Greenpeace Akdeniz’in depremlere dair yayımladığı raporda, yaralarımızı sarmanın ilk adımının yaraları derinleştiren eşitsizliklere odaklanmaktan geçtiği vurgulanıyor.
Greenpeace Akdeniz, 6 Şubat’ta yaşanan yıkıcı deprem sonrasında, afet durumunun hâlâ devam ettiğine dikkat çeken ve toplumsal – ekolojik risklere karşı alınması gereken önlemleri içeren “Deprem Bölgesine İlişkin Değerlendirme Raporu” yayımladı.
Rapor, enkaz atıklarının yönetimi, enkaz depolama, büyük projelere yönelik çevresel riskler, doğa alanlarının korunması ve iklim krizinin bölgede neden olabileceği ikincil afetler gibi önemli konuları, uzmanların ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri ışığında ele alıyor.
Raporda, alınması gereken önlemler ekseninde 3 bölüm yer alıyor:
- Kirleticilere İlişkin Önlemler
- Doğa Alanlarının Korunmasına İlişkin Önlemler
- İklim Krizinin Neden Olabileceği Sorunlara İlişkin Önlemler
Raporda, Enkaz Atıklarının Yönetimi, Asbest ve Kanserojen Tozlar, Enkaz Depolama ve Büyük Projelere Yönelik Çevresel Riskler “Kirleticilere İlişkin Önlemler” başlığında değerlendiriliyor.
Raporun bu bölümünde önemle vurgulanan bazı noktalar şu şekilde:
– İstanbul Üniversitesi 2023 Depremleri Ön Raporuna göre bakanlıkça hasar tespiti yapılan binalardan oluşan toplam enkaz atık miktarının ~50 milyon ton ila ~110 milyon ton aralığında olacağı öngörülmektedir.
– Bina enkazlarının kaldırılması, binanın durumuna göre yıkımı, atıkların taşınması ve yönetimi insan ve doğa sağlığı için dikkatlice yönetilmesi gereken adımlardan oluşmalıdır.
– Enkaz atıklarına ilişkin en önemli tehditlerin başında binaların üretimi sırasında kullanılan asbest, kanserojen lifler ve toksik malzemeler gelmektedir.
– Asbestin liflerine çok kısa zamanlı bile maruz kalınması, maruziyetten 10 ila 40 yıl sonra asbeste bağlı mezotelyoma (akciğer zarı kanseri), gırtlak kanseri, yumurtalık kanseri ve asbestozis hastalıklarına neden olabilmektedir. Bu nedenle asbestin tüm formları Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ/WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ/ ILO) tarafından “kesin kanserojen” olarak tanımlanmıştır.
– Deprem bölgesindeki binaların neredeyse yarısından fazlası asbest ve kanserojen madde riski taşımaktadır. (TÜİK raporuna binaen)
– Asbest liflerinin havayla birlikte solunmasını engellemek için acilen arama-kurtarma faaliyetlerinin sonlandırıldığı enkazda ve yükleme faaliyetleri esnasında sulama yapılması; taşıma kamyonlarının üzerinin branda ile kapatılması ve geçiş güzergahlarının sulanması; enkazın kaldırılmasında görevli personelin FFP3 toz maskesi kullanması; enkaz kaldırma çalışmalarında halkın alandan uzaklaştırılması, eğer çadırkentlere yakın alanlardaysa burada bulunan halka FFP3 maskeleri temin edilmesi; enkaz alanlarında çalışanların düzenli sağlık takiplerinin yapılması son derece önemlidir.
– Enkaz atıkları yapı malzemelerinin dışında ev içindeki her türlü ahşap, elektronik, plastik, metal malzemeleri, tehlikeli atıkları ve organik maddeleri içinde barındırmaktadır. Bu durum enkazın kirleticilik özelliğinin artmasına neden olmaktadır. Enkaz atıklarının içindeki toksinler ve ağır metaller yağmur ve rüzgarla toprağa ve suya karışarak çok geniş bir alanda doğayı ve canlı sağlını tehdit eden birer kirlilik mekanizmasına dönüşebilir. Bu nedenle, enkaz atık alanı tarım alanı, baraj havzası, sulak alan, dere yatakları ve deniz kenarları başta olmak üzere hiçbir doğa alanına bırakılmamalıdır.
– Deprem bölgesi ekosistemler ve halk sağlığı açısından ciddi çevresel riskler oluşturabilecek tesislerin yoğun olduğu bir bölgedir. Bölgede 48 OSB yer alırken bu OSB’lerin 33’ünde üretim faaldir. Faal olan 33 OSB’nin 10’u ciddi hasarlıdır ve 4 bin tesisin önemli bir kısmında üretim durmuştur. OSB’lere ilişkin en önemli çevresel sorun hasarlı OSB’lerde ve çevrelerindeki endüstriyel tesislerde yaşanabilecek sıkıntılardır. Bu nedenle başta OSB alanları olmak üzere sanayi üretim merkezleri faaliyete geçmeden önce bu alanlar ve yakın çevresi sızıntı ihtimaline karşı takip edilmeli, gerekli düzenlemeler yapılmadan faaliyete açılmamalıdır.
