Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği’nin üretkenliğini ve ekonomik büyümesini artırmayı amaçlayan ‘‘Avrupa Rekabetçilik Pusulası’’nı kamuoyu ile paylaştı. İnovasyon, karbonsuzlaşma ve güvenlik odaklı, geniş kapsamlı bir stratejinin parçası olan Pusula, bir yandan iş dünyasından büyük destek görürken, diğer yandan ise çevre korumayı rekabetçiliğe kurban edeceğine dair eleştirilere konu oldu. Pusula’nın, karbonsuzlaşma hedeflerine daha rekabetçi bir yoldan ulaşmak için sunduğu yol haritası, özellikle AB’nin başarısını destekleyen küresel koşulların ortadan kalktığı bugünlerde, büyük önem taşıyor. Ancak Trump’ın başkanlığı ile başlayan yeni döneme dair politika önerileri içermemesi, önemli bir eksiklik. Bu yeni dönemde AB’nin, bir yandan rekabetçiliğini artıracak politikalar izlerken bir yandan da, baştan Çin olmak üzere, diğer ülkeler ile sağlıklı bir işbirliği kurması önem taşıyor.
YAZI: Prof. Dr. Etem Karakaya
Rekabetçi bir karbonsuzlaşma ve güvenli bir gelecek hedeflerine ulaşmak için beş yıllık bir yol haritası sunan ‘‘Avrupa Rekabetçilik Pusulası’’, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından 29 Ocak 2025’te kamuoyu ile paylaşıldı. Avrupa Komisyonu tarafından görevlendirilen Avrupa Merkez Bankası Eski Başkanı Mario Draghi’nin Eylül 2024’te açıkladığı, ‘‘Avrupa Rekabet Gücünün Geleceği’’ başlıklı rapor esas alınarak hazırlanan Pusula, rakipleri ABD ve Çin’in gerisinde kalan AB’nin gidişatını tersine çevirebilecek bir yol haritası sunuyor.
İnovasyonu kuvvetlendirerek ABD’li ve Çinli firmalarla yarışabilecek ‘‘Avrupa şampiyonları’’ yaratmayı da hedefleyen bu strateji; bürokratik engellerin azaltılmasını, regülasyonların sadeleştirilmesini vekarbonsuzlaşma hedefleri ile ekonomik büyümenin uzlaştırılmasını öngörüyor. İş dünyasının büyük destek verdiği Pusula, özellikle Avrupa Parlamentosu’ndaki yeşiller ve sosyalist blok ile bazı çevreci sivil toplum kuruluşları tarafından ise çevre korumayı rekabetçiliğe kurban edeceği endişesiyle ve regülasyonları azaltması sebebiyle eleştiriliyor.
AB projesinin başarısını destekleyen küresel koşulların geçerliliğini yitirdiği ve AB’nin, temiz teknolojilerin üretimi de dahil olmak üzere birçok alanda, ABD ve Çin ile rekabet gücünü kaybettiğibugünlerde, giderek ‘‘girişimci karşıtı’’ hale gelen uygulamalarını revize etmesi büyük önem taşıyor. Endişelerin aksine Avrupa Rekabetçilik Pusulası, AB’nin karbonsuzlaşma stratejisine itiraz etmiyor, ancak bu hedeflere daha rekabetçi bir yoldan ulaşmanın mümkün olduğunu savunuyor.
Ne var ki Pusula’nın, iklim değişikliği ile mücadeleyi ve yeşil dönüşümü engellemeyi hedefleyen Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geçmesiyle başlayan yeni döneme dair söz söylememesi ve politika önerisi sunmaması, önemli bir eksiklik. Bu yeni dönemde AB’nin, yeşil teknolojileri ucuz ve rekabetçibir şekilde üretebilen ülkeler ile işbirliğine gitmesi, hem rekabetçiliğini artırabilmek hem de karbonsuzlaşma hedeflerine ulaşabilmek için doğru bir strateji olacaktır.
AB’nin ‘‘Üzerine İnşa Ettiği Temeller Artık Sarsılıyor’’
Mario Draghi’nin Eylül 2024’te açıkladığı, ‘‘Draghi Raporu’’ olarak bilinen, ‘‘Avrupa Rekabet Gücünün Geleceği’’ başlıklı rapor, AB ekonomilerinin performansının rakiplerine kıyasla düşük kaldığı tespitinde bulunmuştu ve bu durumu; inovasyonun zayıflığına, yatırımların yetersizliğine ve üretkenlik artışındaki durağanlaşmaya bağlamıştı.
