Ulusal mevzuatımızın ve iç hukukumuzun iklim değişikliğine karşı yeterli koruma sağlamadığı hallerde, BM mekanizmalarının bir hak savunuculuğu yöntemi ve adalete erişim aracı olarak gündeme gelebileceğini akılda tutmak gerekiyor.
YAZI: Özlem ALTIPARMAK
Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi 23 Eylül’de iklim değişikliği ve neden olduğu insan hakları ihlalleri açısından dönüm noktası niteliğinde bir karar verdi. Verilen karar, 2019 yılında Torres Boğazı adaları sakinlerinin Avustralya Hükümetine karşı yaptığı başvuruyla ilgiliydi. Komite, “TorresStrait8” olarak bilinen sekiz başvurucuyu haklı buldu ve Avustralya’nın iklim eylemsizliğinin başvurucuların haklarını ihlal ettiğine karar verdi.
Torres Boğazı, Avustralya ile Papua Yeni Gine arasında yer alıyor. Boğazda irili ufaklı üç yüz civarında ada bulunuyor ve Torres Boğazı Adaları olarak biliniyorlar. Adalarda yaşayan halk, kendilerini Torres Boğazı Adalıları olarak adlandırıyor. Avusturalya Aborjinleri ile birlikte bölgenin ilk sakinleri olmalarına rağmen, Torres Boğazı Adaları halklarının Aborjinlerden farklı dilleri, inançları ve kültürel uygulamaları var.
Binlerce yıldır bu bölgeyi kendine yuva olarak kabul eden Adalılar, ne yazık ki iklim değişikliğinin etkilerinden en şiddetli etkilenen grupların başında geliyor. Her yıl yükselen gelgitler nedeniyle evleri, arazileri ve önemli kültürel alanları sular altında kalıyor. Yükselen deniz sıcaklıkları nedeniyle mercanlar yok oluyor ve adaların çevresindeki deniz ortamında ve ekosistemlerde bozulmalar yaşanıyor. BM İnsan Hakları Komitesi’ne yapılan başvurunun sebebini de işte bu tahribatlar ve iklim değişikliğine karşı yeterli önlem alınmayışı oluşturuyor.
Başvurucular, boğazdaki küçük ve alçak adalardan olan Boigu, Poruma, Warraber ve Masig adalarında yaşıyorlar ve başvurularında, Avustralya’nın deniz setlerini yükseltmediği, gerekli önlemleri almadığı ve seragazı emisyonlarını azaltarak iklim değişikliğine yeterli düzeyde uyum sağlamadığı gerekçelerine dayanarak insan haklarının ihlal edildiğini iddia ettiler. Yine iklim değişikliğiyle birlikte şiddetli yağış ve fırtınaların ağaçlara zarar verdiğini ve arazilerinin yapısını bozduğunu, sonuç olarak da geleneksel balıkçılık ve çiftçilikten elde ettikleri yiyecek miktarında azalmaya yol açtığını vurguladılar. Çünkü örneğin Masig adasında deniz seviyesinin yükselmesiyle birlikte toprağa sızan tuzlu su, Hindistan cevizi ağaçlarının önce hastalanmasına ve ardından bu ağaçların ölümüne sebep olmuştu ve bu nedenle temel besinlerinde ciddi bir azalma söz konusuydu.
Başvurunun bir diğer ilginç boyutu kültürel yaşam haklarına ilişkindi. Yaşanan hava değişikliklerinin geçim kaynakları, kültürleri ve geleneksel yaşam biçimleri üzerinde doğrudan zararlı etkileri olduğunu, yaşanan gelgitin neden olduğu şiddetli su baskınlarının aile mezarlarını tahrip ettiğini ve atalarının mezarlıklarını korumanın, ölen akrabalarını ziyaret etmenin ve onlarla iletişim kurmanın kültürlerinin merkezinde olduğunu savundular. Ayrıca topraklarıyla kurdukları bağın ve kültürel törenlerini bizzat bulundukları topraklarda yaşatmanın önemine değindiler.
Komite yaptığı inceleme neticesinde, Avustralya’nın yerli ada sakinlerini iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı korumak için zamanında ve yeterli önlemleri almakta yetersiz kaldığını tespit etti. Bu tespite ek olarak, ada sakinlerinin kendi kültürlerinden yararlanma hakkının ve özel ve aile hayatları ile konutlarına keyfi müdahaleden kaçınma hakkının ihlaline karar verdi. Komite kararında ada sakinlerinin, topraklarıyla olan manevi bağları ve kültürel bütünlüklerinin içinde yaşadıkları ekosistemlerin sağlığıyla olan yakın ilişkisini de dikkate aldı.
Yerli Ada Sakinlerinin Uğradığı Zarar Karşılanacak
Komite, güçlü ulusal ve uluslararası çabalar olmadığı taktirde iklim değişikliğinin etkilerinin yaşam haklarının ihlaline sebep olabileceğinden bahsetti. Avustralya’nın dört adanın etrafına inşa etmeye başladığı deniz setleri gibi bir dizi eyleme ek olarak, ada sakinlerinin hayatına yönelik riskleri önlemek için harekete geçmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca kararda Avustralya’nın yerli ada sakinlerinin uğradığı zararı tazmin etmesine, ihtiyaçların doğru değerlendirilebilmesi amacıyla ada sakinleriyle müzakerelerde bulunmasına ve ada sakinlerinin kendi adalarında güvenli bir şekilde var olmalarını güvence altına almak için Avustralya’nın gerekli önlemleri almasına karar verdi.
Peki, bizler bu kararı nasıl yorumlamalıyız? Öncelikle karar, iklim değişikliğinin bir insan hakları meselesi olduğunun ve insan haklarıyla olan yakın ilişkisinin altını çiziyor. Buna ek olarak, iklim değişikliğini kırılgan grupları dikkate alarak ve hak temelli yaklaşımla çalışmamız gerektiğini bizlere hatırlatıyor. Ulusal mevzuatımızın ve iç hukukumuzun iklim değişikliğine karşı yeterli koruma sağlamadığı hallerde, BM mekanizmalarının bir hak savunuculuğu yöntemi ve adalete erişim aracı olarak gündeme gelebileceğini akılda tutmak gerekiyor. Kararın bir emsal işlevini göreceğini ve iklim değişikliğinin kırılgan gruplar üzerindeki etkileriyle ilgili yeterli önlemler alınmadığı takdirde, Komite önüne gelecek bu tip başvuruların sayısında artış olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
BM İnsan Hakları Komitesi işlevine de kısaca değinelim. Komite, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 173 devlet tarafından onaylanmış Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin (MSHS) denetim organı olarak işlev görür. MSHS Ek İhtiyari Protokolü, bireylere, Sözleşme ile güvence altına alınan haklarının ihlali nedeniyle, protokole taraf olan 117 Devlete karşı başvuruda bulunma imkânı sağlar. Bağımsız insan hakları uzmanlarından oluşan bu Komite’ye Türkiye’den de başvuru yapmak mümkün.
Yazıyı bitirirken tekrar vurgulayalım. Bu karar, iklim değişikliğine karşı uyum geliştirilip önlem alınmamasının insan hakları ihlallerine yol açtığının tespiti açısından bir ilk olma özelliğini taşıyor. Hem bizlerin hem de devletlerin iklim değişikliğine bakışını değiştirecek nitelikte bu karara dair BM basın duyurusunun orijinal metnine buradan, basın duyurusunun tükçe çevirisine ise buradan ulaşabilirsiniz.