Akademi bağlamında baktığımızda en büyük problemin disiplinler arası iletişim ve birbirini tamamlamaktaki yetersiz algı olduğunu söyleyen Çukurova Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi ziraat mühendisi Prof. Dr. Zeynep Zaimoğlu, pandemi sürecinin, gıda, gıda güvenliği ve iklim değişikliği konusunda çalışmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdiğinin altını çiziyor.
İnsanlık, iklim değişikliği başta olmak üzere birçok önemli tehditle karşı karşıya. Peki dünyada ve Türkiye’de akademi bu konuda üstüne düşenleri yeterince yerine getirebiliyor mu sizce?
Akademik anlamda, iklim krizi ve sürdürülebilirlik, bütün akademik disiplinleri içine alan çoklu bir eğitimi gerektiriyor. Akademi bağlamında baktığımızda en büyük problemin disiplinler arası iletişim ve birbirini tamamlamaktaki yetersiz algı olduğu görülebiliyor. Bu noktada Türkiye ve gelişmiş ülkelerin akademik sistemlerini ayrı ayrı değerlendirmek daha doğru bir yaklaşıma ilerlememize yardımcı olabilir. Gelişmiş ülkelerde akademik açıdan iklim krizi, sürdürülebilirlik ve çevre yönetimi konularında ülkemize oranla daha bütüncül bir yaklaşım izlendiğini söylemek mümkün. Bireylerin gerek lisans gerekse lisansüstü düzeyde çevre bilimleri çatısı altında bir fakülte ya da bölümde bir bütünün içinde yan dallar halinde başka disiplinlerden de dersler alarak bireysel anlamda kendilerini iklim ve sürdürülebilirlik konusunda belli sektörler adına yetiştirmeleri mümkündür. Örneklerle açıklayacak olursak; gelişmiş ülkelerde, öğrenci lisans eğitimine başlarken çevre bilimleri bölümünde genel çevre bilimleri derslerinin yanında çevre ve sürdürülebilirlik altyapısını alır. Sonrasında tarım, göç, afet vs. gibi hangi özel dalda uzmanlaşmak istiyorsa, tüm üniversiteden bu dersleri farklı bölümlerden alarak mezun olur. Sonuçta mezun olduğunda hangi alanda çalışmayı planlıyorsa o dalda donanım kazanmış, kendini yetiştirmiş bir birey olarak hem sektöre katkı sağlayabilir halde eğitimini planlamış oluyor hem de iklim krizi ile ilgili mücadelede yerini almaya hazır hale geliyor.
Türkiye’de akademik yapıya baktığımız zamansa, tamamen farklı bir yapı ile karşılaşıyoruz. Hem sosyal hem fen bilimlerinde her birim ya da bölüm kendi sürdürülebilirlik ile ilgili müfredatında birtakım dersler bulunduruyor ancak bu dersler maalesef bir bütünün parçası olamıyor. Sürdürülebilirlik gibi bir konu, bir çatı altında verilemediğinden gerek iklim krizi gerekse sürdürülebilirlik konusunda “yetişmiş birey” olmasını beklediğimiz mezunlarımız bir bütünde konuyu inceleyip sonrasında alt kırılımları da detaylandıramıyor. Tüm bunları dikkate aldığımızda Türkiye’de Çevre Bilimleri, İklim, Çevre Yönetimi ve Sürdürebilirliğin bir çatı altında toplanabileceği ve tüm fakültelerden de öğrencinin ders seçebileceği bir sisteme geçilmesinin gerekliliği bir kere daha anlaşılıyor. Yeni dünya düzeninde de bugün gelinen noktada, akademide sürdürülebilirlik konusunda “çatı disiplin” anlayışının kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Bu sorunların giderilmesi konusunda neler düşünüyorsunuz?
Ben iklim değişikliği ve tarım etkileşimi çalışıyorum. Kendimi eğitim anlamında şanslı görüyorum çünkü ziraat mühendisliğinde doktora derecesine kadar eğitim gördüm, sonrasında yurtdışında doktora, sonrası araştırıcı olarak çevre mühendisliği alanında ihtisas yaptım. Bu sayede farklı disiplinlerin bu konuda birbirine bağlı eğitim verebilmesinin ve akademisyenlerin akademiye başladıkları süreçte uzmanlaşmak istedikleri iklim alt dalında eğitimlerini tamamlamalarının önemini yaşayarak deneyimleme şansım oldu. Ülkemizde bu dalda çalışmalar yeterli kalitede değil maalesef. Bu konuda kendi alanımla ilgili bir örnek vereyim. İklim değişikliği ve model çalışan akademisyenlerin çoğunun tarımcı olmaması ve aslında arazi koşullarını ve bitkiyi tanımaması çalışmaların yeterli kalitede olmamasına sebep oluyor. Bu koşullarda çalışmaların bitki özelindeki kısımları eksik ya da zayıf kalabiliyor. Bu anlamda akademisyenlerin ülkemizde multidisipliner olarak çalışma konusunda işbirliği yapması gerektiğini düşünüyorum.
