Çevre adına işlediğiniz “günahlarınızı” takıntı haline getirmekten vazgeçin. Petrol ve gaz endüstrisine karşı savaşın.
YAZI: Mary Annaise Heglar*
ÇEVİRİ: Gülce DEMİRER
Arkadaşımın doğum günü partisindeydim ve çok tanıdık bir sohbet başladı. Yanımdaki adama kendimi tanıttım, çevre konularında çalıştığımı söyledim ve adamın yüzü korku içinde donakaldı. El sıkışmamız gevşemeye başladı.
Utanarak “Benden nefret edeceksin…” diye mırıldandı, birbirine çarpan çatal bıçakların sesinden zar zor duyuluyordu.
Devamında neyin geleceğini biliyordum. Gün içinde doğaya karşı yaptığı yanlışlardan oluşan bir liste ile beni eğlendirecekti: Öğle yemeğini dışarıdan sipariş etmiş ve plastik kaplar içinde gelmişti; et yemişti ve tekrar sipariş etmek üzereydi; hatta partiye gelirken taksiye bile binmişti.
Sesindeki utancı hissedebiliyordum. Ondan nefret etmediğimi ama onu –ve hepimizi- bu konuma getiren ve kandıran endüstrilerden nefret ettiğimi söyledim. Bunun üzerine omuzları gevşedi ve göz göze geldik. “Evet, çünkü artık gezegeni kurtarmaya çalışmanın bir anlamı yok, değil mi?”
Karnıma bir ağrı saplandı.
Çok üzücü bir şekilde bu tepkiyi çok sık alıyorum. Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’ndeki (NRDC) beş yılım ve iklim adaleti hareketindeki çalışmalarım boyunca doğaya karşı işlenen günahların itiraflarına ya da nihilist vazgeçişlere maruz kaldım.
Ama neden böyle olduğunu anlıyorum. Bilim insanları on yıllardır insanların, gezegenimizi ve kendimizi karbondioksit ile ısıtmak başta olmak üzere iklime ciddi ve geri döndürülemez zararlar verdiği konusunda uyarıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2018 yılındaki raporu, iklim değişikliğinin en kötü sonuçlarını kökten değiştirebilmemiz için 12 (şu an 11) yılımız kaldığı konusunda uyarıyor.
Vaktiyle, iklim değişikliğini anlamak için daha güçlü bir bilime ihtiyacımız vardı. Ancak şu an tek yapabildiğimiz günlük manşetlere ya da penceremizden dışarı bakmak. Kuru ve sıcak hava yüzünden Kaliforniya’yı yerle bir eden Kamp Ateşi’nden artan deniz sıcaklıklarının şiddetlendirdiği Michael kasırgasına, iklim değişikliği kapımızda.
Günahlarının bağışlanmasını isteyen kimseyi suçlamıyorum. Kendi içinde bir çeşit bağışlanma olan sorumluluktan kaçınmayı dahi anlayabiliyorum. Ama hepsinin altında çok daha sinsi bir güç yatıyor. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca iklim değişikliği ile ilgili tartışmaları hem yönlendiren hem de engelleyen bir söylem. Dışarıdan daha az yemek sipariş edersek, daha az plastik poşet kullanırsak, ışıkları kullanmıyorken söndürürsek, birkaç ağaç dikip elektrikli araba kullanırsak iklim değişikliğini değiştirebileceğimiz söylendi. Eğer tüm bu değişimler bir işe yaramıyorsa, ne önemi kalıyor ki?
Bütün insanlık olarak tüketim alışkanlıklarımızı değiştirirsek bu varoluşsal problemi çözebileceğimiz inancı sadece akıl dışı olmakla birlikte oldukça tehlikeli de. Çevreciliği, bu etiğe sahip olmayan ya da olamayanları yargılayarak günah ya da erdem olarak tanımlanan bireysel bir tercihe indirgiyor. IPCC raporunun, küresel sera gazı emisyonlarının büyük çoğunluğunun, Amerika Birleşik Devletleri dahil olmak üzere, dünyanın en güçlü hükümetleri tarafından kışkırtılan ve desteklenen bir avuç şirketten geldiğini düşününce bir kurban bulup suçlamak daha kolay.
İnsanlar bana gelip “yeşil günahlarını” sanki bir tür “eko-rahibeymişim” gibi itiraf ettiklerinde, onlara petrol ve gaz şirketlerinin üzerlerinde bıraktığı suçluluk duygusunu taşıdıklarını söylemek istiyorum. Hasta gezegenimizin ağırlığını üzerimizde taşımak herkes için oldukça büyük bir yük. Ve bu suçluluk duygusu kaçınılmaz sonumuzu getirecek hissizliğe, umursamazlığa sebep oluyor.
