;
Ekonomi Politika

Amasra’da Termik Santral Yok, “Galla” Var

Kömür madenciliğine karşı tarımsal verimliliği, toplum sağlığını, doğal çevreyi ve canlı yaşamını koruma mücadelesinin verildiği Batı Karadeniz ili Bartın, ilçesi Amasra’daki termik santral direnişine kararlılıkla devam ediyor.

YAZI: Gülce DEMİRER / İ. Burak YALÇINYİĞİT

Kahramanmaraş-Afşin/Elbistan, Zonguldak-Çatalağzı, Çanakkale-Çan/Biga, Muğla-Milas/Yatağan gibi örneklere bakınca Amasra tecrübesi ayrı bir önem kazanıyor. Çünkü 2015’ten beri devam eden termik santral kurma girişimleri, özellikle Bartın Platformu’nun başını çektiği halk mücadelesi sayesinde bugüne kadar sonuçsuz kadı.

Bartın-Amasra’daki mücadele özellikle 2016’da santralın kurulmasının önünü açacak şekilde verilen ÇED (çevresel etki değerlendirme) raporundan sonra karakterini bulmaya başladı. Halk, ısrarlı şekilde santrala yapmak isteyen Hattat Holding’in kömür tesislerinin önünde ve Amasra’nın merkezinde eylemler yaparak konuyu gündemde tuttu.

Bununla birlikte Bartın Platformu üyeleri, oluşumlarını “bir çevre örgütü değil yaşam alanını koruma hareketi” olarak niteliyor. % 97’lik bir katılıma ulaşan kepenk kapatma eylemi, TBMM eylemi gibi örnekleri hatırlatan Bartın Platformu üyeleri, gelinen noktayı “eğer bir başarı var ise, sebebi oy rengi ne olursa olsun tüm Amasra halkının mücadeleye dahil olması” diyerek açıklıyor. Amasra’da görüştüğümüz çiftçi kadınların aktarımları da ilçe merkezinde verilen tepkinin köylerde karşılık bulduğunu gösteriyor.

“Nefes Almamızın İmkanı Kalmaz, Tarım Yapamayız”

Kendi yetiştirdiği ürünleri satarak geçimini sağlayan Amasralı bir çiftçi kadın, termik santraldan söz açtığımızda önce biraz kendinden bahsediyor, sonra da soruyor:

“Ben çocukken de çiftçiydim. Annem, babam çiftçiydi. Okuldan gelir, bahçede çalışırdım. Hayatım boyunca başka bir şeyle uğraşmadım. Şimdi ürettiklerimizi satarak çoluk çocuğumuza da destek veriyoruz. Çiftçi geldik, çiftçi gidiyoruz. Santral olan yerlerde çiftçilik yapılabiliyor mu? Termik santrala karşıyız. Bu santral kurulsaydı ürünümüz olmazdı. Çiftçilik yapamazdık; bir işim olmazdı.”

Bu sorunun yanıtını ülkenin dört bir yanındaki çiftçiler senelerdir haykırıyor olsa da, Amasra’da termik santral yapılması halinde bundan en çok etkilenecek iki yerleşim bölgesinden biri olan Tarlaağzı Köyü’nde (diğeri Gömü Köyü) yaşayan Büşra ve Tuğba Baltutar kardeşler, bir kıyasa girişerek bu tesislerin sakıncalarını anlatıyor.

Tuğba Baltutar: “Mesela Zonguldak’ta kömür madenleri ve termik santrallar var, orada pek tarım ürünü elde edilmiyor. Burada ise neredeyse her şey yetişiyor, muz dahil. Burada da termik santralın olması yaşanacak kirlilik sonucu hiçbir şeyin büyümemesi, tarımının tamamen bitmesi anlamına geliyor. Bu köyün neredeyse tamamı fındık tarımıyla geçindiği için termik santral kurulması aileleri çok zor duruma düşürür.”

Büşra Baltutar: “Zaten Zonguldak’a giden biri Bartın ile ne kadar farklı şehirler olduklarını görecektir. Oranın havası da, denizi de kirli. Zonguldaklılar buranın tarım ürünlerini tüketiyor, buraya denize girmeye geliyor. Bir yabancı bile iki şehir arasındaki farkı rahatlıkla görebilir.”

