da dikkate aldığımızda ve yine hem 3 hem 6 aylık standartlaştırılmış yağış – buharlaşma indekslerine baktığımızda, Marmara’nın ve İç Anadolu’nun büyük bir bölümü, Doğu Akdeniz, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve ne yazık ki deprem coğrafyası; kuvvetli, şiddetli ve aşırı kurak olarak karşımıza çıkıyor” dedi.

Bundan sonraki süreçte ara ara iyi yağmur alacağımız dönemler olacağını ifade eden Gökçe Şencan, bu dönemler hakkında şunları söyledi: “Bu yıllar gittikçe daha tahmin edilemez, belki daha seyrek, daha aniden, çok kısa sürelerde yağmur görüldüğü ama sonrasında yağmurun kaybolduğu başka bir eğilime dönüşebilir. Bu yüzden hidrolojik kuraklık riski Türkiye’de ve komşu ülkelerde artmaya devam edecek.”

Deprem Bölgesinde Tarımsal ve Hidrolojik Kuraklık

Deprem bölgesi Türkiye’nin hayvansal ve bitkisel tarım üretim alanının %15 ila %25’ini kapsıyor. Murat Türkeş, deprem bölgesindeki hidrolojik ve tarımsal kuraklığa ek olarak çiftçiler ve tarımsal üretim üzerinde oluşan baskı nedeniyle tarımsal kayıpla da karşı karşıya olunduğunu belirtti: “Bütün bunları bir araya getirdiğimizde önümüzdeki aylarda deprem bölgesinde yaşananlar, oradaki hasarlar, tarımın bir süre belki geçmişteki gibi yapılamayacak olması, var olan gıda krizini ve yüksek gıda enflasyonuna, yüksek gıda fiyatlarına ne yazık ki olumsuz bir etki yapacak gibi duruyor. Önümüzdeki önemli görevlerden biri de kentlerin depreme dayanıklı kentler olmasının yanı sıra kentlerdeki tarımın da yine iklim değişikliği ve kuraklığa direngen hale getirilmesi gerekiyor” dedi.

Yaşadığımız Kuraklığın Geçmiş Kuraklıklardan Farkı

Deprem bölgesinde su kaynakları üzerinde ciddi bir ek baskı olduğunu ifade eden Murat Türkeş geçmiş kuraklıklar ile şu an yaşadığımız kuraklık arasındaki farkı şöyle açıkladı: “Birincisi talep giderek artıyor. İkincisi; şimdiki kuraklıkların bir başka özelliği sadece kuraklık yaşanmıyor, hava sıcaklıkları da geçmişe göre çok yüksek. Dolayısıyla buharlaşma ve terlemeyle olan kayıplar da fazla. Tarım alanlarının ve su toplama havzalarının iyi korunmaması, yanlış arazi kullanımı, araç kullanımı değişikliği, ormansızlaşma, madencilik faaliyetleri, otoyollar, abartılmış insan yapıları ve etkinlikleri kuraklığın etkilerinin daha fazla hissedilmesine yol açıyor.”

Yaklaşık 35 yıldır özgün ve veriye dayalı analizler yapan Murat Türkeş, bu değişimlerin son yıllarda, geçmişten farklı olarak, giderek kış yağışlarında da belirgin bir azalma eğilimi olduğunu, ancak artık kışın da bahar mevsimlerindeki gibi iki, üç, beş yılık periyodikliklerle yaşandığını söyledi: “Ciddi, kuvvetli, şiddetli kuraklıklar daha sık, daha şiddetli yaşanmaya başladı. Bu yaşadığımız kuraklığı geçmişteki kuraklıklardan ayıran en büyük özellik bu.”

Kaynak Kullanım Biçiminin Çevresel Zararları

Gökçe Sencan ise Türkiye’de yeraltı kaynaklarının kullanım biçiminin birkaç farklı seviyede çevresel zarara neden olduğunu aktardı. Örneğin suyun yeraltından nasıl bir havzadan çekildiğine bağlı olarak var olan bir kirliliğin yoğunluğu artırılabileceğini söyledi. Halihazırda kirli olan su kaynaklarından su çekilmeye devam edilmesinin ve kirliliğin aşağıya çökmesinin ya da sulama yapılmasıyla toprağa geri karışmasının zaten kirli olan yeraltı su kaynaklarının kirlenmesini hızlandırdığını belirtti.

Bunların yanı sıra su çekilmesinin de obruklar oluşturmasıyla ve bu obrukların evlerin, önemli bir santralin veya boru hatlarının geçtiği bir bölgede oluşma ihtimaliyle başlı başına bir sorun olduğunu ifade eden Gökçe Şencan, bu risklerin altyapıyı da tehdit ettiğini ve insanların evlerinde kullandıkları kuyuların da kurumaya başlayacağını ve su altyapısının ulaşmadığı bölgelerde insanların başka su kaynağının kalmamaya başlayacağına dair riskler olduğunu belirtti.