Ancak bu hiçbir şey yapmadığımız anlamına gelmiyor. İklim değişikliği oldukça geniş ve karmaşık bir sorun ve buna verilecek cevap da aynı ölçüde karmaşık. Bütün sorunun bireysel hatalarımız olduğu fikrini bırakmalı ve kolektif sorumluluk alarak gerçek suçluları sorumlu tutmalıyız.
Senden Daha Yeşil
İklim değişikliğini düşündüğümüz zaman neredeyse asla bütün resme bakmıyoruz. Genellikle derinliğini ölçmenin neredeyse imkansız olduğu oldukça büyük ölçekteki etkilerinden bahsediyoruz: Yükselen deniz seviyeleri, eriyen buzullar, asitleşen okyanuslar. Etkileri hem atmosferde hem de çok uzakta. Hem her yerde hem hiçbir yerde.
Ancak nedenlerinden bahsettiğimizde ise, sorun bireysel meselelere indirgeniyor. IPCC 2018 raporunun ardından, internette dolaşan “iklim değişikliği ile ilgili ne yapabilirsiniz” hikayelerinin ardı arkası kesilmiyordu. Ampullerinizi değiştirin, tekrar kullanılabilir çantalar taşıyın, et tüketimini azaltın. Eğer çözümler bize bağlıysa, suçlu da bizden başkası olamaz. Peki tüm bunlar nerede sonuçlanıyor?
Büyük bir utanç ile etrafı sarılmış bir toplumun iklim değişikliği hakkında düşünebilmesi oldukça zorken, tek başına mücadele etmesi imkansız.
Bu noktada bir kurban suçlama devreye giriyor. Olması gerekenden çok daha sık bir şekilde kültürümüz “çevreciliği” bireysel tüketim alışkanlıklarıyla eşitliyor. “İyi” olmak için %100 güneş enerjisine geçmeli, ileri dönüştürülmüş bir bisiklet kullanmalı, uçağa binmeyi azaltmalı ve vegan beslenmeliyiz. Sıfır-atık bir yaşam biçimi benimsemeli, Amazon Prime’ı asla kullanmamalı vesaire vesaire… Bu mesajı her yerde duyuyorum: Sol ve sağ kanat medyada ve çevre hareketinin içinde. Hatta fosil yakıt şirketleri, bir öz savunma mekanizması olarak, dava açılmaması adına dahi bunu kullanıyor. Hatta endüstriler, çevreci söylemi 1970’deki ‘’Ağlayan Kızılderili’’ reklam kampanyasından beri tüketicileri suçlamak için kullanıyor. Arkadaşlarımdan, ailemden, sokaktaki yabancılardan, yoga sınıfındaki insanlardan bunu duyuyorum.
Tüm bunlar genellikle iklim hareketine katılmanın bedelini aşırı artırıyor. Bunun bedelini de en çok marjinalize edilmiş ırklar ve gruplar ödüyor.
Birbirimizin masumiyetini ölçmekle meşgulken, yıkımın kurucuları olan hükümetleri ve endüstriyi sorununun tamamen dışında bırakıyoruz. Bireysel eylemlere bu kadar odaklanmak fosil yakıt şirketlerine bağımlı sistemin içinde doğmuş olan insanların yapmaktan kaçınamadıkları birçok aktiviteden utanmalarına yol açıyor. Fosil yakıtlar ABD enerji sisteminin %75 oranından daha fazlasını oluşturuyor.
Eğer toplum içinde bir işe yaramak istiyorsak bu sisteme katılmaktan başka bir çaremiz kalmıyor. Kendimizi bunun için suçlamak var oluşumuzdan utanmamıza sebep oluyor.
Tanınmış utanç araştırmacısı Brene Brown utancı “oldukça kuvvetli bir şekilde kusurlu olduğunu hissederek ya da deneyimleyerek sevgiyi ve aidiyeti hak etmediğini düşünmek” olarak tanımlıyor. Bunu suçluluk ile karıştırmamak gerekiyor, çünkü suçluluk değerlerimiz ve gücümüz karşısındaki tutumuzu belirlemede işe yarayabilir ve psikolojik olarak rahatsız hissetmemize sebep olabilir. Ancak utanç, öbür yandan, kötü biri olduğumuzu ve kurtarılamayacağımızı söyler, bu da bizi felç eder.
Earther’da muhabir olan Yessenia Funes, “İnşa ettiğimiz dünyada insanların yaşadıkları için utanmaları fikrine karşıyım” diye yazmış.
Tüketici Eylemleri Yeterli Değil
Peki iklim değişikliği ile ilgili gerçekten ne yapabiliriz? Gerçekçi olmak gerekirse pes etmeyi asla desteklemiyorum. İklim değişikliği ile ilgili yapabileceğiniz en kötü şey hiçbir şey yapmamak olur. İklim değişikliği devasa bir sorun ve kabul etmek gerekirse kişisel bazı fedakarlıklar yapmamız gerekiyor. Sadece gelecek nesiller adına değil, birbirimize karşı da şu anda burada, bu bizim sorumluluğumuz.