Kendi alanınızda dünyada ve Türkiye’de hangi çarpıcı araştırmalar var? Genç araştırmacıların ve konuyla ilgilenenlerin, hangi araştırmacıları, akademisyenleri takip etmesini önerirsiniz?
Benim dalımda özellikle FAO ve Dünya Bankası’nın yaptığı projeler ve çalışmalar mutlaka genç araştırıcılar tarafından takip edilmeli. Son dönemde özellikle Dünya Bankası ilkim değişikliği konusunda dünyanın geri kalmış ülkelerinde sürdürülebilirlik ve iklim krizine yönelik toplumsal adaptasyon adına projeler başlatmış bulunuyor. Bu projelerin genç akademisyenlere ışık tutacağını umuyorum. Genç akademisyenlerin yayın takip ederek ve tarayarak verdikleri emeğin aynı şekilde yapılmış projeler, bu projelerin sürdürülebilir ve hayata geçirile bilirliklerini de araştırmaları ve kendi çalışmalarında kılavuz olarak almalarının gerekliliğinin de altını çizmek istiyorum. Bir diğer önemli husus olarak yapılan çalışmaların yayım çalışması dediğimiz, halka, sanayiciye ve nihai kullanıcıya ulaşmasının kısıtlı kaldığını düşünüyorum. İklim değişikliğinin etkilediği en kırılgan sektörler, toplumsal anlamda, tarım ve enerji sektörü. Bu konuda özellikle gıda, gıda güvenliği ve iklim değişikliği konusunda çalışmanın ne kadar geleceğe ve sürdürülebilir yaşama entegre olduğu pandemi sürecinde iyice anlaşıldı. Bu süreç hem hem de genç araştırıcıların dikkatlerini bu konuda yoğunlaştırmasını ve bu konuda çalışma olanaklarını araştırmasını sağladı. Tarımsal alanda üretim kabiliyeti yüksek olan ülkemiz adına çok sevindirici bir gelişme.
Şu anda bu bağlamda hangi konu veya konular üzerine çalışıyorsunuz? Hangi konularda araştırmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz?
Yakın zamanda iklim değişikliği ve tarımsal etkisi adına özellikle atalık tohumlar ve bu tohumların adaptasyon yeteneklerinin geliştirilmesi ile ilgili bir proje hazırladık. Aynı şekilde kadim tarım yöntemlerinin onarıcı tarım ve tekrar geleneksel tarıma kazandırılması ile en azından kırsal ve küçük üretici bazında evrilmenin iklim değişikliği ve mücadele adına yerel gıda güvenliğinin sağlanabilirliği üzerinde çalışıyoruz. İmkanlar arttığı takdirde çok daha geniş bir ekiple kırsalda her bir verimli metrekarenin üretime katılması adına çalışmak ve kırsaldaki kadını mutlaka bu çalışmaların içine katma hayalimi gerçekleştirmek isterim. Kırsal alandaki kadın ve geleneksel üretim bu anlamda en değer verdiğim ve çalışmaktan asla bıkmayacağım konu. Anadolu kadınının ürettiğini aş haline getirmesi, hiçbir organik atığı israf etmemesi, bu atıklarla toprağının organik içeriğini artırması, aslında sürdürülebilirliğin en kadim göstergesi.
Son olarak neler söylemek istersiniz? Özel olarak vurgulamak istediğiniz bir şey var mıdır?
Tarımda sürdürülebilirlik gerçekten çok özel ve mutlaka çok yönlü çalışılması gereken bir konu. Bu konuda yapılacak çalışmaların desteklenmesi, genç akademisyenlerin çok daha donanımlı eğitim alması tek dileğim. Ayrıca ülkemizde, çiftçi eğitim servisleri ve üniversitelerde yayım merkezlerinin birlikte çalışarak sürdürülebilirliği gerçek anlamda hayata geçirmesi yapılacak akademik çalışmaların geleceğe ve sahaya iletimi için kaçınılmaz olmalıdır.