Ana çalışma alanlarından biri iklim değişikliği olan İPM-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi’nin COP25’in ardından düzenlediği “2019 Madrid İklim Zirvesi-COP25’ten İzlenimler” panelinde, “Glasgow öncesi yeni görevimiz Paris Anlaşması’nı kurtarmaktır” mesajı verildi.
2-15 Aralık tarihleri arasında İspanya’nın Madrid kentinde gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 25. Taraflar Toplantısı’nın (COP25) ardından, ana çalışma alanlarından biri iklim değişikliği olan İstanbul Politikalar Merkezi (İPM)-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi, “2019 Madrid İklim Zirvesi-COP25’ten İzlenimler” başlığıyla bir panel düzenledi.
Panelin moderatörlüğünü ve ilk sunumunu, İPM Kıdemli Uzmanı ve İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin yaptı. Ardından 2019/20 Mercator-İPM Araştırmacısı Sinan Erensü ve Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Semra Cerit Mazlum, COP25’i değerlendirdikleri sunum ve konuşmalarını gerçekleştirdi.
İspanya’daki konferansa katılan ve gelişmeleri yerinde takip eden panelistler; Madrid’de ortaya çıkan sonucu, Türkiye’nin iklim değişikliği rejimi altındaki mevcut durumunu ve diğer izlenimlerini bu alanda çalışan akademisyenler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve gazeteciler ile paylaştı.
Avustralya, Brezilya ve ABD gibi Ülkelerin Bloke Etmesi Yüzünden Zirve Başarısız
Panelin açış konuşmasını yapan İPM Kıdemli Uzmanı ve İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, Madrid’de yapılan COP25’te Avustralya, Brezilya ve ABD gibi bazı ülkelerin Paris Anlaşması’nın uygulanmasına ilişkin 6. maddeyle ilgili müzakereleri bloke etmesi nedeniyle zirveyi başarısız olarak değerlendirdi.
Bu ülkelerin, Paris Anlaşması’nın içini boşaltmaya yönelik tekliflerde bulunması sonucunda zirvede bir ilerleme sağlanmadığını belirten Şahin, “Piyasa mekanizmalarıyla ilgili olan 6. madde görüşmeleri maalesef bir sonraki yıla ertelendi. Onun dışında ortak zamanlama, kayıp zara mekanizması gibi maddelerde de başarı elde edilemedi. Halbuki, COP25, Paris Anlaşması’nın uygulama kurallarına son halini vermeyi ve anlaşmaya uygun bir şekilde, küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlandırabilmek için tüm devletlerin iklim planlarını daha güçlü ve iddialı hale getirmelerini amaçlıyordu” dedi.
Zirveden Çıkan Tek Olumlu Sonuç Toplumsal Cinsiyet ve İklim Eylem Planı
26 bin kişinin akredite olduğu ve bunun %10’unun basın katılımı şeklinde gerçekleştiği zirveden çıkan tek olumlu sonucun toplumsal cinsiyet ve iklim eylem planı olduğunu ifade eden Şahin, “Mevcut haliyle iklim eyleminin küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmaya yetmediği net bir şekilde bir kez daha ortaya konuldu” dedi.
Glasgow Öncesi Yeni Görevimiz Paris Anlaşması’nı Kurtarmaktır
2020’de İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılacak COP26’nın son şans olduğunu, zirvede ülkelerin, daha yüksek seragazı azaltımı hedefleri açıklamaları gerektiğini dile getiren Şahin, şu değerlendirmeyi yaptı: “Emisyon açığı raporunda ülkelerin yaptığı azaltım ve artışların Paris Anlaşması’nın hedeflerine uygunluğuna bakıldı ve mevcut hedeflerin yeryüzünü 3,2 derece ısıtacağı ve hedeflerin 5 kat artırılması gerektiği ortaya kondu. Hedeflerin artırılmasına dair sözlerin bu yıl verilmesi bekleniyordu ama ülkeler bu konuda bir şey söylemediler. Gelecek yıl hedefleri ve Paris Anlaşması’nı uygulanabilir hale getirmeleri gerekiyor. Bu arada bu yıl Türkiye’nin de Madrid’de Paris İklim Anlaşması’nı onaylamasını bekliyorduk ama Türkiye yine taraf olmadı ve pozisyonu değişmemiş oldu. Türkiye henüz bir seragazı azaltım hedefi almadı ve iklim finansmanı sorunu da çözülmedi. Önümüzdeki yıl bu durumun artık değişmesini umuyoruz.”