ABD’nin küresel ısınmaya olan ölçü dışındaki katkısını düşündüğümüzde, karbon ayak izimizi azaltmak için etik bir yükümlülüğümüz var. ABD küresel emisyonlarda, yakın bir zamanda birinci sıradan gerileyerek ikinci sırada yer alıyor. Tarihsel katkımız ise daha da dehşet verici. ABD gezegenimizi ısıtan karbon kirliliğinin üçte birinden sorumlu. Bu oran herhangi bir ülkenin tek başına gerçekleştirdiği karbon salımından çok daha fazla.
Devasa boyuttaki karbon ayak izimizi düşündüğümüzde, ABD’lilerin bireysel tüketim seçimleri dünyada çok büyük bir etkiye sahip. Bu yüzden ABD’liler olarak kişisel eylemlerimizin, karbon ayak izi bize kıyasla zar zor görülebilen bir ülke olan Mozambik’teki Idai kasırgasında ölen insanların yanında önemsiz kaldığını söylemek ahlaksızlıktır.
Aynı zamanda, bireysel eylemlere odaklanıp sistemsel değişikliği görmezden gelmek rüzgarlı bir günde yaprakları süpürmeye benziyor. Dolayısıyla bireysel eylemler bir başlangıç noktası olarak anlamlı olabilir ancak son nokta olduğunda oldukça tehlikeli.
Kişisel eylemlerimizi ne aldığımız veya ne kullandığımızdan öteye taşımamız gerekiyor. Ampulünüzü değiştirerek başlayın ancak orada durmayın. İklim boykotuna katılmak ya da bir mitinge katılmak da kişisel bir eylemdir. Mahallenizde oturanları topluluğunuzu zehirleyen bir enerji santralına karşı dava açmak için örgütlemek kişisel bir eylemdir.
Oy vermek kişisel bir eylemdir. Adayınızı seçerken, çevre politikalarını araştırın. Eğer yeterince güçlü değilse daha iyisini talep edin. Adayınız bir kere seçildiğinde, onu sorumlu tutun. Eğer bu da işe yaramazsa kendiniz aday olun, bu da başka bir kişisel eylemdir.
Kendi kişisel eyleminizi belirleyin ve market çantanızdan daha büyük bir eyleme dönüşmesini sağlayın.
Umurumda Değil
Bu da benim itirafım: Ne kadar yeşil olduğunuz umurumda değil. Sizi iklim adaleti hareketinde istiyorum.
10 yıl ya da 10 saniye, iklim koruma çalışmalarına ne kadardır müdahil olduğunuz umurumda değil. Ne kadar çok veriyi ezbere söylediğiniz umurumda değil. Çevreci olmak için ne kadar güneş enerjisine dayandığınız umurumda değil. Benden ya da ondan, daha fazla vegan olmanız umurumda değil. Şu anda hamburger yiyip yemememiz umurumda değil.
Petrol sektöründe çalışıp çalışmamanız umurumda değil, ABD’nin bazı yerlerinde ailenizi doyurmaya yetecek maaşı sadece bu şirketler ödüyor. Ve bunun için işçileri suçlamıyorum. İş verenlerini suçluyorum. Hepimizi boğan endüstriyi ve buna izin veren hükümeti suçluyorum.
Tek ihtiyacım olan, yaşanabilecek bir geleceği istemeniz. Bu sizin gezegeniniz ve hiç kimse onu sizin gibi savunamaz; sizin gibi koruyamaz.
Gezegeni kurtarmayı sonlandırmak için 11 yılımız var.
Sizi bağışlamak için burada değilim. Sizi vazgeçirmek için burada değilim. Sizinle birlikte savaşmak için buradayım.
* Vox.com’da yayımlanan yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz. Heglar, iklim adaleti konusunda bir deneme yazarı ve Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’nde (NRDC) yayın direktörü. Sosyal medya hesabına Twitter üzerinden ulaşabilirsiniz.
Küresel kömür talebinin bu yıl rekor seviyeye ulaşmasının ardından 2027'ye kadar yatay bir seyir izleyeceği…
Türkiye’de 10 kentte enerji şirketlerinin projeleri için acele kamulaştırma kararı verildi. Niğde, Ankara, İstanbul, Sakarya,…
Dünyanın ortalama sıcaklığının orta vadede 1,5 dereceden öte 2 dereceyi de geçebileceğini belirten Prof. Dr.…
Karbon emisyonları azaltımı hedeflerini açıklayan Kanada hükümeti, resmi danışma kurulunun tavsiye ettiği miktarın altında bir…
Türkiye’de son yıllarda birçok göl ve su kaynağında yaşanan kuraklık, Salda Gölü'nde de derinden hissediliyor.…
Karadeniz'de iki Rus petrol tankerinin ağır hasar almasıyla petrol sızıntısı yaşandığı açıklandı. Greenpeace ise iki…