Gerçekten de, Mario Draghi’nin de uyardığı gibi, AB’nin ‘‘üzerine inşa ettiği temeller artık sarsılıyor’’. AB sosyo-ekonomik yapısını; yüksek iç pazar rekabeti, açık ticaret ve güçlü refah devleti paradigması üzerine başarıyla kurdu. Ne var ki uzunca bir dönem bu yapıyı destekleyen – güçlü küresel ticaret, jeopolitik istikrar ve düşük enerji fiyatları gibi – küresel koşullar, artık geçerliliğini yitirdi.
AB ülkeleri, 2008 finansal krizinden itibaren sıkıntılar yaşamaya başladı ve bu olumsuzluklar, pandemi ile birlikte şiddetlendi. Bu kriz, özellikle AB’nin rakipleri olan ABD ve Çin ile karşılaştırıldığında daha açık bir şekilde görülüyor: 2002 yılında, AB ve ABD ekonomilerinin toplam gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) büyüklükleri neredeyse aynıydı. 2023 yılına gelindiğinde ise AB ekonomilerinin GSYH’sı hemen hemen aynı seviyede kalırken, ABD’nin GSYH değeri ciddi ölçüde büyüdü ve AB’den neredeyse %50 daha büyük bir değere ulaştı.
Aynı durum, Çin ile AB karşılaştırması yapıldığında daha da çarpıcı sonuçlar veriyor. Yeni Milenyumun başlangıcında Çin’in toplam GSYH’sı 1.21 trilyon dolardı ve bu değer, AB üyesi Almanya’nın 1.95 trilyon dolarlık GSYH’sından daha küçüktü. 2022 yılında ise Çin’in toplam GSYH değeri, 27 üyeli AB ekonomisinin toplamından daha fazla hale geldi.
Temiz Teknoloji Üretiminde de Geriye Düştü
Bu gerileme, AB’nin öncülük etmeyi hedeflediği yeşil dönüşüm alanında da geçerli. Karbonsuz bir geleceği ‘‘kalkınmanın ana motoru’’ olarak gören ve yeşil dönüşümün öncüsü olmanın, kendisine önemli stratejik avantajlar sağlayacağını düşünen AB; yeşil enerji dönüşümünü ve emisyon azaltım hedeflerini başarıyla gerçekleştiriyor. Örneğin yenilenebilir enerji tüketiminde AB, %22’lik pay ile küresel lider konumunda. Bu oran Çin için %14, ABD için ise yalnızca %9 seviyesinde. Bu dönüşüm, önemli bir fosil yakıt ithalatçısı olan AB’nin enerji arz güvenliğinin sağlanmasında oldukça önemli. Ne var ki aynı AB’nin, bu temiz teknolojilerin üretiminde günden güne geri kaldığını görüyoruz.
AB, umut bağladığı hidrojen teknolojilerinde hâlâ önemli bir gelişme göremediği gibi, mevcut temiz teknolojilerde de ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Örneğin 2000’li yılların başında küresel ölçekte en kaliteli güneş ve rüzgar panellerini rekabetçi bir şekilde üretebilen AB, artık bu teknolojilerin verimli ve düşük maliyetle üretiminde gerilemiş ve liderliği, başta Çin olmak üzere, başka ülkelere kaptırmış durumda.
Avrupalı Üreticiler, EV Devriminde Hantal Kaldı
Avrupa için daha da şiddetli bir sorunu ise otomotiv sektöründe gözlemliyoruz. Ulaştırma sektörünün karbonsuzlaşması için en önemli seçenek olan elektrikli vasıtalar (EV), fosil temelli araç üretiminde küresel lider olan Almanya ve AB şirketleri için önemli bir tehdit haline geldi. İçten yanmalı motorlara sahip prestijli araçlar üreten Volkswagen, BMW, Mercedes gibi markalar, bu dönüşüm sürecinde adeta yük olmaya başladı.
Başta Alman markaları olmak üzere, Avrupa’nın geleneksel fosil temelli şirketlerinin EV üretiminde hantal kaldığı ve elektrikli araçlarını rekabetçi fiyatlarla satamadığı görülüyor. Örneğin 2024’te küresel olarak en çok satılan ilk 10 EV arasında Almanya’nın veya diğer Avrupa ülkelerinin asırlık araç şirketleri yer almıyordu. Draghi Raporu’nda da belirtildiği üzere, 2000 yılının başından bu yana ABli üreticilerinküresel pazar payı üçte birden altıda bire düştü – Çin’in payı ise yaklaşık %2 seviyesinden %32’ye yükseldi
AB Pusulası Gidişatı Tersine Çevirmeyi Hedefliyor
Draghi Raporu’nun da tespit ettiği tüm bu sorunlara çözüm üretmeyi amaçlayan AB Pusulası, beş temel eylem tanımlıyor: (i) Bürokrasiyi azaltmak ve sadeleştirmek, (ii) Tek Pazar’a yönelik engelleri azaltmak, (iii) nitelikli işgücü geliştirmek, (iv) ucuz finansmana erişim ve (v) politikaların koordinasyonu.