– 6 Şubat’ta deprem ile başlayan ve söndürülmesi dört günü bulan İskenderun Liman yangını bölgede yaşanan en büyük çevre felaketlerinden birine dönüşmüştür. İskenderun Limanı Türkiye’nin en büyük dördüncü limanıdır. Liman yangınının çıkış nedenine ilişkin en temel iddia limanın kimyasal madde içeren konteynırları zayıf güvenlik tedbirleri ile bir arada bulundurmasıdır. Bu tarihe kadar yanan konteynırların içeriği ile ilgili bilgi verilmemiş olması ortaya tahmin edilemeyen bir kirlilik riskini çıkarmıştır. Yangının nedenine, ihmallere, çevresel etkilerine yönelik ve yangın esnasında ve enkaz kaldırmada yer alan görevlilerin sağlığına ve yasal süreçlere ilişkin kamuoyuna bilgilendirme yapılmalı ve süreçle ilgili soruşturma başlatılmalıdır.
Raporun “Doğa Alanlarının Korunmasına İlişkin Önlemler” başlıklı diğer bölümünde ise önemle vurgulanan noktalar arasında şunlar yer alıyor:
– Deprem bölgesi, yakından incelendiğinde 60’tan fazla korunan alana (tabiatı koruma alanı, milli park, tabiat parkı, yaban hayatı geliştirme sahası (YHGS), doğal sit vb.) ve canlı tür çeşitliliği bakımından uluslararası kriterle öne çıkan 35 Önemli Doğa Alanı’na(18) ev sahipliği yapmaktadır. Geniş sulak alan ekosistemlerinden, sedir, karaçam ve meşe ormanlarına ve dağ bozkırlarına uzanan bu çeşitlilik, bölgenin nadir canlı tür çeşitliliği hakkında da bilgi vermektedir.
– Türkiye’nin gelecek nesillere aktarma borcu olan korunan alanlar başta olmak üzere nesli tehlike altında bulunan türler için belirlenmiş olan Önemli Doğa Alanları afet sonrası yapılanma sürecinin her aşamasında mutlak şekilde korunmalıdır.
Raporun “İklim Krizinin Neden Olabileceği Sorunlara İlişkin Önlemler” başlıklı diğer bölümünde vurgulanan noktalar şunlar:
– İklim krizi ile birlikte Türkiye’de meteorolojik afetlerin şiddeti ve sayısı her geçen gün artmaktadır. AFAD’a göre 1980–2020 yılları arasında Türkiye’de 11.560 afet rapor edilmiştir. 1980–2000 yılları arasında 4.212 afet raporlanmışken, 2000-2020 yılları arasında afet sayısında %74,4 artış olmuştur. (7.348 afet)
– AFAD İl Afet Azaltma Planları (2022) deprem bölgesi illerinin meteorolojik afetlere ilişkin durumu hakkında öngörülerde bulunmaya imkân vermektedir. Bu raporlara göre afet illerinin bir bölümüne ilişkin riskler şehirlere özel olarak raporda belirtilmiştir.
– Deprem bölgesindeki iller iklim değişikliği ile doğrudan ya da dolaylı şekilde ilişkili afetler bakımından ciddi riskleri barındırmaktadır. Geçici ve kalıcı yerleşim alanları ile afetten etkilenen yurttaşların yeni afetlere maruz kalmaması için yerleşim yerleri seçiminde afet eğilimli noktalar göz önünde bulundurulmalıdır.
Raporun “Yeşil Adil Bir Yaşamı Kurmak” başlıklı son bölümünde ise her ne kadar doğa olayları gelir grubu ve toplumsal kimlik gözetmeksizin herkesi vurabilse de, doğa olayının afete dönüşmesindeki temel etkenin toplumsal eşitsizliklere dayandığı vurgulanıyor. 6 Şubat depremlerinin Türkiye’nin eşitsizlikler haritasında renklerin en koyu olduğu illerde meydana gelmiş olması ve başta Adıyaman olmak üzere deprem illerinde yoksulluk önemli problemler arasında gösteriliyor.
Deprem sonrası “deprem vergilerinin” nereye harcandığı sorusunun kamu otoritelerince cevapsız kalışı gelir dengesinde çoktan yoksulluğun kaderine bırakılmış yurttaşların, söz konusu “afetler” olduğunda bir kez daha çaresizliğe bırakıldığı belirtiliyor.
Son olarak yaralarımızı sarmanın ilk adımının yaraları derinleştiren eşitsizliklere odaklanmaktan geçtiği vurgulanıyor.
Yurttaşların, özellikle kırılgan grupların, açık şekilde tanımlanan kamusal yaşama dahil edildiği, kaynakların tahsisi de dahil olmak üzere karar alma süreçlerine dahil olabildiği, hedefler, kurallar, yapılar ve usullerin yurttaşların ihtiyaç ve meşru beklentilerine uygun olduğu, iklim krizinin oluşturacağı etkilere karşı dirençli, doğaya uyumlu, çevre adaletini önceleyen süreçler ile yaşamın yeniden inşa edilebileceği belirtiliyor.