Temel gelir kaynağı başkalarının bahçesinde yevmiye ile çalışmak olan tarım emekçisi Gülizar Kaçan ise “Santral kurulursa buralar biter” diyor:

“Bu güzel çevre yok olur, fındık yetişmez, çalışacak iş bulamayız. Bu bölgede balıkçılık da olumsuz etkilenir. Santral kurulsaydı bizi çok kötü bir gelecek bekliyor olurdu. Şu anki işler yerine neyle uğraşacağımız konusunda hiçbir şey söyleyemiyorum. Çocuklarımızı yaşatamazdık, hayatımız kararırdı.”

Tarlaağzı Köyü’nün bir diğer sakini Ayşe Baltutar, yaşamlarını sürdürdükleri bölgenin etrafının yükseltilerle çevrili olması gibi coğrafi özelliklerine dikkat çekiyor. Bölgede dağılmayan sisin yerini termik santral dumanının alması ihtimali karşısında “Nefes almamızın imkanı kalmaz” diyen Ayşe Baltutar hem insanları, hem de bitkileri etkileyecek ölümcül hastalıkların önünün açılmasından endişe ediyor:

“Şu an fındıklarda nedeni anlaşılamamış bir hastalık var. Doğal yetiştiricilik yaptığımız için kimyasal ilaç kullanmıyoruz, doğal tedbirler uyguluyoruz. Hal böyleyken santralın çok büyük zararları olur.”

Üniversite son sınıf öğrencisi Büşra Baltutar ve yeni mezun kardeşi Tuğba, Amasra’daki tarım ve bahçecilik faaliyetlerinin kadınların hayatında çok önemli bir rol oynadığına dikkat çekiyor. Fındık toplama mevsiminde bahçede çalışan Baltutarlar, bölgeye termik santral kurulması halinde pek çok kadının ekonomik özgürlüğünü yitireceğini düşünüyor. Tuğba kadınların evde oturup erkek eline bakmak zorunda kalacağını söylerken, Büşra kadının çalışmadığı bir hanedeki erkeğin istihdam edilip edilmeyeceğinin de ayrı bir başlık olduğuna dikkat çekiyor. Yaşı ilerlemiş bir Amasralı kadın çiftçi de iki kız kardeşi destekliyor:

“Eşi işsiz olan kadınlar var, erkeğin emekli olduğu ama ek gelire ihtiyaç duyulan aileler var. Çiftçilik ortadan kalkarsa bu kadınlar ve aileleri ne yapacak?”

“Çiftçi Artık Yükü Taşıyamıyor”


Tarlaağzı köyünden Gülizar Kaçan, tam da bu konuyla ilgili bir tecrübeye sahip:

“Mesela eşimin işsiz kaldığı sene buralarda defne yaprağı işi vardı. Olmasaydı halimiz kötüydü; geçen kış da bu sayede geçindik. Başka bir gelirimiz yoktu. Termik santral olsaydı bu defne yaprağı yine böyle yetişir miydi? Bu işler olmazsa iki çocuğu nasıl okula göndereceğiz; fındık yetişmezse kırtasiye malzemesini nasıl alacağız?

Yaşadıkları bölgede tarım ve hayvancılığın hali hazırda sıkıntı içinde olduğunu belirten Gülizar Kaçan ekonomik krizin yansımalarının bahçecilikte bile küçülmeye sebep olması karşısındaki üzüntüsünü şöyle aktarıyor:

“Fiyatlar ateş pahası ve yoğun bir işsizlik var. 100 TL’ye poşetler dolusu öteberi alıyorduk. Şimdi 100 TL’yi cebimizden düşürdük zannediyoruz. Bir teneke yağ oldu 100 TL. Gübre, benzin, mazot, hayvan yemi gibi tarımsal araçların da fiyatı çok arttı. Bir makinenin, motorun parçası kırılsa ya da bozulsa, yenilemesi de çok pahalı. Çiftçi artık bu yükü taşıyamıyor. Aileler sadece kendilerini besleyecek bir bahçe için gübre alabiliyor. Hayvancılık ise tamamen öldü. Eskiden her evin önünde hayvan olurdu; şimdi ise iki-üç aile dışında kimsede kalmadı. Herkes gibi gençler de ne yapacağını bilemiyor. ‘Bunlarla uğraşacağımıza okuyabildiğimiz kadar okuyalım’ diyor, bahçe işi yapmak istemiyorlar.”