Yoğun bürokratik engellere ve karmaşık regülasyonlara sahip olan AB, giderek ‘‘girişimci karşıtı’’ bir kültüre bürünmüş görünüyor. Örneğin son 10 yılda, trilyon dolarlık şirket değerine ulaşan en büyük 10 teknoloji şirketinden dokuzu, ABD merkezli. İlk 10’da hiç Avrupalı şirket bulunmuyor. Dünyanın en büyük 50 teknoloji şirketinin ise yalnızca dördü Avrupa merkezli. Draghi Raporu’nda da son 50 yılda, sıfırdan 100 milyar Euro’nun üzerinde piyasa değerine ulaşan hiçbir AB şirketinin kurulmadığı aktarılıyor.
AB, bu inovasyon açığını kapatmak için; yeşil teknolojiler, yapay zeka, biyoteknoloji ve uzay teknolojisi gibi sektörlere yatırım yapmayı planlıyor. Böylelikle, özellikle ABD’nin ve Çin’in büyük firmalarıyla küresel olarak rekabet edebilecek ‘‘Avrupa şampiyonları’’nı teşvik etmeyi amaçlıyor. Bu şirketlerin inovasyon potansiyellerini güçlendirmek için AB Pusulası, antitrust ve birleşmelere dair düzenlemelerin yeniden değerlendirilmesi de dahil olmak üzere, rekabet politikalarının modernize edilmesini öneriyor.
Çevresel Raporlama Yükümlülükleri %35’e Kadar Azalacak
AB’nin içinde bulunduğu durumun nedenlerinden biri olarak, çok sayıda ve karmaşık regülasyonlaradikkat çekiliyor. Çevre ve yeşil dönüşüm alanındaki düzenlemeler de bazen yoğun bürokratik engellere, yeşil yatırımların gecikmesine ve genel olarak karmaşaya yol açabiliyor. Draghi Raporu’nda verilen bir örneğe göre, kapsam 3 emisyonları, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nda (SKDM) hariç tutulurken, CSRD’nin ise kapsamı dahilinde yer alıyor. Bu durum, aynı ithal ürünün iki rejim altında, iki farklı karbondioksit rakamına tabi tutulduğu anlamına geliyor.
Nitekim AB Pusulası da, sadeleştirme hedefleri doğrultusunda özellikle çevresel raporlamalarda önemli bir azaltıma gidileceğini duyurdu. Çevresel raporlama yükümlülüklerinde yaklaşık yüzde 25 oranında sadeleştirme düşünüyor; bu sadeleştirme KOBİler içi ise yüzde 35 civarında olacak. Ayrıca şubat ayında duyurulması planlanan Omnibus ESG yasası; özellikle AB Taksonomi Yönetmeliği, Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlaması Direktifi (CSRD) ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi’nde (CSDDD) sadeleştirmeleri içerecek.
Çevresel düzenlemelerin tek bir raporlama altında entegre edilerek sadeleştirilmesinin bürokratik engelleri azaltacağı ve AB’deki işletmelere yılda 37 milyar euro tasarruf sağlayacağı umuluyor. Ancak, bu kadar bürokratik karmaşıklığa ve yüke bizatihi kendisi sebep olan AB Komisyonu’nun, bu sorunların çıkacağını niçin önceden düşünmediğinin sorgulanması gerekir. Ayrıca, bu sadeleştirmelerin çevresel yükümlülükler ve iklim hedeflerinde bir azalmaya yol açıp açmayacağının da dikkatle takip edilmesi önem taşıyor.
Temiz Sanayi Planı Yakında Açıklanacak
Rekabetçilik Pusulası’nın vurguladığı bir diğer önemli konu ise iklim politikasının ekonomik büyüme ile uyumlu hale getirilmesi. Bu çerçevede, AB’nin karbonsuzlaşma hedefi güçlü bir şekilde vurgulanmaya devam ederken, özellikle sanayide karbonsuzlaşmanın uluslararası alanda rekabetçi olmasına dair önlemler geliştiriyor.