ABD Başkanı Donald Trump’ın önümüzdeki yıl da seçimi kazanması halinde ABD’nin Paris Anlaşması’nın tamamen dışında kalacağını söyleyen Ümit Şahin, şöyle devam etti: “ABD gibi Türkiye de gözlemci ülke haline geldi, çünkü ABD ve İran ile birlikte Paris’e taraf olmayan üç büyük ülkeden biri. Giderek büyük kirletici ülkelerde popülist yönetimler iş başına gelmeye başladı. Bu ülkeler Paris Anlaşması’nın altını oyuyor, uygulanmaz hale getirmeye çalışıyor. Bu nedenle 2020’de Glasgow’da yapılacak olan COP26 öncesi yeni görevimiz Paris Anlaşması’nı kurtarmaktır. Ayrıca önümüzdeki dönem, Türkiye için kritik bir dönem çünkü Gümrük Birliği yeniden görüşülecek ve bizim iklim politikamızla AB’nin iklim politikası çok farklı. Türkiye mutlak azaltım hedefi almak zorunda kalabiliriz endişesiyle Paris’e taraf olmuyor. Oysa 2030’dan sonra bile azaltım hedefi almayacaksa bu Türkiye’nin bir iklim politikası yok anlamına gelir. İklim finansmanı alamama kaygısı da bir tür bahane çünkü aslında, dünyanın en çok iklim finansmanı (yenilenebilir enerji için) alabilen ülkelerden biri Türkiye.”
Zirvede Ulusal Hedeflerin Yenilenmesi Konusunda Karar Alınamadı
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Semra Cerit Mazlum ise Madrid’de yapılan 25. Taraflar Toplantısı’nın küresel iklim değişikliğinin gerektirdiği siyasi kararlılığın gösterilmediği bir toplantı olduğunu ifade etti.
Gelişmiş ve gelişmekte olan taraf ülkelerin pek çoğunun durumun aciliyetine uygun bir müzakere pozisyonunu benimsemediğini anlatan Cerit Mazlum, “Paris İklim Anlaşması’nın uygulanmaya başlanacağı 2020 yılında kararlaştırılan 1,5 derece hedefine ulaşılması için ulusal katkıların yenilenmesi gerekiyor. Zirvede bu kararın alınmasını bekliyorduk. Maalesef ulusal hedeflerin yenilenmesi konusunda bir karar alınamadı. Bunun yanı sıra ulusal hedeflerin uygulanmasını kolaylaştırmak üzere yürürlüğe konulacak piyasa mekanizmalarının kurulması ve yönetilmesi ile ilgili kurallar da kararlaştırılmadı. Bu kararların alınması da gelecek seneye bırakıldı. Öte yandan 2020 daha zor bir sene olabilir. G7 ve G20’nin ev sahiplerine baktığımızda G7’ye ABD, G20’ye Suudi Arabistan ev sahipliği yapacak. Bu anlamda Glasgow COP’undan çok harika sonuçlar çıkmayabileceğini şimdiden tahmin edebiliriz.” değerlendirmesinde bulundu.