Bununla birlikte Amasra’da ya da daha kapsamlı düşünürsek Bartın’da, kadınlar ekonomik  özgürlüklerini koruyabilmek için tarımsal faaliyetlerden vazgeçmiyor. Ayşe Baltutar’dan termik santrala karşı dik duran bu bölgede tarımsal üretimde ve bunların satışında kadınların oynadıkları rolü erkeklerinkiyle karşılaştırmasını istiyoruz:

“Bartın’da sebze-meyve üretimi kadın emeğiyle oluyor. Bağda, bahçede, seracılıkta kadının rolü erkeklerden daha fazla. Ekim-dikimde, çapalamasında, büyütmesinde, toplayıp satmasında kadının daha fazla emeği var. Çok ağır işler olursa erkekler de yardım ediyor. Ama satış aşamasında da çoğunlukla kadınlar çalışıyor. Kimi yerlerde kendini besleyecek kadar tarım yapılsa da Bartın’da genel olarak kadınlar yetiştirdiklerini ‘Kadınlar Pazarı’ gibi yerlerde satmak için çiftçilik yapıyor.”

“Galla” Pazarı’nda Kendi Ürettiğini Satmak

Kadınlar Pazarı hakkında daha fazla bilgi almak istediğimizde Büşra Baltutar bunun doğru telaffuzunun yerel ağızdaki söyleniş biçimi olduğu uyarısını yaparak pazarın önemini açıklıyor:

“Galla Pazarı’nda erkek satıcı yok diyebiliriz. Kadınlar kendi yetiştirdikleri ürünleri gelip orada yine kendileri satıyor ve kendi emekleriyle ekonomik özgürlüklerini garanti altına alıyor. Yani hem kadının tarımda, hem de tarımın kadının hayatında oynadığı rol büyük.”

Bartın ilinin merkezinde kurulan Galla Pazarı yaklaşık 200 yıldır ailesini geçindiren, ek gelir yaratan veya kendine gelir sağlayan kadınların buluşma noktası. Aynı isim ve tertipte daha küçük bir başka pazarın da Amasra ilçesinin merkezinde yaşatıldığını hatırlatalım. Büyük ölçüde bahçelerde yetişen ürünlerin ve evlerde hazırlanan gıdaların sergilendiği bu pazarlarda el işleri de yer alıyor.

Ayşe Baltutar evlere ve tarla ya da bahçelere akıtılan kadın emeğinin ısrarla görmezden gelinmesinin, bu pazarlar sayesinde Bartın’da o kadar kolay olmadığını vurguluyor:

“Bir kadın o pazarda sattığı ürünle kendi parasını kazanabiliyor. Bu bağlamda bir erkeğe ihtiyacı olmadığını görebiliyor. Mesela kadın, bir kıyafet ya da bir eşya, araç/gereç almak için eşinden para istediğinde ‘Hayır, ne gereği var?’ gibi cevaplarla karşılaşmak yerine, kendi alın teriyle kazandığı para sayesinde istediğini satın alma imkanına sahip şu anda.”

Bununla birlikte toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir kadının ömür boyu yoksulluk yaşaması anlamına gelebileceğini iyi bilen Gülizar Kaçan her şeyin başladığı yere, yani ailelere yönelik olarak şunları söylüyor:

Ailelerde mal varlığı büyük ölçüde erkek evlada miras kalıyor. ‘Kız malı ne yapacak, nasılsa biriyle evlenecek ama erkek evinin direği olacak’ diye düşünülüyor. Kızlar bahçe ve ev işlerinde çalışmaya yönlendiriyor. Bu işleri erkeklerin yapamayacağı söyleniyor. Erkekler daha değerli görülüyor. Ama kız evlat evlendikten sonra da çile çekiyor. Anne oluyor ve evini geçindirmek için, çocuğuna bakmak için yine fedakarlık yapıyor. Bu kadınlar hasta da olsa, ameliyatlı da olsa orada burada gündelik işlerde çalışıyor, amelelik yapıyor. Aileler bunları düşünmüyor; ‘Artık evlendi, bizden çıktı, ne yaparsa yapsın’ diye bakıyor.”