Avrupa Rekabetçilik Pusulası’na yöneltilen önemli bir eleştiri, çevre korumanın rekabetçiliğe kurban edileceği endişesi. Ancak aslında ne Draghi Raporu ne de AB Pusulası, AB’nin karbonsuzlaşma stratejisine itiraz etmiyor. Aksine, net sıfır hedeflerine ulaşmanın daha rekabetçi bir yolu olabileceği savunuluyor. AB’nin iddialı karbonsuzlaşma hedeflerini, ekonomik rekabet gücüyle uzlaştırmak, Rekabetçilik Pusulası’nın önemli bir odak noktası.
AB’nin yeşil politikalarının doğurabileceği sanayisizleşme ihtimali, bu çerçevede yönetilmesi gereken önemli risklerden biri olarak öne çıkıyor. Nitekim Avrupa Komisyonu, temiz teknoloji endüstrilerine daha fazla destek vermeyi amaçlayan bir ‘‘Temiz Sanayi Anlaşması’’nı Şubat ayı içinde yayımlayacak.
Temiz Sanayi Planı ile AB, enerji yoğun şirketlerin temiz teknolojilere geçişini daha iyi desteklemek için devlet yardımlarında esnek ve destekleyici bir çerçeve sunmayı; mali teşvikler, kamu alım politikaları ve inovasyon fonlaması yoluyla düşük karbonlu ürünlere olan talebi teşvik etmeyi planlıyor.
Korumacı Politikalar AB İlkelerine ve Karbonsuzlaşma Hedefine Ters
Diğer yandan ise AB, yaşadığı bu krizlerden büyük ölçüde Çin’i sorumlu tutuyor ve nispeten korumacı bir politika uyguluyor. Örneğin, Çin sübvansiyonlarının Birlik içindeki rekabet gücünü olumsuz etkilediğinin düşünen AB, Çin yapımı elektrikli araçlara uygulanan tarifeleri Ekim 2024’te %45’e kadar çıkardı.
Gerçekten de Çin, “Amerika inovasyon yapar / Avrupa regüle eder / Çin taklit eder” sloganının aksine, son yıllarda yeşil teknolojik dönüşüme dair inanılmaz bir ilerleme sağladı. Kritik mineraller, yenilenebilir enerji, bataryalar ve elektrikli araçları gibi yeşil teknoloji alanlarında baş döndürücü bir performans sergiliyor. Devlet destekli sanayi politikası izleyen Çin, yeşil dönüşüm için diğer tüm ülkelerden daha fazla harcama yapıyor: 2024 yılında, toplam küresel temiz teknoloji yatırımlarının yaklaşık dörtte üçü Çin tarafından gerçekleştirildi. “En büyük kirletici” Çin, artık kendisini iklim krizine karşı bir kurtarıcı olarak konumlandırıyor.
ABD’nin ise tam tersi yönde ilerlediği görülüyor: Son başkanlık seçimlerini büyük bir zaferle kazanan Trump, iklim değişikliği ile mücadeleyi ve yeşil dönüşümü baltalayacak politikaları savunuyor. Zaten başkanlığının ilk gününde de Paris Anlaşması’ndan çıkış kararnamesi imzalayarak bu tutumunu bir kez daha ortaya koydu. Trump’ın ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarını daha da hızlandırması ve AB dahil birçok ülkeye karşı korumacı önlemler alması da bekleniyor.
Bu yeni durum karşısında nasıl pozisyon alacağı, muhtemelen AB’nin geleceği için belirleyici olacak. Avrupa’nın ileride başarılı olması, mümkünse hem ABD ve Çin ile hem de diğer ülkelerle sağlıklı ticari ve yatırım ilişkileri ile mümkün. Temel kuruluş amacı Avrupa’ya barış getirmek olan AB’nin ticaret savaşları ve ekonomik çatışmalar içine çekilmesi, AB ekonomilerine ve toplumsal refaha ciddi zararlar verebilir. Bu çerçevede AB’nin korumacı politikalara yönelmesinin, hem AB ilkeleri ile hem de karbonsuzlaşma hedefiyle çeliştiğini düşünüyorum.
Karbonsuzlaşma için AB-Çin İşbirliği Önem Kazanıyor
Avrupa Rekabetçilik Pusulası’nda, Trump hükümetiyle birlikte başlayan yeni dönemin getirdiği risklere atıfta bulunulmaması ve herhangi bir politika geliştirilmemesi, önemli bir eksiklik olarak görülmeli. Bu yeni dönemde AB ile Çin işbirliğinin, AB hedefleri için uygun bir strateji olacağı kanaatindeyim. Korumacı politikaların ise AB’nin karbonsuzlaşma hedefleri açısından uygun olmayacağı görüşündeyim. Nitekim AB’nin de sıklıkla vurguladığı gibi, “iklim krizi küresel bir sorundur ve ancak küresel işbirliği ile çözüme kavuşabilir”. Küresel bir yeşil teknoloji devriminin gerçekleşmesi ve bu yüzyılın ortasına kadar net sıfır hedeflere ulaşılması, küresel işbirliği olmadan mümkün değil.