ABD, Brezilya, Suudi Arabistan, Avustralya gibi ülkelerin kararlar konusunda uzlaşmaz tavırları nedeniyle kararların engellendiğini savunan Cerit Mazlum, “Dolayısıyla Madrid’de düzenlenen taraflar toplantısı maalesef zayıf sonuçları olan bir konferans oldu. Türkiye açısından bakacak olursak, Türkiye’nin EK-1’den çıkma talebinin gündeme alınmaması, gelecek yıl görüşülmeye devam edilmesi, daha doğrusu Türkiye’nin bu talebini yenilemesi gibi bir durum söz konusu. Paris Anlaşması’nın dışında kalan tek G-20 ülkesi Türkiye. Bu açıdan da hem ulusal düzeyde iklim politikası hem de Paris Anlaşması’na katılmak konusundaki tavrının yeniden değerlendirilmesi gerekiyor” diye konuştu.
Uluslararası Siyasal Kriz Ortamı ve Devlet Dışı Aktörlerin Önemi
İPM Araştırmacısı Sinan Erensü de iklim zirvesinin hayal kırıklığı ile sonuçlandığını ifade ederek, “Zirvenin neden hayal kırıklığı yarattığının, madde madde üzerinde durularak konuşulması gerekiyor. Zirvenin ileriye taşınmasını tıkayan kalemlerin tek tek konuşulması mühim. Fakat tüm bunların ötesinde dünyanın içinde bulunduğu konjonktür aslında çok daha belirleyici.” dedi. Dünya’nın pek çok ülkesinde iktidara gelen sağ popülist iktidarları hatırlatan Erensü sözlerine şöyle devam etti: “Sağ popülizm enerjisinin bir kısmını çevre ve iklim mücadelesi karşıtlığından alıyor. Çevre alanındaki kazanımların geriletilmesi Bolsonaro ve Trump gibi milliyetçi liderler için adeta bir milli irade beyanı halini almışken, uluslararası iklim siyasetinin bu kavşağında en azından COP zirveleri bağlamında büyük ilerlemeler beklememek lazım. Bu bize bir şey daha söylüyor. İklim mücadelesi sadece iklim alanında yapacağı faaliyetlerle yetinemez, sağ popülizmi küresel ölçekte geriletmek de iklim mücadelesinin önemli ayaklarından biri haline gelmiştir.”
Sinan Erensü sözlerine CO25’te devlet dışı aktörlerin faaliyetleri üzerinden devam etti. Ulus devletlerin farklı nedenlerle boşalttığı alanın sonsuza dek boş durmayacağını belirten Erensü iklim krizinin yeni aktörlerini şu sözlerle tanıttı: “Sivil toplum iklim zirvelerinde görünürlüğünü arttıran yegane devlet dışı aktör değil. Madrid’deki zirvede özellikle şirketlerin ve yerel yöneticilerin çok faal olduklarını gözlemledik. Müzakereci tarafların atıllaştığı bir dönemde gerek şirketler gerekse yerel yöneticiler ortaya çıkıp Paris Anlaşması’na bağlılıklarını açıklıyor ve iklim krizi ile mücadele için iddialarını ortaya koyuyorlar. Bu zirveye dünyanın birçok şehrinden çok sayıda belediye başkanı katılmıştı. Başkanlar farklı oturum ve vesilelerle hem kent ölçeğinin iklim mücadelesi açısından önemini anlattılar, hem de bu mücadele sayesinde ters düştükleri merkezi yönetimler karşısında nasıl bir zemin bulduklarını dillendirdiler. Bu yerel yönetimlerin yeni dönemde önem kazandığı ülkemiz içinde önemli bir not. Bununla birlikte zirvede çok sayıda şirket de gördüm. Gıda, mobilya, kozmetik gibi farklı sektörlerde iş yapan uluslararası şirketler iklim krizi ile ilgili somut hedeflerini açıklarken, bu alanı şekillendirme niyetlerini de açık ediyorlar. Sivil toplum bu farklı aktörlerden haberdar olmalı, yerel yöneticilerle yeni çalışma yolları zorlanmalı.”