YAZI: Barış DOĞRU / İklim Haber
KONDA Araştırma ile birlikte gerçekleştirdiğimiz “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019”un sonuçlarına, neredeyse Türkiye’nin tüm büyük illerinde yerel iktidarların değişimine yol açmış bir yerel seçim depreminin ardından bakmak gerçekten enteresan. Geçtiğimiz yıl yaptığımız benzer araştırma ile büyük oranda uyumlu sonuçlar içeren “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019”, siyasi parti, sosyoekonomik konum, yaş ve cinsiyetler arasında fazla bir ayrım gözetmeksizin yine net bir biçimde, Türkiye halkının kahir ekseriyetinin çevre ve iklim değişikliği konusunda son derece endişeli olduğunu; buna karşın mevcut kurum ve yapıların bu önemli konunun çözümünde yeterli bir gayret sarf etmediğine inandıklarını açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz sene de çıkan benzer sonuçları, “Türkiye toplumunun, yaşam biçimleri, algıları ve kültürel kodları aracılığıyla çok kesin çizgilerle birbirinden ayrıştığını, derin tarihsel önyargılara dayalı toplumsal kutuplaşmanın gitgide daha belirleyici olduğunu söylemek için sosyal bilimci olmaya gerek yok. Çarşıda, pazarda kimi çevirip sorsanız benzer bir yanıtı alabilirsiniz. Peki böylesine güçlü fay hatlarının üstüne bina edilmiş bir toplumun hiç mi ortak paydası yoktur?” sorusu üzerinden değerlendirmeye çalışmıştım. Ve bu ortak paydanın önemli bir unsurunun “çevre” başlığı altında duyduğu kaygılar olduğunu ifade ederek, “Aslında hem siyasi hareket ve gruplar, hem de bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları için, sahne ve ortam hazır” ifadesini dile getirmiştim: “Modernlik ve muhafazakârlık fay hatlarında sıkışmış, diğerlerine bir türlü ulaşamayan siyasi hareket ve oluşumları düşündüğünüzde bu, önemli bir fırsat bile olabilir. Her grubu kesen ortak bir endişe ve anlam dünyası. Bulunduğunuz yerden diğerine geçme, gruplar arası geçirgenliği artırma olasılığı. Bu kaygıları, giderek artan ekonomik sıkıntıları, işsizliği, toplumsal huzursuzlukları da pozitif bir çözüm önerisiyle giderebilecek, gezegenle barışık yeni bir sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının alıcısı artıyor gibi…”
2019 yerel seçimlerinin sonuçları üzerinde açıkçası, diğer birçok faktörün yanı sıra, temel çevresel kaygıların da rol oynadığını söylemekte bence sıkıntı yok. Özellikle büyük kentlerde yaşayan yurttaşların huzursuzluklarının derinliklerinde buna dair izler bulmak mümkün. Her ne kadar hem iktidar hem de muhalefet odakları ve adayları, kampanyalarında iklim krizi konusunda açık ve belirgin ifadeler kullanmasalar da, “çevre”, “yaşanabilir kentler”, “kentsel suçlar-ihanetler” başlıkları üzerinden kent ahalisinin muhtelif huzursuzluklarının da dile gelmiş olduğunu ve seçim sonuçlarında bir etki yarattığını söyleyebiliriz.
Anket sonuçları birçok açıdan kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyaç duyuyor. Ancak, yurttaşların yerel ve merkezi idareden, içinde yaşadıkları ekosisteme daha duyarlı ve iklim dostu politikalar konusundaki beklentilerinin yükseldiğini ilk elden söyleyebiliriz. Özellikle yeni seçilen yerel yönetimler, şimdiden satın alınmış bu özlem ve iradeyi, sosyal politikalarla harmanlamayı becerebilirse başarı şansları yüksek. Tabii en önemlisi, bunların şimdiye kadar olduğunun aksine, iyi ve açık bir iletişimle, halkı her aşamada bilgilendirerek yapılması. Yerel yönetimlerin sürdürülebilirliğinin ve iklim adaletinin yolu, teknik meselelere yönelik teknokratik kararnamelerden çok, katılımcı bir demokrasiden geçiyor. Bunu fark eden ve kendisini buna göre yapılandıran yerel yönetimlerin, Türkiye’nin dört bir yanında iklim dostu politikalar yeşertmeleri hiç kimseyi şaşırtmamalı. Son dakika gollerine alışkın Türkiye toplumu, geriden gelmenin avantajını da kullanarak, hızlı bir sürdürülebilir kalkınma atağı yapabilir…
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.