Hem ekonomik hem de rekabetçiliğe dair sorunlarla boğuşan AB’nin yeşil teknoloji dönüşümünü tek başına sağlaması, neredeyse imkansız. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti, yeşil teknolojiler konusunda şu anda öncü bir ülke konumunda. Paris İklim Anlaşması’ndan çıkan ve yaklaşık 70 temiz enerji girişimine verilen destekleri kaldıran ABD’nin ise yeşil yatırımlarda gerileyeceği söylenebilir. Bu durum, yeni Pusula ile yeşil dönüşümü büyümenin merkezine koyan AB’nin, önemli bir yatırım cazibe merkezi olmasınayol açabilir. Yine aynı nedenlerle, Çin’in bu sektörlerdeki liderliğini daha da artırabileceğini söylemek de yanlış olmaz. Diğer yandan Trump tarafından ticaret savaşına zorlanan ve aşırı arz fazlası, deflasyon gibi bir dizi ekonomik sıkıntılar yaşayan Çin de, AB ile ekonomik işbirliğinden fayda sağlayacaktır.
Yapılan ekonomik çalışmalar, AB’nin Çin’e karşı uyguladığı korumacı politikaların, ilgili sektörleri koruyamayacağını, ancak süreci uzatabileceğini gösteriyor. Öte yandan, küresel müzakerelerde iklim önderi olduğunu iddia eden AB’nin, yeşil teknolojilerin ticaretine ve yaygınlaşmasına engeller getirmesi, ilkeleriyle bağdaşmıyor. Asıl hedef, pahalı olan yeşil teknolojilerin ucuz ve rekabetçi bir şekilde üretilmesi ve kullanılması ise, bunu da bir şekilde Çin veya diğer ülkeler becerebiliyor ise, yapılması gereken bu ülke ile işbirliğine gitmektir.
AB-Çin İşbirliği “Kazan-Kazan-Kazan” Olabilir
AB’nin mevcut ulusal ve jeopolitik tercihlerinin yanı sıra Çin yönetimine dair demokrasi ve insan hakları çerçevesindeki endişeleri, AB ile Çin arasında böylesi bir işbirliğinin zor olacağına işaret ediyor. Ancak Çin ile yapılacak stratejik bir işbirliği, özellikle karbonsuzlaşma hedefleri ve rekabetçi bir Avrupa yaratma yolunda önemli kazanımlar sağlayabilir. Örneğin Çin’in yıllardır, Batılı ülkelerin sermaye ve teknolojisini ülkesine çekmek için geliştirdiği akıllı stratejilerin benzerini, bu kez AB, Çin ile işbirliğinde uygulayabilir.
1990lı yılların başından itibaren ihracata dayalı büyüme ile ekonomisini Batılı şirketlere açan Çin, kendi bakir pazarını önemli bir cazibe aracı olarak kullanıyor ve ülkesine doğrudan yatırım yapacak şirketlere bir dizi stratejik kurallar getiriyordu. Örneğin her yabancı üreticinin Çinli bir firmayla ortak girişim kurması ve üretimin mümkün olduğunca büyük kısmını Çin’de, ortaklaşa üretmesi şart koşuluyordu. Bu süreçte yabancı üreticiler, Çinli ortaklarına belirli teknoloji ve üretim bilgilerini aktarmayı kabul ettiler. Stratejik sanayi politikası izleyen Çin, nitelikli insan gücü ve teknolojik kapasite de yaratarak, bu şirketlerden öğrendiği teknik know-how ile birleştirdi. Nihayetinde küresel ölçekte en rekabetçi elektrikli araçlar ortaya çıktı.
AB de benzer bir strateji izleyerek ve Çin merkezli şirketlerle stratejik işbirliği yaparak, artık inovasyon ve yeşil teknoloji lideri olan Çin’den teknik bilgiyi (know-how) transfer edebilir. Bunları yapabilecek nitelikli insan gücü ve sermaye, AB ülkelerinde zaten mevcut. Dolayısıyla yapıcı bir işbirliği, hem AB hem Çin hem de iklim değişikliği ile mücadele için kazan-kazan-kazan durumu yaratacaktır.