“Kadın Hak Ettiğini Kazanırsa Her şeyden Önce Bir Erkeğe İhtiyaç Duymaz”

Baltutar kardeşler pek çok kadının aile bütçesine katkı yapması halinde bile ‘ev hanımı’ diye anılmalarına tepkili. Kendilerini dinlediğimizde anlıyoruz ki, eleştirdikleri şey bir kadının ev işleriyle uğraşması değil, evde sarf edilen kadın emeğini saygısızca değersizleştiren bir erkek bireyin, kendini bir kadın birey karşısında ailenin asli unsuru sayması. Hayat boyu yakın çevresinde ve sosyal yaşamda eğitim ve iş bağlamında önü kesilmiş bir kadın bireyin, evli olsa da olmasa da ev işlerinde göz kamaştırıcı bir ustalık geliştirebileceğini kabul eden Baltutar kardeşler, buna karşılık işsiz sayılmalarının ev kadınlarına kimse tarafından maaş ödenmemesini meşrulaştırdığı görüşünde. Üstüne tartıştıkları şey, Türkiye’nin önemli sorunlarından biri ve sanki köleliğe denk geliyor.

Büşra Baltutar: “Ev hanımı olmak bir mesai. Sonuçta evde bir sürü sorumluluk var ve bunun büyük kısmını kadınlar üstleniyor. Ancak bu mesainin ekonomik anlamda bir getirisi yok.”

Tuğba Baltutar: “Kimileri ev hanımlığını meslek olarak kabul ediyor ama bence öyle değil. Meslek olması için size bir kazanç sağlaması, hayat içinde sizi ileri bir aşamaya taşıması, getirileri olması gerekiyor. Ev hanımıyken devamlı evde kalırsınız, ev işlerini yaparsınız varsa çocuğunuzu büyütürsünüz ama bir maddi kazancınız olmaz. Bu, kişi için bir zaman kaybı haline geliyor; böyle meslek olmaz.”

Büşra Baltutar: “Yani ev hanımlığı kişiye pek bir söz hakkı ya da özgürlük sağlamıyor. Bu bağlamda mesela çiftçilikle para kazanmaları kadınlara özgürlük getiriyor.”

Tuğba Baltutar: “Eğer kadın yaptığı işten hak ettiği kazancı alırsa her şeyden önce bir erkeğe muhtaç olmuyor. Anlaşmazlıklarda, yol ayrımlarında ya da bir boşanma söz konusu olduğunda, emekçi bir kadın gelirine güvenerek hareket edebiliyor. Dolayısıyla kadının emek verdiği işin süreçlerinde ön planda olması gerek. Bu zaten çok normal, çok güzel bir şey.”

“Kadın emeği” denince “kadın siyasetçi” imgesinden söz açmak istiyoruz ancak Büşra Baltutar konuyu İstanbul Sözleşmesi’ne getirerek cinsiyet eşitsizliği ile sınıf eşitsizliğinin iç içe yaşandığına vurgu yapıyor:

“Aslında kadın/erkek siyasetçi diye ayırmadan önce şunu düşünmeli: Kişi her ne işle uğraşıyorsa ve hangi pozisyonda olursa olsun işini daha doğru, daha şeffaf, daha nizami şekilde yapmaya çalışmalı. Yönetimler kadın cinayetleriyle ilgili düzenlemelere öncelik vermeli. Ne var ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadınların söz hakkının kısıtlanması ve böylece kadın emeği üstündeki sömürü mekanizmasının devam etmesi anlamına da geliyor.”

“Anne, Neden Orada Hakkını Savunmadın?”

Tuğba Baltutar da İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin, ekonomik özgürlük için uğraşan ve toplumsal yaşamda, siyasette öne çıkmak isteyen kadınların yolunu tıkayan mekanizmanın doğal tepkisi olduğu görüşünde:

“Kadınlar hayatta daha çok söz sahibi olsa, yeni nesilleri yönlendirme imkanları daha çok olsa toplum daha iyi durumda olabilirdi. Bugün ülkemizde ve dünyada yönetimlere baktığımızda kadınların fazla temsil edilmediğini görüyoruz. Kadınlar daha fazla söz sahibi olduğunda her şeyin daha iyiye gideceğini düşünüyorum. Fakat kadınların iş sahibi olması ve kendi ayakları üstünde durması işine gelmeyen, bunu istemeyen ve çoğunluğu erkek olan bir kesim var. Bence kadınlar ön planda yer alamasın, haklarını arayamasın, erkeklerin kontrolünde kalsın diye, bilerek böyle yapıyorlar. Başka bir açıklama bulamıyorum çünkü hak, hukuk nedir bilen normal bir bireyin bu sözleşmeyi kabul etmeme imkanı yok. Yeni düzenlemeler yapılacağı söyleniyor ama kadın cinayetleri ve kadınlara zarar veren tutumlar devam ediyor.”

Ayşe Baltutar ise, son yıllarda kadınların hak ve özgürlüklerine giderek daha çok sahip çıkmasının toplumsal yaşamda ve siyasette daha çok söz sahibi olmalarıyla sonuçlanacağı görüşünde. Bu ilerleme devam ettikçe kadın cinayeti, tecavüz, çocuk istismarı gibi sorunların daha çabuk çözüleceğini düşünen Ayşe Baltutar, yaşanmakta olan değişimin kökünün sağlam olduğunu ifade ediyor:

“Bilinçli kadınlar hakkını alıyor. Mesela bundan 10 sene öncesine dönersek böyle değildi. O zamanlar kadınlar kazandıklarını eşlerine vermek zorunda kalıyorlardı. Ama o zamandan bu yana kadınlar daha bilinçlendi. Kendi kazandığını elinde tutmasını öğrendiler. Bence bunda gençlerin giderek daha fazla yüksek öğretime gitmesinin büyük payı var. Kendi annelerini bilinçlendirdiler. Mesela benim kızlarım ‘Anne, neden orada hakkını savunmadın? Şunu şöyle yapsaydın hakkını alırdın’ gibi şeyler söylüyor. Başka köylerdeki kadınların çocukları da bilinçlenip annelerine destek verdiği için, bence artık kadınlar haklarını daha iyi savunuyor. Sonuçta hakkımızı almamız için uğraşmamız gerekiyor.”

Peki toplumsal cinsiyet, tarım/gıda, kadın emeği, iklim/çevre gibi sorun odaklarıyla dolu bir dünyada kadın siyasetçiler ne fark yaratabilir?

Amasralı kadın çiftçilere yönelttiğimiz bu son soruya Gülizar Kaçan yanıt veriyor:

Yöneticiler Kadınlar ne yaşar, ne çile çeker; eşi çalışmıyorsa ekmeğini, aşını nasıl yapar’ diye düşünmüyor. ‘Tarım ve hayvancılık niye bitti, kusur çiftçide mi yoksa bizde mi?’ diye sormalılar. Kadın, kadının dilinden anlar. Bir kadın siyasetçi de çiftçi kadınların sorunlarını, beklentilerini, isteklerini daha iyi anlar; bir kadının neden çalışıp çabaladığını bilir. Yine de bu konuda cinsiyet üstünden bir ayrım yapmak istemiyorum. Elini vicdanına koyup ‘Bu ülke nereye gidiyor’ diyen insanların çıkmasını diliyorum. Yöneticilerin sorunlarımızı anlamak için biraz bu uğraştığımız işlerin içine girmeleri gerek. Siyasetçi de olsanız, gazeteci de olsanız dışarıdan bakarak bu işleri anlamazsınız; ne sorun olduğunu, neye ihtiyaç olduğunu, nelerin yapılabileceğini göremezsiniz. Sorunları çözmeye soyunacak kişinin iyi araştırma yapması lazım. Bu konular üstüne bilimsel çalışma yapılsın.”